Adalet dünyanın ruhudur
Ömer Hayyam
Yanıklar kasabasına atanan Savcı Emre Emre (Selahattin Paşalı) kasabada bir sürek avına şahit olur. Sürek avı kasabaya inen domuzları öldürmek için toplanan ahalinin bir tür şenliğe dönüştürdüğü hayvan avı, Savcı Emre’yi tedirgin eder. Meskun mahalde havaya ateş edilmemesi gerektiğini Avukat Şahin’e bildiren Savcı Emre, kasaba esnafı Kemal ile geçen gerilimli diyalog, filmin olay örgüsünü haber verir.
Savcı Emre’nin kasaba içinde yer altı sularının aşırı kullanımından dolayı oluşan obrukların yarattığı devasa çukurları bilgisayardan incelediği sahne, ekolojik felaketin boyutları hakkında bir fikir verir. Obruklar Orta Anadolu’da su meselesinin bir türlü halledilemediği bir siyasi iklimde tarım ve hayatın devamı için mecburi su tüketiminin zorunlu sonuçlarıdır. Savcı Emre’yi “yumuşatmak” ve başladığı yeni görevinde kutlamak için Avukat Şahin ve Kemal’in düzenlediği eğlence, bir süre sonra iki zihniyet dünyasının hesaplaşmasına dönüşür. Bu zihniyet dünyasının belirgin ayrımı, adaleti savunmak için görevlendirilen ve hukukun ilkelerini savunan Savcı Emre ile onu her durumda çalışamaz hale getirmeye yeminli küçük burjuva kasaba gericiliği arasındaki söz düellosunda karşılığını bulur. Konuşmanın bir yerinde su sıkıntısı yaşayan Savcı Emre’ye evinde yıkanabileceğini, duş alabileceğini söyleyen Avukat Şahin, suyun mülkiyeti için yaptırdığı depodan övgüyle bahseder. Sinemamızda ilk defa Metin Erksan imzalı Susuz Yaz ile tartışmaya açılan su mülkiyeti meselesini aradan geçen 59 yıldan sonra Kurak Günler ile yeniden tartışmaya açıldığı bu sahne, aynı zamanda kasabadaki politik gerilimin kaynağı hakkında bir fikir verir.1
Yerel gazeteci Murat’ın belediyenin su kaynaklarının kasabaya iletilmesinde yaşanan yolsuzluğu, belgeleriyle Savcı Emre’ye sunduğu sahne ile politik gerilimin ana kaynağını aktaran Alper, kasabanın mikro evreninde oluşan bu sorunun aslında çok daha büyük bir başka sorunun parçası olduğunu bildirir.
Nedir o mesele? Su kaynakları giderek azalan Orta Anadolu’da su kaynaklarının kimin mülkiyetinde olacağı, kimlerin bu kaynakların denetiminden nasıl bir siyasi fayda sağlayacağı ve bunu seçimlerde kendi avantajı için nasıl sömüreceği meselesi.. Çatışma ve gerilimin dozajını sürekli artacağını gösteren bu sahne, Savcı Emre’nin eğlenceye katıldığı gece içkiden sızması ve o anda bir Çingene kadını Pekmez’in tecavüze uğramasıyla yeni bir boyut kazanır. Tam olarak nelerin olduğunu hatırlayamayan Savcı Emre, kendisine yardım eden Murat’ın evinde kaldığını sonradan öğrenir. Çingene kadını Pekmez’in tecavüze uğraması ve açılan soruşturma beklendiği üzere kasaba eşrafı ile Savcı Emre’yi çatışmaya sürükler. Kasabadaki susuzluk nedeniyle yakındaki göle yıkanmaya giden Savcı Emre’nin yaşadığı sıkıntılı ruh hali, Murat’ın kendisine anlattığı olaylar ve bir önceki savcının neredeyse kaçarak kasabadan gittiğini öğrenmesinin yarattığı huzursuzluk, dramatik çatışmanın derinleşeceğini gösterir. Suçu kimin işlediğinin belirsiz olması soruşturma açılanlardan toplanan delilerin suçu ispatlayamaması, gerilimli temponun artacağına işarettir.
Savcı Emre’yi adım adım takip edenlerin, yerel gazetede göl kenarında Murat ile konuşurken gizlice çekilen fotoğrafla birlikte yayınladıkları haberi manşetten duyurmaları ve haberde kullandıkları suçlayıcı dil, kuşatmanın ve gerilimin büyüyeceğini gösterir.
