Naim Kandemir
6 şubatta çifte depremle sarsılıp ülkenin beşte biri yıkıntıya dönüşmüşken, bu kez de 2 martta ülkede siyasal depremi yaşadık. İkincisi elbette ki kul yapısı, el yapımı bir depremdi.
Toplumun muhalif kesimleri, tarihi 14 mayıs olarak belirlenen seçimi, uçurumdan beline kadar sarkıtılmış ülkeyi geri çekeceğiz umuduyla kendi meşreplerinin icap ettirdiği oluşumlardan ümitlenirken, bir buçuk yıldır iktidara sert muhalefet yapan parti lideri kendince nedenler söyleyerek dahil olduğu masadaki sandalyesini terk etti.
***
Şimdi olaya iki taraftan bakmak gerekiyor. Altılı masanın kurulup yol almasıyla birlikte zaman içinde anlaşıldı ki Kılıçdaroğlu rakipsiz kalma, kendine mecbur etme stratejisini sessizce, sakince uyguladı. Kılıçdaroğlu’nun bu stratejisine gerekli kan CHP’de köşe başlarını tutmuş yıllanmışların pompalamalarıyla yeterince verildi. Onlar da kendilerince haklıydılar! Eğer ki İmamoğlu aday yapılıp da seçimi kazandıktan sonra, CHP’yi yeniden dizayn edeceğini tahmin ettiklerinden, koltuklarını kaybetmemek için iktidar ve yandaşlarının bu yöndeki organizasyonlarını sessizce izlediler. Bunun sonrasında da iktidar mıntıka temizliğini yargı eliyle yaparak kendileri için en tehlikeli adayı sahadan çıkardı.
Seçim, nihayetinde alınacak oyla kaybedilip kazanılıyor. Dolayısıyla seçimleri kazanmak için yarışa katılınıyorsa, kazanması kuvvetle muhtemel adayın çıkarılmasından ötesi maceradır. Kazanacak adayı belirlerken, ülkenin siyasi dinamikleri, halkın sorunları, talepleri, halkın yöneldiği lider tipi gibi unsurlara dikkat etmek gerekir. Sonuçta, pragmatizmden bu süreçte kaçmak mümkün değildir. Örneğin bir seçimde bir madrabazı yenmek için onu alt edecek özelliklere sahip birisiyle yarışa girmek gerekir.
Şahıslar olarak her birimiz kendi geleceğimizi riske atacağımız tercihlerde bulunup sonuçlarına da katlanabiliriz. Ancak bu risk seçimini 14 mayıstaki seçime teşmil edemeyiz. Halk, temsilcilerine vekâlet veriyorsa, kazan ve ülkeyi uçurumdan çıkar, diye veriyor. Bu konu deney yapılacak bir durum değildir. Ülkece ya batacağız, ya çıkacağız! Durum bu kadar ciddiyken aday belirlemede doğru yolu bulamamak ve bir buçuk yıl sonra verilen sözlere ihanet etmenin vebalinin altından kimse kalkamaz.
Hiçbir komutan savaşa kaybedeceğim diye girmez de harp sanatının erbapları savaştan önce de kazanacak-kaybedecek tarafı bilirler.
***
Bu adaylık meselesinde insan ister istemez İslamcı cenahın merhum yazarı Mehmet Şevket Eygi’nin şu cümlesini hatırlıyor. Mealen: Türkiye’de seçimler sağ-sol arasındaymış gibi görünür ama, aslında alevilerle sünniler arasındadır.
2002’den beri ivmelenerek devletin ve toplumun her tarafına nüfuz eden siyasal İslam iktidarında tersine bir gelişme oldu da-bizim bilmediğimiz-sol muhalefet, şaha kalktı da Eygi’nin bu tespitini terse çevirecek gelişmeler mi oldu memlekette? Bir buçuk yıllık süreçte ülke ve toplum gerçeği ortadayken geldiğimiz noktadan tünelin ucunu görebiliyorsanız ne mutlu size; ama yanılma şansınız ülkenin ve toplumun belinin kırılması demek olacaktır.
***
Bizler sade vatandaş olarak Kılıçdaroğlu’nun izlediği politikayı ve aylar öncesinden de kendisinin aday olacağını anlamış ve bunu sağır sultan bile duymuşken, bir liderin masadaşının bu niyetini anlayamaması mümkün müdür? Peki o zaman bir buçuk yıl politik drama mı yaptınız?
Bu noktada, Rüzgârsız havada dönen fırıldağın mutlaka bir üfleyeni vardır! sözünün bir kerâmetinin olacağını düşünmeliyiz.
İktidara stepne olarak takılan epeydir kullanılamaz halde, hava kaçırıyor. Takılan stepnenin jant üzerinde giderek alınacak mesafenin seçimden öteye gitmeyeceğinin idrakiyle yeni bir stepne temin etmek en akılcı yoldur elbette.
Bu masadan kalkma meselesinde dikkat çekici bir nokta da; iki dönem iktidar partisinin başarısı için çalışan araştırma merkeziyle lideri masadan kalkan partinin anlaşma yapmış olmasıdır. Hal bu olunca, iki tarafa da bilgi akışı, bir süre sonra arabulucuğa dönmemiştir diyebilir miyiz?
Ayrıca ülkedeki şipşak hastalığı belli ki masadan kalkan parti liderinde de var. Ekim 2017’de kurulup da anketlerde yüzde 10’larda gezen oy oranıyla hoop cumhurbaşkanlığı, hoop başbakanlık ve kilit bakanlıkları zapt etme hevesi! Bu hevaskârlığa Cem Uzan’ın Genç Parti’siyle üç aylık bir çalışmayla 2002 kasım seçiminde yüzde 7.25 oy almasının özendirici bir etkisi olmalı!
Bu bahiste dikkat çeken bir husus da şu: masadan kalkan lider ve partisi ne bahane öne sürerlerse sürsünler, çıplak gerçek şu ki; onlar da siyasal İslama ikinci kez iktidarı altın tepside sundular. Demek ki bazen farklı cenahlardaki milliyetçiler birbirinin aynı davranabiliyorlar!
***
Masada kalanlar ve gelecek olanlar umalım ki gideni aratmasınlar! Masadakiler ve masaya yeni katılacaklar veya destekleyecekler, Kılıçdaroğlu nasılsa bize muhtaç, deyip istek çıtalarını yükseltip, bir nevi ne koparırsak kârdır, mantığına savrulmasınlar.
Diğer yandan, masada kalan CHP dışındaki dörtlünün cumhurbaşkanlığının alınmasının birincil dertleri olduğunu düşünmüyorum. Onların temel derdi: bu süreçte alacakları birkaç vekillikle Meclise girmek ve AKP’nin parçalanmasını bekleyerek, parçalardan büyük olanlarının kendi şemsiyeleri altına girmelerini hayal etmek olacaktır.
Bir diğer endişemi de yazayım: HDP, BDP olarak 2010’da yaptığı boykota tekrar tevessül etmez umarım. Bir de, bizim taleplerimiz masada karşılanmadı ve benzeri bir açıklamayla pasif tutum takınmazlar sanırım.
Şunun herkesten çok HDP’nin bilincinde olacağını düşünüyorum: 2 martta ülkede genişletilmiş İslamcı Milliyetçi Cephe kuruldu…
Belli ki Eygi’nin yukarıda aktardığım tespiti bugün de yabana atılacak bir tespit değil. Akşener ve partisi gideceği yerde fevkâlade bir fayda sağlayamayacak ama Eygi’nin belirttiği tespitteki devlet aklının ve tercihinin yanında yer alıp seçtirmeme görevi için gereğini yapmış görünüyor.
2 martta bildiğimiz bir gerçeği teyit etmiş olduk: bu ülkede, özellikle siyaset alanında, gelmekte olan tehlikenin yeterince farkında olunmayıp, bazıları için önceliğin dillerindeki gibi ülke ve toplum olmadığını görmemiz oldu. Bu abes durum onların ayıbı da, halka düşen ise; yüzlerdeki maskenin altındakini görüp, dillerin altında söylenmeyenleri duyup, bu keneleri sırtından atmasıdır.
Gelinen noktada belli ki gidenin de kalanların da planları var. Herkes kendi yolundan yürüyecek. Bundan sonrasında, pişmiş aşa katılan suyun aşın tadını bozmaması için ne yapılacaksa hep birlikte yapılacak. Görev bu.
Masadaki beş partinin desteğine eklenecek olan HDP ve sol hareketin desteği ile tek adam rejimini sona erdirmek ve demokratik temsiliyetin önünü açmak mümkün olabilir. Bu tarihsel dayanışmanın gücünü arkasına alan masa, isterse çok şeyleri başarabilir ve yeniden toplumun umudu olabilir…
5 Mart 2023
Ankara