Son bir yılda Ortadoğu’da üç önemli olay yaşandı.
- Hamas tarafından planlanıp gerçekleştirilen ve Gazze’nin işgaline yol açan 7 Ekim 2023 tarihli sürpriz baskın. Bu baskın ve çatışmalar, başta Arap ve İsrail kamuoyu olmak üzere dünyanın her tarafında uluslararası siyasetin ana gündem maddelerinden biri haline geldi.Eşzamanlı olarak Lübnanlı Hizbullah örgütü, Filistin halkının direnişine destek olmak babından Lübnan’ın güneyinden İsrail’in sınır bölgelerini roket, füze, SİHA gibi savaş araçlarıyla hedef aldı. İsrail ordusu, 40 binden fazla sivil insanı öldürüp Gazze bölgesini viraneye çevirdi, Hamas’ın askeri gücüne önemli darbeler vurdu. Ancak Hamas ile müttefiki diğer silahlı direnişçileri yok edemedi ve direnişi de bitiremedi.
Açık kanıtı şudur: İsrail, ABD-Mısır-Katar aracılığıyla imha edemediği Hamas ile dolaylı biçimde görüşmeler yapıyor.
- Gazze’den sonra sıranın Hizbullah’a geldiğine karar veren Başbakan Binmayin Netanyahu ve savaş kabinesi, bu kez çatışmanın eksenini Lübnan’a kaydırdı. Savaş uçakları, ağır toplar, SİHA ve benzeri araçlarla başkent Beyrut ile ülkenin güney yerleşim birimlerini bombalıyor.Taktik değişikliği yapan Netanyahu savaşı Lübnan, Suriye ve Irak’a yaymak suretiyle bölgeyi yangın yerine çevirme planını uyguluyor. Yetmeyince, İsrail istihbarat birimleri (MOSSAD ve ŞİN BEYT) gelişmiş teknolojiden yararlanarak istihbarat tuzaklarıyla düşmanını çökertip tasfiye etmeye yöneldiler.
Bazı Hizbullah komutanları SİHA veya başka yöntemlerle katledildi. Yanı sıra şu oldu: 17 ve 18 Eylül 2024 tarihlerinde, Hizbullah tarafından kullanılmakta olan binlerce çağrı cihazı ve yüzlerce telsiz, İsrail’in saldırısı sonucu Lübnan ve Suriye’de eş zamanlı olarak patladı.
27 Eylül akşamı sığınak delici bombaların atıldığı Beyrut-El Dahiyye yöresindeki Hizbullah karargâhı bombalandı. Lider Hasan Nasrallah’la birlikte örgütün kurmay ve komuta kademesindeki subayları katledildi.
Bu olaylar zinciri, Ekim 2023’te İsrail-Hizbullah çatışmasının başlamasından bu yana Hizbullah saflarındaki en büyük güvenlik ihlali sayılır.Yukarıda sayılan olayların bölgedeki denge ve denklemlerin değişmesine yol açtığı uzmanlar ve gözlemciler tarafından doğrulanmaktadır.
- İran, Nisan ve Ekim 2024’te olmak üzere yüzlerce füze saldırısında bulundu. İsrail farklı yöntemlerle buna misilleme yaptı. Fakat olay büyük yankı uyandırmasına rağmen bölgedeki dengeleri değiştirmekten uzaktı.
Tukidides Tuzağı
Şöyle ki;
Tukidides, milattan önce 460 ile 400 yılları arasında yaşamış Atinalı bir komutan ve tarihçidir.
Herodot ile birlikte modern tarih biliminin kurucusu olarak kabul edilir.
Tukidides’in en ünlü eseri, bir süre asker olarak içinde bulunduğu sonra da tanıklık ettiği, zamanın iki süper gücü konumundaki Atina ile Sparta şehir devletleri arasında 27 yıl süren Peleponnes Savaşlarını anlatır.
Tukidides, Peloponnes savaşlarını egemenlik (hegemonya) mücadelesiyle açıklar.
Savaşın Sparta’nın hegemonik güç dengesini bozmaya başlayan Atina’ya karşı giriştiği faaliyetlerden kaynakladığını öne sürer.
Sparta’nın ise Atina’nın daha fazla güçlenerek hegemonik liderliği ele almasını önlemek için bu savaşa girmeyi göze aldığına dikkat çeker.
Savaş, Yunanistan’a, Makedonya’ya ve savaşa giren diğer kent devletlerine huzur getirmek bir yana o döneme kadar kurulmuş görünen barış ortamını da bozarak sonuçlandı.
Savaşı Sparta kazanmış gibi görünse de aslında her iki taraf da ciddi güç kaybına uğradı.
Bu iki büyük düşman çatışmada güç kaybettiği için, bu durumdan kazançlı çıkan dönemin büyük devletini yöneten Pers (eski İran) hükümdarları oldu. 1
Tukidides Tuzağı kavramanı Ortadoğu’daki çatışan veya hasım güçlerin vaziyetine uyarlarsak şunu görebiliriz:
1987 ve bilhassa 2004’ten bu yana İsrail içinde veya işgal edilen topraklarda sürekli eylem yapan Hamas, birkaç dönem İsrail’in hava ve kara saldırılarına maruz kaldı.
Son çatışma öncesinde giderek güçlenen Hamas direniş hareketinin yaklaşık 40 bin silahlı askeri (cephe neferi, vurucu timler, operasyonel güçler, özel birimleri vs.) vardı.
Kendi imalathanelerinde ürettiği füze, roket ve SİHA türü araçlarla İsrail’i havadan ve karadan hedef alan bir güce sahipti.
Bu yükselen güç, dünyanın sayılı güçlerinden İsrail devleti ve ordusuna açıkça meydan okudu.
7 Ekim 2023’te Filistin direniş tarihinde görülmemiş bir baskın eylemi yapıp yüzlerce İsrailliyi rehin alıp Gazze’ye götürdü.
Lübnanlı Hizbullah ise İran’dan da aldığı güçle hem kendi ülkesinde yıllarca iktidar ortağı oldu hem de devlet içinde devlet tabirine uygun olarak başlı başına (40 binden fazla profesyonel asker) bir ordu ve istihbarat birimi oluşturdu.
İsrail’i Lübnan topraklarından çıkartacak kadar güçlendi. 2006’da Lübnan güneyinin büyük yıkıma uğradı. Yine de Hizbullah, İsrail kara birliklerini geriletti.
Cephaneliği İsrail’i korkutacak kadar büyüyüp nitelikli hale geldi. O tarihten bu yana İsrail’e kafa tutmakta ve meydan okumaktadır.
IHA ve SİHA gibi hava araçlarıyla İsrail’in hassas askeri ve istihbarat merkezlerini görüntüledi; bombaladı. Atılan bombalar Tel Aviv gibi sanayi merkezlerine bile ulaşabildi.
Demem o ki, Hamas ile Hizbullah yaşadıkları bölgelerde büyüyen kuvvet ve kudretinin farkına varıp bunu İsrail gibi Ortadoğu’nun süper güçlerinden biri sayılan İsrail’e başkaldırdı. Onunla boy ölçüşmeye girişti.
Her iki örgütü küçümseyip duran kibirli İsrail, 7 Ekim 2023 tarihli baskın nedeniyle panikledi; Hamas ve Hizbullah’la baş edebilmek için dünyanın süper devleti ABD’den yardım istedi.
İngiliz ve Amerikan generalleri ile deneyimli istihbaratçıları İsrail’in savaş karargâhında işbaşı yaptılar.
Yürütülen şimdiki savaş, bir anlamda bahsedilen iki örgüte karşı ABD-İngiltere-İsrail ortak harekâtıdır.
Diğer Batı ülkelerinin askeri ve siyasi desteklerini de saymıyoruz.
