Mülteci Bir Kürt ve Defteri

HomeManşet Haberler

Mülteci Bir Kürt ve Defteri

  Aramızdan ayrılan Av. Salih Şahin’e…   

                                                        

Ak’ı  karadan seçemediğim o günlerdi. Alleben Deresi’nin bir kanat üstündeydik, Kendirli Kilisesi’nin bahçesinde, sanırım saat Antep’in dördüydü, küçük bardaklardan çay içiyorduk, beş cümlemden biri Kürtçe, kalan cümlelerim Türkçeden dört bıçak gibiydi kendime sapladığım!

Ben ve Salih Amca, Av. Salih Şahin yani, kaç kelime etmiştik o gün bilmiyorum, kaç kelam susmuştuk onu da bilmiyorum ama şunu iyi biliyorum; sen bana yaz demiştin ya, işte şimdi bana yaz diyen sana yazıyorum.

Kirpiklerin giderken susmamıştır, biliyorum, kaşın da eskisi gibi kalkık gitmişsindir, bir hayret cümlesi gibi yani. Soramadım Bülent’e dün gece arayınca, göğsümüzün üstünde bir onurun ağırlığı bazen insana “sus konuşma!” diyor.

Çok defa oturduk, en son bir kaç yıl önceydi, tarihim yok benim o sebeple günleri, günlerin hatıralarını, tarihlerini, zamanlarını hatırlayamıyorum, bağışla n’olur!

Çok defa oturmuştuk seninle de ama en son bir kaç yıl önce idi insan haklarının bir gecesindeydi, insanların olduğu ama haklarının olmadığı bir kaç cümle öncesinden bir geceydi işte.

Salih Amca’m o kentin gecelerine o kadar çok iz sürdüm ki; yalnızlığıma, bir çırağın elindeki demirden levyeye, bir ustanın bağ evi anılarına…

Sonra orada, o kentte, o kadar çok anı ve o kadar çok adamlar oldu ki. Bazılarını görsem tanımam bazılarını da cennette görünce hatırlarım, onları yakacak bir kötülük ateşi yok.

O bahçede, o Kendirli Kilisesinin duvarının dibinde senden önce ve senden sonra da oturdum, kimlerle mi: kentin hafızası Ülkü Tamer ile, tarihimizin acı hafızası Celal Amca ile, gerçi o kentte iki Celal vardı biri hiç akrabam olmadı, hafızam da!

Hâr diye kâğıttan hayaller yazıyorduk, sesli güldüm şimdi sana yazarken, “yaz, kin tutma” demiştin, tutmadım ve kinsiz ve kınsız bir adam oldum arkamdaki tüm kötülüklere rağmen. Bugün yine oralara gelebiliyorum, gelince Bülent’i de arıyorum, taş duvara bakarak düşünüyorum, kendirlinin duvarına, “ne mutlu bize ki hiç bir utancımız yokmuş” diyorum içimden.

Hani “bu yer bu gök diyor ya” şarkının birinde bir köre sesleniyor ya bir dize, işte öyle bir boşluk gibi içimden akıp gidiyor bütün cümleler, bir fotoğrafını istedim içinde kendimin olmayan, içinde bir şiir geçmeyen, içinde Alleben’in sesini duyamayacağım; mümkün mü? Yaptı Bülent yapacağını, “mülteci bir Kürt” diye de yazdı fotoğrafın altına, oturdum bakıyorum ve “mülteci bir Kürt ve hatırası üzerine” yazmağa çalışıyorum.

Oğlum geldi az önce, o yıllarda elimden kopmayan oğlum küçücüktü, hatırladı seni fotoğraflarına bakınca; ne güzel bir şey insanın oğlunun babasından kalanları hatırlaması, ona dokunması, onu biliyor olması, ona değer vermesi, değil mi Salih Amca’m, işte senin Bülent’ten oğlun ile benim Civan’dan oğlum.  işte yurdumuz, şu halkların kardeşliği zaten yokta keşke halkların kalleşliği de olmasaydı!

İşte benim sürgün mülteci amcam; Salih Amcam, bu duygularla oturdum sana yazıyorum, koluma tesir eden şu ağrı ile, halkımıza tesir eden bir acıyla; bir yurt ağrısıyla, bir yurt acısıyla yazıyorum. Aklımda bütün bu acılar varken, senin dirayetli kaşından ve güneşin battığı yere bakan gözlerindeki sebebin o hikâyesi ile yazıyorum. Biliyorum ki acıların, kayaların, çocukların, halkların o haykırışını duyacak o batan güneş, o tanrı ve o mülteci defterine şöyle yazacaklar: af eyle bizi ey halk, af eyle bizi ey yoksul gece, af eyle bizi ey sevdiğine sığınan insan, af eyle bizi diye selenecekler.

Mazlum Çetinkaya

  1. 11. 2022 / Malatya

 

 

 

 

 

guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments