Memet Sönmez
Arnavutluk!
Yolun götürdüğü yere gitmeyin, demiş eski bir yolcu. Ve eklemiş; Yol olmayan bir yere gidin ve kendi izinizi bırakın…
Birkaç yıl önce yolu olan ama köprüsü olmayan Hakkâri Zapsuyu’na gitmiştim. 1960’llı yıllarda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yaptığı köprüden geçtim, köylülerle sohbet ettim. Devrimci gençliğin izlerini gördüm. Yukarıdaki sözün değerini o zaman anlamıştım.
Şimdi başka izler peşindeyim.
Enver Hoca ‘nın ülkesi:
Arnavutluk’ ta.
91 li yıllarda mahpus damından çıkmamıza beş ay varken arkadaşlarla tartışıyoruz. Dışarıdaki siyasal değişim, Glasnost, Perestorika, SSCB nin, dağılması, doğu Avrupa sosyalist ülkelerinin tek tek çözüldüğü hapishaneye bire bir yansımamıştı. Yani bizler hâlâ skolistik anlayışla (da olsa) sosyalist, devrimci düşünceleri savunuyorduk. Ama en keskin düşüncelere sahip bir arkadaşımız vardı ki çok tatlıydı. Ve sosyalizme, devrime çok inanıyordu. Bizler yavaş da olsa artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını, artık yeni şeyler söyleme zamanının geldiğini öğreniyorduk. Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Polonya, Çekoslovakya… Tek tek düşmüş, sosyalizmi simgeleyen senboller, liderlerinin heykelleri yıkılmıştı. Bir tek ülke vardı ki, bir türlü yıkılmıyordu. Bu ülke Arnavutluk’tu. Bu durum, ideolojik olarak Arnavutluk’tan beslenen bir arkadaşımızı gururlandırıyordu. Çok değil, birkaç ay sonra Enver Hocanın çelik heykelleri de yıkılacak, jilet fabrikasına gönderilecekti. Bu arkadaşımız çok inanmamış olacak ki, inanılmaz bir yaklaşımda bulundu : ” Enver hocanın heykelleri, daha büyükleri dikilmek için yıkılıyor ” demişti.
Yıllar geçti Enver Hoca’nın heykelleri tekrar dikilmedi ama o günlerin sosyalist izleri burada, bu ülkelerde yaşamaya devam ediyor.
Evet burası Arnavutluk. İnanılmaz yeşil. Her ev geniş bahçelere, bostanlara açılan avlu duvarlarıyla çevrili. Kendi ihtiyaçlarını karşılayacak, fazlasını “köylü” pazarlarında satacak sebze meyve yetiştiriliyor. Bunun dışında geniş araziler de hep ekilen, biçilen tarım üretimi hakim. Şehirlere, SSCB ‘ nin ön ayak olduğu sosyal konutlarla dolu. Öyle sosyal konut dediğime bakmayın. Öbür doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bu konutlarda kreşler, ortak çamaşır yıkanan bölümler, sosyal alanlar… var. Ben bu ülkeleri hep’ 70 li yılların Türkiye’sine benzetirim. Ya da bugünkü İzmir’ e. Talan edilmemiş, henüz vahşi kapitalizm kendisini göstermemiş, kollarını sıvamış bekliyor.
Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Sırbistan, Makedonya…
Ah Yugoslavya!
Bulgaristan, Romanya… Arnavutluk,
Tito’ nun, Enver Hoca’ nın, Çavuşesku’nun ve yüzbinlerce partizan ın, milyonlarca halkın kurduğu bu bereketli topraklar, bu güzellikler; her köşesi cennetten meyveler veren birer bahçe olan bu coğrafya, vahşi kapitalizminin böldüğü, parçaladığı lokmalar haline geldi. Bu güzel coğrafyayı gördükçe üzüldüğümü, içimin acıdığını söyleyebilirim. Ama her kötü şey, bir güzel şeye gebedir. Bu umut dolu düşüncelerle Arnavutluk’ta ayrılıyor, bu coğrafyanın bir başka cennet köşesine gitmek üzere motorumun didonunu çeviriyorum.
… /…