Buna rağmen İsrail, büyük zarar verdiği Hamas’ı hâlâ imha edemedi; aynı şey Hizbullah ile son çatışma için de geçerlidir.
Yani Hamas’ın İsrail ile görülecek hesabı var. Hizbullah da İsrail ile hesaplaşmaya son vermeyecek.
İsrail şimdilik başarılı gibi görülse de o da Tukidides Tuzağı’na yakalanmıştır. Şuradan anlıyoruz:
1990’lardan günümüze Hamas, Hizbullah, İslami Cihat, Marksist Halk Cephesi gibi örgütlerle mücadelenin bir türlü sonu gelmiyor.
Bu örgütler de İsrail’e karşı kesin bir üstünlük sağlayamıyorlar. Üstelik İsrail’in müttefikleri (ABD, Avrupa) ile Hamas-Hizbullah ikilisinin destekçileri (İran, bir ölçüde Suriye, Iraklı Şii milisler) yaklaşık 30 yıllık savaşın değişip duran aktörleri haline gelmişlerdir.
Diğer bir deyimle yenen de yenilen de bu tuzaktan, açmaz ve çıkmazdan kurtulabilmiş değildir.
Tersine, savaş bölgesel (Suriye, Lübnan, Irak, İran, Yemen) ve uluslararası (ABD, AB, Rusya, Çin) bir hal kazanmıştır.
Aynı kaçınılmaz tuzak, büyük devlet için de geçerlidir:
ABD’li siyaset bilimci Graham Allison “Destined for War: Can America and China Escape Thuchydides’s Trap?” (Mukadder Savaş: Amerika ile Çin Tukidides Tuzağı’ndan Kurtulabilirler mi) adlı kitabında ABD ve Çin arasındaki ticaret kapışmanın sonunda üçüncü dünya savaşına yol açıp açmayacağını inceliyor.
Allison’un ifadesiyle Tukidides tuzağı; giderek yükselen bir gücün, liderlik koltuğunda oturan bir başka gücü, liderlik açısından korkutmasının yarattığı gerilimin yol açabileceği sonuçlardır.
Geçmişte 16 kez yaşanan bu tür gerilimlerin 12’sinin savaşla sonuçlandığına dikkat çeken Allison’a göre Tukidides tuzağı iki farklı sendroma dayalı olarak ortaya çıkıyor:
A) Kudretinin farkında olan yükselen güç (devlet, hareket, örgüt vs) bunun herkesçe kabul edilmesi için mücadele eder. Buna yükselen güç sendromu denilir.
B) Egemenliği (küresel veya bölgesel hegemonyayı) elinde tutan güç (devlet, örgüt veya hareket) rakibinin meydan okumasından korkarak ona göre tavır almaya başlar. Buna da egemen güç sendromu denilir. 2
“Kara Senaryo”
Hırvatistanlı yazar ve felsefeci Srećko Horvat, yerinde bir tespit yapmıştır:
Küresel ölçekte ve bilhassa Ortadoğu’da savaş normalleşiyor. Almanya ve pek çok ülke zorunlu askerlik yasası getirmeyi planlıyor. Diğer pek çok ülke aynı şekilde bunu zaten geri getirdi ya da planlıyor.
Son 10 yılda İskandinav ülkeleri savaşı uzun zamandır normalleştiriyorlar, tüm yurttaşlarının adreslerine savaş hakkında bildiriler gönderiyorlar. Alman Filozof Günther Anders şunu öne sürüyordu:
‘Bizi bekleyen şey nihayetinde bir krallık değil; ‘krallıksız’ bir kıyamet ya da ‘çıplak kıyamet!’
Bu durumda dünyanın sonuna gitmiyoruz, çünkü zaten oradayız.
Barış denen şey, sadece çatışmalar arasında mola vermeden ibarettir. Bu tür savaşlarda kesin yenilgi ya da kesin zafer diye bir şey yoktur. 3
Neden?
