Kıl çadırlar, sessizliğin içine serpilmiş kara gölgeler gibi dağılmıştı yamaçlara. Çadırların önünde bir tazı uzanmış, gözlerini kısarak çevresini süzüyor, seklavi atlar ise kuyruğuyla sinekleri kovuyordu. Uzaktan, hafif esen rüzgarla çobanın kaval sesleri taşınıyordu. Genç kadınlar, ellerindeki bakraçlarda taze sütle dönüyor, dövmeleri gün ışığında hafifçe parlıyordu. Sigara sararken derin derin iç çeken adamlar, teşiyle yün eğiren anneler ve bu sade yaşamın içinde kendini bulan dedesi, hepsi hayatın akışı içinde birer an gibi süzülüyordu.
Dede, torununun saçlarına nazikçe dokunarak geçmişe doğru uzun bir iç çekti. “Buna benzer yaşanmışlıklar özlemini çektiğim şeylerdir,” dedi yumuşak bir sesle. “Çok yaşandı ve hâlâ da yaşanıyor her şey kendi ritminde.”
Çocuk, dedesinin sözlerini anlamaya çalışırken, dedesinin gözlerinin içine baktı. Dedenin yüzünde, yorgunlukla karışık bir huzur vardı. Dede, geçmişte kalan anılarını hatırlarken, onların arasından süzülen zamanı, torununa aktarmak ister gibiydi. Anlattıkları, bir insanın hayatındaki kusursuzluğun olmadığını, ama her şeyin bir ritim, bir döngü içinde devam ettiğini anlatıyordu.
“Bir çocuk,” dedi dede, “su dökmeden balığa içirir özenle. Bir heykeltıraş, mermere şekil verirken her darbesini yumuşakça indirir. Bir ebe, doğacak çocuğu dışarı çeker zarifçe. Bir bahçıvan, çiçeklerin yapraklarındaki tozu alırken nazik davranır. Ve bir morg görevlisi, bir ölünün çenesini bezle düğümler sıkıca.” Sesi giderek daha da derinleşti. “Her şeyin bir yolu, bir yöntemi vardır. Kuş, maviliklere kanat çırpar özgürce, ceylan, aslandan kaçar can havliyle. Bir kadın gözlerine rimel çeker dikkatlice, bir anne ise çocuğunun kanlı parçalarını toplar kahırla. Herkesin bir hayatta kalma mücadelesi, bir ritmi vardır.”
Dede, zamanın değişmeyen döngüsünü anlatırken, torununa bilgece bir bakış attı. “Bir keskin nişancı, hedefi vurmak için gez, göz, arpacığı denkleştirmeye çalışır, tıpkı güneşin çevresinde 365 gün boyunca etrafında dönen dünyamız gibi.” Çocuk, dedesinin derin konuşmasını dinlerken, sanki hayalinde bu dünyanın tüm çetrefilli yollarını görür gibiydi.
“Biliyor musun kara oğlum, bir kedicik, kar üstünde çaresizce donarken, bir diktatör her bir canlı öldürüldüğünde kahkahalarla kusursuz planının işleyişine sevinir. Her şey bir döngü içinde devam eder, her canlı bu döngünün bir parçasıdır.”
Torun, dedesinin sözlerini dikkatle dinlerken, onun bu sözlerinin ne anlama geldiğini anlamaya çalıştı. Dede, “Herkesin bir hayatı, bir ilki vardır,” dedi. “Bir masum güvercin de olsa, bir zalim avcı da olsa; bir başlangıç ve bir son vardır her zaman herkes ve her şey için.”
Bu sözleri söylerken dedenin yüzüne bir hüzün çöktü. “Aslolan,” dedi, “güzel bir söz, iyi bir davranış, bir yudum sevgi, adaletli bir paylaşım, özgürlükçü bir anlayış ve doğru bir yaşamdır.” Torun, dedesinin derin bakışlarının içinde kaybolmuştu. Dede, ona yaşamanın değerini, hayatın içindeki güzellikleri, adaletin ve sevginin önemini öğretmek istiyordu.
Gün, baharın ortasında, tüm güzelliğiyle parlıyordu. Dedesi, kokuları içine çekerken, “Çiçekler hangi renk açmış kara oğlum?” diye sordu. Torun, bir elinde serçe yavrusu tutarken, dedesinin sorusuna cevap verdi: “Yeşillikler içinde beyaz, sarı, kırmızı, mavi renginde, dedem.”
Dede, son bir kez daha konuşmak istedi. Sanki söylemek istediği çok şey vardı, ama kelimeler yetmiyordu. “Kusursuzu arama evlat,” dedi, “kusursuz olan tek şey ölümün kendisidir. Çünkü ölüm, diğer bütün ihtimalleri ortadan kaldırır.”
Çocuk, dedesinin sözlerinin ağırlığını hissetti, ama anlamaya çalıştı. Dedesinin elinden tuttu, birlikte dağlara doğru yürüdüler. Dede ürkek adımlar atarken, çocuk güvenle konuştu: “Elinden ben tutmuşum dedem, korkma.”
Dede, derin bir iç çekti ve fısıldadı: “Canım, gözün görmeyince elinden tutan ciğerin de olsa, bilinmezlik korkutur insanı…” Dede ve torun, dağların gölgesinde, birbirine tutunarak ilerlemeye devam etti. Her adımda dede, torununun elinden aldığı cesaretle biraz daha ileriye gitti. Her nefeste, yaşamın sonsuz döngüsü içinde yerlerini bulmaya çalıştılar.
Ve gün bittiğinde, iki nesil birbirine tutunmuş, hayatın karmaşıklığına rağmen yol alıyordu. Dede, son anlarında bile torununa hayatın derinliklerini, yaşamın anlamını öğretmeye çalıştı. Kusursuzluk arayışı boşunaydı, ama yaşamın içinde bulduğu anlamlar ve anılar, onu gerçek kılıyordu. Çünkü dede, torununa belki de hayatının en önemli dersini vermişti: Kusursuz olan tek şey, hayatın sonundaki ölümün kendisidir. Ama ölüm bile, yaşamın içindeki güzellikleri, sevgiyi ve adaleti anlamamıza engel olamaz.