Mustafa Kumanova
İnsana ve doğaya karşıt olan faşist silah yanlısıdır ve paraya yönelik bir güce tapınmaya ise heveslidir(bunu MHP ve Türkiye’deki , mafya örgütlenmelerinde görebilmemiz mümkündür).
Bir faşist sadece insan karşıtı değildir aynı zamanda bir doğa karşıtıdır da. Bunun en güzel örneklerine doğası katledilen Türkiye’de sıklıkla rastlayabiliriz. İnsana ve doğaya karşıt olan faşist silah yanlısıdır ve paraya yönelik bir güce tapınmaya ise heveslidir(bunu MHP ve Türkiye’deki , mafya örgütlenmelerinde görebilmemiz mümkündür). Hayatı bir tüketim nesnesine döndüren modern kapitalizmin toplumdaki somut tezahürü olan ulus-devlet ise bu yanlılık ve hevesin, ezilen insanların başkaldırı ve isyan tehlikesi karşısında, en büyük destekçisidir. Eğer ezilenler veya alttakiler, ezenlerin ve üsttekilerin eylem ve niyetlerine karşı boyun eğdirilemeyen bir karşı duruş sergilerlerse modern kapitalizmin aslında öznesi olan ulus-devlet onlara karşı zalimce ve adi suçlular gibi davranır. Onları boyunduruk altına almak ve kapitalizmin çizdiği mutlu resmi bozan lekeler olarak onları bu ortamdan silmek ister. Bugün Türkiye’de haksızlıklar ve sömürü karşısında susmayıp fikirlerini söyledikleri için hapsedilen onlarca ilerici insanın başına gelenler tam da budur. Ulus-devletin ve bu bağlamda bağrında beslediği faşistlerin tüm ilgi alanları diğer insanlar ve dünya üzerinde güç kurma üzerinedir. Retorikle bu desteklenir. Sahip oldukları hastalıklı anlayışa göre ait oldukları millet dünyanın üzerinde ve o milliyet dünyaya bedeldir. Bu sadece bir takıntı değildir. Aynı zamanda bir istek ve bir motivasyondur. İnsan ruhunun acınası rahatsızlıklarından olan gerici ve ırkçı bir milliyetçilik anlayışının farklı alışkanlıklar, özgür irade ve bağımsız fikirler karşısında içine düştüğü aczin yarattığı “biz değil/ben”dir. Farklı olmaya ve ötekileşmeye karşı bu kadar büyük bir hoşgörüsüzlüğün diğer görünmeyen tarafında ise kapitalizmin paraya tapan ateşli bir tüketimciliği ve dünyayı ve diğer insanları kullanması ve tüm emekçi insanların birikimi olan toplumsal serveti manipüle ederek yağmalaması vardır.
Böylece gücü eline geçiren faşist kendi kendini yetkilendirir. Devasa finans şirketlerinin ve küresel tekellerin peşinde koşarak milliyetçilik yapar. Haksız elde ettiği servetinin ruhunu devamlı yiyen açığa çıkma korkusu, içinde bulunduğu faşist psikolojiye neden olan en önemli faktörlerdendir. Arzularına göre hareket etmesini istediği insanları satın alma ve onlara rüşvet verme kabiliyetine sahip olmak için kalıcı şekilde paraya sahip olmak zorundadır(bugünkü Cumhur İttifakı bu durumu topluma açıkça gösteriyor). Bu ise mutlak gücü elinde bulundurmaya zorunlu hissetmenin patolojik bir arzusudur. Servetinin ortaya çıkma ve onu kaybetme endişesi ise her türlü kaotik davranışa kapı aralar. Ve toplumu bir uçurumun eşiğine getirir.
Kısacası Türkiye şu gün yazı dizisi boyunca bahsettiğimiz bu faşist tasvir ve kavramsal olarak irdelediğimiz milliyetçi manzara ile karşı karşıyadır.
Tarihsel çizgisine baktığımızda kendisinden gelişmişlik beklenirken bir kişinin sultası altında her geçen gün faşizm bataklığına doğru yol alan, etnik, dini ve ulusal kimliklerin politik alan içine sıkıştırıldığı, böyle olduğu için de gerici bir milliyetçilik ve laiklikten uzaklaştığı oranda yobaz bir dincilik anlayışına saplanıp kalmış bir ülke Türkiye. Ve artık bu ülkede hangi muhalif partiden, topluluktan ya da farklı kimliklerden olursa olsun toplumsal servetin her gün yağmalanıp talan edilmesi ve demokrasi ve özgürlüklerin her geçen gün otoriter/totaliter bir anlayış lehine törpülenmesi karşısında ezilenlerin yanında olmak bir elzemdir. Bu bağlamda İttifak Arayışı’nda olan muhalifler, yukardaki mevcut durumu dikkate alarak net demokratik bir program etrafında bu faşist yapılanmaya karşı birleşerek mücadele etmek zorundadırlar. Aksi takdirde gelecekte bırakın bir ittifak arayışını, muhalefeti bile mumla arar hale geliriz. Çünkü ortada bir muhalefet ve muhalif kalmayacak.
Diğer taraftan önümüzdeki seçimlerde sadece muhalefet ve iktidar karşı karşıya gelmeyecek. Ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen, soyan ve soyulan, zalim ve kimsesiz, zengin ve yoksul, mağrur ve mağdur da karşı karşıya gelecek.
Sonucu belirleyecek olan ise bir halkın nerede durduğu olacak. Bir despotluğun yanı mı, yoksa adaletin yanı mı? Ezenlerin yanı mı, yoksa ezilenlerin yanı mı? Totaliter bir saltanatın yanı mı, yoksa demokratik ve özgür bir Türkiye isteyenlerin yanı mı?