Yazar Christopher Phillips, “Battleground: 10 Conflicts that Explain the New Middle East” (Savaş Meydanı: Ortadoğu’yu İzah Eden 10 Çatışma) isimli kitabında bölgede çatışan yerli ve yabancı aktörlerle dış müdahalelerin günümüzdeki trajik sonuçlarını şu cümleyle dile getiriyor:
Günümüzde Ortadoğu, görülmemiş şiddet ve ABD sonrası iktidar kapışmaları sonucu mahvolmuş halde bırakılmıştır.
Öte yandan 2023 verilerine göre; geçen yıl 8622 kapışma yaşanmıştır.
Dünya çapında 183 büyük veya orta ölçekli yöresel silahlı çatışma meydana gelmiştir.
Bu rakam son 30 yıldaki kanlı vuruşmaların zirvesi sayılır.
Çatışma gerilimler çok boyutlu hale gelmekte, giderek küresel bir nitelik kazanmaktadır.
Aynı bağlamda Çin, Rusya, ABD, İran, İsrail ve Türkiye çok boyutlu bir hegemonya için birlikte veya birbirlerine karşı mücadele halinde olacaklardır.
“Kara Senaryo” taraftarlarına bakılırsa; önümüzdeki 10 yıllık sürecin altında yatan dinamikler uzun süreli bir kargaşa ve kaosa işaret ediyor.
Hegemonya peşinde koşan devletler ile silahlı hareketler açık savaş yöntemlerini devreye sokmaktalar.
Tipik örneği İsrail’in Gazze ile Beyrut’ta sürdürmekte olduğu kuralsız, pervasız ve amansız saldırılarda görülmektedir.
Petrol ve politik İslam’ın yol açtığı kaos
Bölgedeki Tukidides tuzaklarını hatırlatan başka nedenler de var.
Gilles Kepel, çağdaş Ortadoğu ve Batı’daki Müslümanlar konusunda uzmanlaşmış Fransız siyaset bilimcidir.
Radikal ve ılımlı İslami hareketler konusunda çok sayıda çalışmaya imza atmıştır. Son ikisinin adını yazalım:
1- Sortir Du Chaos: Les Crises en Méditerranéen et au Moyen-Orient. (Kaostan Çıkmak: Akdeniz ve Ortadoğu’daki Krizler-Eylül 2018)
2- Away from Chaos: The Middle East and the Challenge to the West ( Kaostan Uzak Durmak: Ortadoğu ve Batılı Ülkelere Meydan Okuma- Nisan 2020).
Son yıllarda Ortadoğu ile dünya haritasında ciddi kargaşa, değişiklikler ve krizlerden ötürü hem Arap dünyası hem de küresel ölçekte onlarca yıl önceki tarihi olayları siyasi, askeri, iktisadi, dini ve kültürel açıdan mercek altına alıp inceleyen Prof. Kepel, Şam Diyarı (Lübnan, Filistin, Ürdün ve bilhassa Suriye) üzerinde yoğunlaşıyor.
Fransız siyaset bilimciye göre; Akdeniz havzası ile Ortadoğu bölgesindeki çok boyutlu krizlerin merkezi Şam Diyarı kapsamındaki ülkelerdir.
Söz gelimi 2011 yılında patlak veren Batılıların tanımıyla “Arap Baharı” diye adlandırılan kitlesel kalkışmalar Tunus, Libya, Mısır, Yemen ve Suriye’de gerçekleşti. Dolayısıyla Fransız Cumhurbaşkanı Emanuel Macron, ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya lideri Vladimir Putin bölge halklarının tercihlerini göz önüne almalıydılar.
Kitabın ilk üç bölümü “Kur’an ve Varil” başlığıyla sunulmuş.
Anlamı şuydu: 1973-2010 yılları arasında petrol üretimi artışına bağlı olarak siyasal İslam sahneye çıktı.
Bölgedeki mücadele, kapışma ve krizlerin baş nedeni petrol ile siyasal İslam idi.
Dolayısıyla mevcut durumda bu iki olgunun bölgedeki değişikliklerdeki rolünü dikkate almak lazım.
Ara dönemde özellikle 1979’da gerçekleşen İran İslam Devrimi esinli “İslami cihatçılık” ön plana çıktı.
ABD destekli mücahitler Afganistan’da Sovyet birliklerini yenilmesini sağladılar.
Sovyet sistemi 1991’de çökünce ABD, Akdeniz havzasıyla Ortadoğu’ya adeta yerleşti.
Bu süreçte İslami cihatçılık küresel bir nitelik kazandı. 2001 yılından itibaren ABD, Batı Avrupa, Asya ve Afrika’ya ülkelerini hedef alan öldürücü eylemler gerçekleştirildi.
Derken ABD’de radikal sağcı Yeni Muhafazakârlar ABD’de (G. Bush Dönemi), aşırı sağcılar Avrupa ‘da iktidarlara gelerek dünyanın birçok yerine askeri müdahalelerde (Irak ve Afganistan gibi) bulundular.
Cihatçıların oluşum-patlama aşamasına gelmesinde siyaset ve ekonominin rolü vardır.
Yani İslami köktendincilik fikriyatı tarihi, kültürel ve sosyal problemlerin bir sonucudur.
Radikal cihatçı El Kaide, IŞİD ve uzantıları bunun tipik örneğidir.
Mısır, Tunus, Libya ve Yemen’de görüldüğü üzere 2011 Arap dünyasındaki halk ayaklanmalarının bağrından radikal İslamcı hareketlerin çıkması da tesadüf değildir.
Çünkü büyük altüst oluşa bağlı köklü değişim ve sancılı geçiş aşamasının yarattığı kaos ortamında başka bir alternatif yoktu.
Suriye’deki sivil itaatsizlik ve kalkışma, yabancı müdahalelerin (Körfez’deki petrol zengini Arap ülkeleri, Türkiye, İsrail, ABD ve Avrupa gibi) kısa zamanda silahlı çatışma ve iç savaşa dönüşmüş oldu.
Irak’ta Saddam dönemindeki Sünni iktidarın sona ermesine bağlı olarak El Kaide-IŞİD cihatçılarının silahlı faaliyetleri de bölgedeki jeopolitik (devletler oyunu) ve dış müdahalenin ürünüdür.
Bu durumda Sünni inançlı Arabistan yarımadasındaki Selefiler ile Cihatçı akımların önünün nasıl alınacağı, İran’ın uzantıları sayılan bölgedeki Şii oluşumlarına ilişkin sorunların ne şekilde halledileceği meselesi hala güncelliğini korumaktadır.
Fransız düşünür Prof. Kepel, Batı ülkelerinin 1960’lardan bugüne Ortadoğu’da meydana gelen ciddi dönüşümleri anlayamadığını ileri sürüyor.
Bilhassa 2011’daki “Arap Baharı”nı yanlış değerlendirdiklerini ve dolayısıyla Libya, Suriye, Irak, Filistin gibi ülkelerdeki iç çatışmaların hem müsebbibi hem tarafı haline geldiklerini vurguluyor.
Kaostan çıkmanın biricik yolunun da yanlışların düzeltilmesi, mevcut siyasetlerin gözden geçirilerek el altta kalan, ezilip hor görülenlerin lehine siyasi çözümler üretmek olduğunu vurguluyor.
Kepel’in sebep sonuç ilişkisinde iki çözüm öneriyor.
Bir: Ortadoğu’daki mücadele-kapışma-çatışma denkleminde petrolün rolünü sınırlamak. Bunun yerine alternatif enerji kaynakları bulup üretmek.