Seçimler yapılır ve beklendiği gibi Avukat Şahin’in partisi seçimleri kazanır. Seçim kutlamasının bir cinnete, toplu histeriye dönüşmesiyle kasabanın dışlanmışları Çingenelerin çadırlarının yakılması, seçim zaferinin sarhoşluğunun milliyetçi, otoriter bir kurban törenine dönüşmesine neden olur. O esnada kasabanın bir diğer hoşlanılmayanı Murat’ın çalıştığı gazete binası basılır ve eşyalar ateşe verilir. Cinnet ve sınır tanımayan öfkenin yeni hedefi Savcı Emre’nin evidir. Ancak ondan önce gazeteci Murat’ın evine ateş edilir. Savcı Emre’nin evine yönelen kuşatma, Savcı Emre’nin çaresizce hakimden ve emrindeki polislerden yardım istemesi, dramatik çatışmanın zirveye yöneldiğinin haberini verir. O zirvede cinnet psikozuyla atılan “burası Yanıklar buradan çıkış yok” sloganı orta Anadolu’da kökenlenen sağ otoriter siyaset ikliminin özeti gibidir.
Emin Alper Yanıklar kasabasından adalet, merhamet, su mülkiyeti, homofobi ve sağ otoriter siyasetin kökenlerini tartışmaya açtığı Kurak Günler, doğrudan politik bir dil kullanmamasına rağmen bize bir ayna tutuyor. Canlı yaşamına saygı olan uygarlığın yok edildiği bir iklimde, domuzlara yönelik sürek avıyla başlayan film, finalde Savcı Emre ve gazeteci Murat’ı linç edilme girişimiyle bitiyor. Yönetmen Emin Alper, canlı yaşamının yok edildiği, susuzluk meselesinin bile isteye çözümlenmediği ve sömürüldüğü; ekolojik tahribatın zaten hiç önemsenmediği kasabanın mikro kozmosundan Türkiye’ye bir bakış sunuyor. İronik finalde obruğun iki tarafında birbirlerine bakanlar bugün yaşadığımız kutuplaşmanın taraflarını sembolize etmiyor mu ? Obrukla çöken toprak sadece toprağın kendisini değil, sanki ve adeta adaletin kendisi değil mi ? Birgün’den Sercan Meriç’in güzel tanımlamasıyla Kurak Günler, ortak dertlerimizin kesişim kümesidir.
Her başarılı sinema eserinde olduğu gibi yeni sorular sorduran Kurak Günler’in, Kültür Bakanlığı’nın hışmına uğraması ve Emin Alper’den filme aktarılan bütçenin faiziyle geri istenmesinin nedeni de galiba aynı. Bu sorunların mesele haline getirilmemesi ve olanca açıklığıyla ortada duran günümüze dair çelişkilere kafa yorulmasına engel olunmaya çalışılması… Neyse ki seyircinin filme sahip çıkmasıyla bu engel de aşılacak gibi görünüyor. Filmin hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, yumak yumak çelişkilerle biçimlenen dramatik yapısının ve oyuncuların rollerine bürünmeleriyle ilgi odağı olacağını düşünenlerdenim.
Yönetmen: Emin Alper
Oyuncular: Selahattin Paşalı, Ekin Koç, Hatice Aslan, Erol Babaoğlu, Eylül Ersöz, Selin Yenici
Yapım Yılı: 2022
1Necati Cumalı’nın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan ve Türkiye’nin Uluslar arası festivallerinden ilk ödülünü -Berlin Altın Ayı- kazanan Susuz Yaz, kadın bedeni ve su mülkiyetinin yarattığı çatışmayı mesele edinir. Yönetmen Metin Erksan bir röportajında “Bir toprağın etrafını çitle çevirip bu benimdir diyebiliyorsunuz ama suya sahip olamıyorsunuz. O toprağı gücünüz yettiği ölçüde avucunuzda tutabilirsiniz ama avucunuza suyu aldığınız vakit aynı şeyi yapamazsınız. Su parmaklarınızı istediğiniz kadar sıkın, akıp gidecektir. Kaynaktan çıkan bir su. Nasıl sahip olabilirsiniz buna? Mülk sahibi baraj da yapsa gene tutamaz suyu. Su muhakkak bir yere gidecek. Suyun, mülkiyet sınırlarını tanımayan bu öğesi beni çok ilgilendirdi.” Film sosyal bir mesele olan mülkiyeti tartışmaya açtığı için yasaklandı ve Türkiye’de gösterilemedi. Yıllar sonra sinemacı Martin Scorsese ve Fatih Akın’ın girişimleriyle dijital restorasyona tabi tutulan film bugün internetten izlenebiliyor.