Ne Yapmalıyız

HomeAvrupa

Ne Yapmalıyız

Zincirlerinden boşalan faşist terör en ufak bir demokratik kıpırdamaya bile tahammül etmiyor. Elde sopa başını kaldıranın tepesine hışımla iniyor. Gücünü ise, yaydığı dehşet ve korkudan alıyor. Bugün işte bu korku duvarını yıkma günüdür ve bu tarihi görev bizim omuzlarımızdadır.

Faşizm sinmiş insanları sever. Biz o sinmişlerden olmayacağız ve sokaklarımızda cirit atan azgın teröre topyekûn sivil bir direnişle cevap vermeliyiz.

Peki, ne yapmalıyız?

KENDİ KENDİMİZİ YÖNETMELİYİZ

Öncelikle rejime muhalif olan siyasi parti ve sivil kurum temsilcilerinden oluşan bir meclis kurulmalı ve bu meclis siyasi tutukluların serbest bırakılması başta olmak üzere, Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan bütün halkların gasp edilen hak ve özgürlüklerinin iade edilmesi için hükümete üç aylık bir süre tanımalıdır. Bu süreyi siyasi tutukluların serbest bırakılması konusunda hükümetle pazarlık yapmak, kendimizi ve taleplerimizi halka ve dünyaya anlatmak ve destek almak için kullanmalıyız. Süre sonunda taleplerimiz kabul edilmezse, uygulayacağımız sivil projelerle AKP ve onun temsil ettiği faşist rejimin altını boşaltmalıyız. Örnek olarak, her sokakta anadilde eğitim yapan bir ev kampanyası başlatabiliriz. Bu sivil itaatsizlik, çocukları robotlaştıran bu ezberci, asimilasyoncu ve ırkçı eğitimi çıkmaza sokacak ve rejimde derin bir çatlak oluşturacaktır. Ve hak ve özgürlüklerimizi kendi kendimizi yönettiğimiz köy ve mahalle meclisleri aracılığıyla hayata geçirmeliyiz.

HÜKÜMETİ ZAM YAPAMAZ HALE GETİRMELİYİZ

Hayatı yaşanmaz hale getiren zamlar bizi karşısında bulmalıdır. Zamlara karşı öyle geniş çaplı boykotlar örgütlemeliyiz ki, hükümet uğrayacağı vergi kaybı ile büyük bir kan kaybına uğramalıdır. Arap şeyhleri bile onları kurtaramayacaktır. Ya Fas ve Tunus gibi ülkelerde olduğu zam yapmaktan vaz geçecek, ya da pılı pırtıyı toplayıp gidecekler. Örnek olarak; akaryakıta her zam yapıldığında bir hafta ya da üç günlük kontak kapatma eylemleri başlatmalıyız. Her eve bir ampul kampanyasıyla elektrik tüketimini de asgariye indirebiliriz. Akaryakıt ve elektriğin yüzde 70’i vergi olduğuna göre, devletin kasasına oluk oluk akan vergiler dibe vuracaktır. Buna bir de başka ekonomik boykotları da eklersek, cebimizden milyar dolarlar akıttıkları o savaş uçaklarını, savaş araç ve gereçlerini, hak arayıcılarının gözlerine sıktıkları o zehirli gazları, cop ve kelepçeleri hangi parayla satın alacaklar? Günde 15 milyon (trilyon) lira harcanan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı, onca büyük orduyu, o koca polis ve istihbarat teşkilatını, yargı, cezaevi ve bakanlık bürokrasisini neyle besleyecekler?

Kısacası rejimin kaderi bizim elimizdedir.

MÜLK SAHİBİ BİZİZ, ONLAR İSE KİRACI

Hükümet üzerinde öyle şok edici ekonomik, sosyal ve siyasal bir baskı uygulamalıyız ki, hükümetin, muhalif siyasetçileri ve düşünce insanlarını siyasi faaliyetleri ve düşünceleri nedeniyle hapse atmaya mecali kalmasın. Hapiste olanlar da serbest bırakılmak zorunda kalınsın. Cumartesi Anneleri her cumartesi günü kelepçelenerek esaret altına alınmasın. Halkın seçtiği belediye başkanları görevden alınıp, yerlerine kayyum atanmasın. Örnek olarak, halk meclislerinin denetiminde çalışan herhangi bir belediyemize kayyum atandığında biz alternatif olarak kendi belediyemizi kurmalıyız. Bu çift başlılığın siyasi faturası rejim ve AKP için çok acı olacaktır.

Yine günün belli saatlerinde teneke ve düdük çalma eylemini başlatarak hayatı AKP ve sömürgeci rejime zehir edebiliriz. Bu tam bir kargaşadır ve kontrol edilemezliğiyle sarsıcı sivil bir eylemdir. Belli günlerde kitlesel olarak kimlik bırakıp günlük işlerimiz için sokağa çıktığımızda kimin kim olduğu ve ne olduğu seçilemeyecek, hükümet kontrolü tamamen kaybedecektir. Yine belli günlerde rejimle ilişkileri askıya alan ambargolar uygulayabiliriz. O günlerde hastaneler dışında devlet kurumlarına ve bankalara gitmeyiz.

Şunu hiç akıldan çıkarmamalıyız: Devlet ve devletin başındaki eli sopalılar varlıklarını bize borçludurlar. Çünkü devlet çarkı bizim sayemizde dönüyor. Biz olmazsak onlar da olmaz; rejim felç olur. İşte bunun özgüveniyle hareket etmeliyiz. Bilinen bir deyimle, “Mülk sahibi biziz, onlar kiracıdır.”