İki: IŞİD’in Suriye ve Irak’taki yenilgisinden, İhvan hareketinin Mısır’daki hezimetinden sonra siyasal İslamcı oluşumların faaliyet alanlarını alabildiğine kuşatıp daraltmak. Ardından başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerinde çok boyutlu reformlar yapmak.
Tespitleri yerinde olmakla birlikte Prof. Kepel’in önerdiği çözümler, oryantalist ve Avrupa merkezci bakış açısına dayanıyor. Dolayısıyla tek yanlı ve boyutlu kalabiliyor.
Tukidides Tuzağı fikrinden hareketle daha geniş bir bakış açısıyla birkaç tespit yapmak durumundayım.
1- 2019’da yayımlanmaya başlanan ve kısa süre önce dördüncü sezonu sona eren “The Boys” (Yiğitler, Delikanlılar) dizisi 11 Eylül 2001 (New York’taki ünlü ikiz kulelerin patlatılması olayı) travmasının bir sonucu olarak 2006’da ortaya çıkmıştı.
Dizinin Donald Trump’ın başkanlığının tam orta yerinde vücut bulmasına şaşırmamak gerekiyor.
Yaratıcılarının ifadesiyle “Süper kahramanlar gerçek hayatta olsalardı ne olurdu” sorusundan hareketle bu dizi, ABD’nin, kimi tarihçilere göre Vietnam savaşı ve ’68 hareketiyle ortaya çıkan, fay hattındaki yarığı büyütmeye ant içmiş Trump’ın ülkesine bakıyordu adeta.
Dizinin evreninde, “süperler dünyası”nı tekeline almış ve bünyesinde olmayanları dışlayan The Vought isimli bir şirket var.
Bu şirketin görünen yüzü dizinin “Süpermen’i Homelander”ın liderliğinde The Seven adlı bir konseyden oluşuyor.
Bu yedi süperin dünyayı kötülerden korumak gibi bir misyonu var. Bu konseyi ister BM Güvenlik Konseyine benzetin isterseniz de “dünyayı yöneten yedi ailenin mecazı” deyin.
Dizinin özü şudur: Bitmez tükenmez çatışma ve savaşlar devrinde silahlı kuvvetler sermayeye hükmetmeye yelteniyor! 4
Dünyanın birçok militarist, yayılmacı, emperyalist veya alt emperyalist ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de benzer bir gelişme yaşanıyor:
Savunma Sanayii İcra Komitesi, 6 Ağustos 2024 tarihinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başkanlığında Beştepe’de toplandı. Toplantıda “yerli ve milli savunma projeleri” ile ilgili önemli kararlar alındı.
Türkiye uzun yıllardır savaş sanayisine yatırımlarda bulunuyor. Defense News dergisinin yayımladığı “Dünyanın en büyük 100 savunma şirketi” arasında Türkiye’den 5 şirket bulunuyor.
Siyaset Bilimci Doç. Dr. İsmet Akça, şunu söylüyor:
Aslında Türkiye savunma sanayisini bir ekonomik büyüme motoru olarak kurmaya çalışıyor, inşa etmeye çalışıyor…
Dolayısıyla Türkiye’de artık sermaye sınıfının bir fraksiyonu olarak bir savaş sanayisi, savunma sanayisi fraksiyonundan bahsedebiliriz. 5
2- İsrail saldırılarına karşı mücadele sürecinde Hamas ve Hizbullah’ın tarafı olduğu savaşlar, Başbakan Netanyahu’nun deyimiyle “yeni bir döneme ve denge değişikliklerine yol açmıştır.”
Ancak yeni gelişmenin uzun vadede İsrail lehine olacağı fikri eksiktir, tek yanlıdır ve yanlıştır.
Hamas siyasi önderi İsmail Haniye ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın katledilmelerinin olumsuz etkileri olacaktır. Ancak her iki örgüt de bitmeyecektir.
İsrail, geçmişte birçok Hamas ile Hizbullah liderini yahut yetkilisini katletmişti. Buna rağmen örgüt ayakta durup yoluna devam etmişti.
3- Netanyahu’nun kendini kurtarmak için savaşı Lübnan, Suriye, Irak ve İran’a yayma taktiği sınırlı ölçüde hayata geçirilebilir.
İsrail oldu bitti yapmak suretiyle Amerikan yönetimini İran’a karşı ortak operasyon yapmaya ikna edebilirse stratejik hedefine ulaşmış olur. Netanyahu’nun “tehlikenin başı ve merkezi İran’dır” demesi bunun içindir.
Ancak İran’a yönelik kapsamlı bir kara operasyonu coğrafi bakımdan olduğu kadar jeopolitik açıdan son derece zor ve zahmetlidir.
Söz gelimi Rusya güneyinden, Çin ise batısından gelen bir tehlikeyi suskunlukla karşılamaz; bir şekilde İran’a aktif siyasi ve lojistik destek verirler.
İran’ın mevcut haldeki iki büyük zayıf noktası var:
Bir, kötüleşerek süren ekonomik kriz.
İki, Mahsa Jina Amini cinayetinden bu yana İran halklarıyla yönetim arasında hem kopukluk hem de karşıtlık bulunmaktadır.
Dolayısıyla ciddi bir dış müdahale İran’ın toplumsal ve siyasal merkezlerinde büyük sarsıntılar yaratabilir.
4- Cumhurbaşkanı Erdoğan “İsrail’in hedefi Türkiye’dir” demeye getirirken Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş “Suriye ile acilen barışma” çağrısı yaptı.
Her iki siyasetçi bir yandan kamuoyunda şöyle bir algı yaratmaya çalışıyor gibiler:
Suriye ile barışıp, onun topraklarını kullanmak suretiyle birlikte İsrail’e karşı ortak siyasi-askeri bir savunma-çatışma hattı kurarak Filistin ile Lübnan’a destek oluruz.
Oysa üstü örtülü amaçlardan biri de şudur:
Suriye ve İran ile birlikte hareket edersek güneydeki (Rojava ile Irak Kürdistan bölgesi) Kürt tehlikesini önleriz. Böylece muhtemel bir Kürt devleti kurma planını da boşa çıkarırız.
5- İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “Hedef İran’dır” demesine rağmen, Türk-İslamcı kesimlerle onların kuyruğuna takılan Kemalist milliyetçilerin, “Hedef üçüncü İsrail olacak Kürdistan kurmaktır!” diye bağırmalarının başka anlamı yoktur.
Bu bağlamda kuşkusuz bölgedeki çatışma ve gerginlikler hem denklemleri değiştirecekler hem de doğal ve demokratik hakları için mücadele eden Kürtleri de yakından etkileyecektir.
Kürtler de bölgedeki diğer devlet ve oluşumlar gibi gelişmeleri yakından izleyip kendilerini ona göre konumlamak zorundalar.
Sonuç itibarıyla ilgili herkes Tukidides Tuzağı’na göre planı ve hesabını yapmalıdır.
Kaynaklar:
1-2. Murat Devres, Tukidides Tuzağı ve Üçüncü Dünya Savaşı, 12 Mayıs 2017. https://birikimdergisi.com/guncel/8322/tukidides-tuzagi-ve-ucuncu-dunya-savasi.
3. https://www.gazeteduvar.com.tr/srecko-horvat-dunyanin-sonuna-gitmiyoruz-zaten-oradayiz-makale-1706952, Alpaslan Kavel, 20 Temmuz 2024.
4. https://www.evrensel.net/yazi/95349/silahli-kuvvetler-sermayeye-hukmetmeye-yelteniyor, Şenay Aydemir, 10 Ağustos 2024.
5. https://www.evrensel.net/haber/525071/iktidardan-savas-sanayisine-destek-aciklamasi-doc-dr-ismet-akca-bagimlilik-surecek-sorun-cozmeyecek, 7 Ağustos 2024.