ÜLKE BİR SİYASET OKULUNA DÖNÜŞMELİDİR

Siyasi parti ve sivil kurum temsilcilerinden oluşan o meclis bir parlamento gibi çalışmalıdır. Haftanın üç günü toplanıp, kurmak istediğimiz düzenin alt yapısını oluşturacak kararlar/kanunlar çıkarmalı ve bunları belli aralıklarla fiili referanduma götürmelidir. Böylece ülke bir siyaset okuluna dönüşecektir. Bu referandum tartışmaları bir bilinç sıçraması yaratacağı gibi, kuracağımız özgürlükçü düzenin bu sömürgeci düzenle olan farkı da ortaya çıkacaktır. Halk bu farkı görecek ve kendisinin söz ve karar sahibi olduğu o kardeşlik ve eşitlik düzenini kurmak için doğaldır ki, bütün imkânlarıyla harekete geçecektir. Tarihten biliyoruz ki, kurtuluş hedefine kilitlenen bir halkı hiçbir güç dize getiremez.

DİYARBAKIR’DAN BRÜKSEL’E YÜRÜYÜŞ

Yaşadığımız sorunları dünya halklarıyla paylaşmak ve enternasyonal birliği sağlamak için altı ay sürecek bir Diyarbakır Brüksel yürüyüşü başlatabiliriz. Bizim üç yıl süren Uzun Yürüyüşü başlatan Çin halkından hiçbir eksiğimiz yoktur.

DÜNYA HALKLARI ÖRGÜTÜ

Birleşmiş Milletler sesimizi duymadığına göre, biz de her kıtadan ve ülkeden halklarla DÜNYA HALKLARI ÖRGÜTÜ (DHÖ) yü kurarız. Böylece hem içte, hem de dışta alternatif bir güç oluruz. Umarız Birleşmiş Milletler, devletleri kayırıp halkları yok sayan adaletsiz siyasetini terk eder. Aksi halde kuracağımız DHÖ’yü Birleşmiş Milletler (BM) nin karşısına dikeriz. Sabrımızı taşırırlarsa biz en önde olmak üzere her ülkeden milyonları Avrupa’nın kapısına yığarız. Şu bilinsin ki, bu topraklar ve bu halklar sahipsiz değildir. Biz buradayız.

YENİ BİR ÖRGÜTLENME MODELİ

Zincir örgütlenmesi adıyla yeni bir örgütlenme modeline geçilmelidir. Bu modelin esası geniş bir örgütlülük ağı oluşturmaktır. Her taraftarımız üç kişiyi örgütlemekle görevli olacaktır. Örgütlenen bu kişilerin her biri de başka üç kişiyi örgütleyecek. Böylece her halktan ve her kesimden milyonlarca kadın ve erkek bir zincirin halkları gibi birbirine bağlanacak ve hep hareket halinde olacaklardır. Ev hanımları üzerinden bir örnek vermek gerekirse, ev işinden ayırdığı bir iki saatini komşusunu örgütlemek için harcayacak. O da başkasını örgütleyecek. Yoğun çaba ve emek isteyen bu çalışmayla örgütsüz kimse kalmayacak, herkesin bir görevi ve misyonu olacak.

Elektrik akımı gibi hızlı hareket etme kabiliyetine sahip olan bu sivil kuvvet ayağa kalktığında tarih yeniden yazılacaktır. Biz

bu sivil itaatsizlikler paketini uygularken, şiddeti kesinlikle reddetmeliyiz. Böylece ajan ve provokatörlerin aramıza sızarak, tarihte kabul gören meşru sivil mücadelemizi rayından çıkarmalarının ve halkın zarar görmesinin önüne geçmiş olacağız.

AİLE RUHU SEFERBERLİĞİ

Sosyal pek çok projeyi de hayata geçirebiliriz. Örnek olarak; tüm toplum kesimlerinde bir aile ruhu yaratmak için bir seferberlik başlatmalıyız. İyi günde kötü günde, fakirlikte zenginlikte birlikte olduğumuz ve dayanıştığımız büyük bir kardeşlik ailesi olmalıyız. Aç bir insanımız bile varsa, boğazımızdan rahat bir lokma geçmemelidir. Onun imdadına koşmalı, kader birliği yapmalıyız. Ve sokakta şiddet uygulayan, cinayet işleyen ve halkın huzurunu kaçıran kişi ve çeteleri teşhir ve tecrit ederek toplumu bu pisliklerden ve her türlü kötülükten temizlemeliyiz.

HALKA KALKAN OLMALIYIZ

Mücadelede halka kalkan olup, en önde biz yürümeliyiz. Bir risk alınacaksa, bunu biz üstlenmeliyiz.  Taraftarlarımızdan birine vurulan bir fiske hepimize vurulmuş öldürücü bir darbe olmalıdır. Cezaevinde tek bir taraftarımız bile varsa, hepimiz kendimizi cezaevindeymişiz gibi hissetmelşyiz. Rakiplerimiz bunu bilerek hareket edeceklerdir. Bileceklerdir ki, biz halkımızı ölüm pahasına koruruz.

Sonuç olarak, AKP ve bu faşist rejime huzur yok; ya hizaya gelecekler, ya da gidecekler!

 

Subscribe
Notify of
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments