Benim de davetli olduğum Susurluk Ayran Festivali’nde, Vansesi Gazetesi’nin köşe yazarı ve şair-yazar Ümran Öztürk ile karşılaşmak, adeta bir tesadüfün güzelliğiydi. Etkinlik sırasında, Susurluk’un sporcu şairi ve antrenörü Fehim Dikmen’in Ümran Öztürk’e, Türk Edebiyatı’nın önemli şairlerinden Susurluklu Sabri Altınel anısına hazırlanan kitabın kapağını ve şiirleri olan şairlerin fotoğraflarını içeren özel bir tablo hediye etti. Bu anlamlı ve etkileyici sürpriz gerçekten göz kamaştırıcıydı ve bu özel çalışmayı okuyuculara duyurmak istedim.
Ümran Öztürk’ün Sabri Altınel anısına hazırladığı bu anlamlı projeyi, kendisine yönelteceğim diğer soruların yanı sıra özel olarak ele almak istedim. Bu isteğimi memnuniyetle kabul etti ve bir kahve eşliğinde röportajımıza başladık. Röportaj sırasında, hem edebi çalışmalarını hem de bu özel projeyi detaylı bir şekilde konuşma fırsatım oldu. Ümran Öztürk’ün yazdığı şiirler ve yazılardaki yalınlık, sıcaklık ve akıcılığı yaşamına da yansıtan, kendi çizgisinden asla ödün vermeyen bu şair, yazar ve gazeteci ile gerçekleştirdiğimiz sohbet oldukça keyifli ve renkliydi. Bu sohbetin ilginizi çekeceğine inanıyorum.
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Van’da doğdum, ancak çocukluğum ve çalışma hayatım Susurluk’ta geçti. Susurluk İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden emekli oldum. Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezunuyum. Çalışma hayatım sürerken şiirler ve öyküler yazmaya başladım.
2003 yılında Susurluk 5 Eylül Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmaya başladım. Okurlarla ilk buluşmam ise 2013 yılında gerçekleşti; iki öyküm İzmir BEKEV Derneği’nin projesi olan 101 Kadın 101 Yaşam Hikayesi kitabında yer aldı. Sonrasında çeşitli dergi ve antolojilerde şiirlerim ve yazılarım yayımlandı. 2014 yılında ilk şiir kitabım “Aşk Beni Sobeledi”, 2016’da “Bir Yalnızlık Senfonisi” ve 2018’de “Elveda Hüzün Merhaba Aşk” adlı deneme kitabım çıktı. En son 2021’de “Fısılda” adlı şiir kitabımı yayımladım.
2016 yılında Vansesi Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmaya başladım ve hâlâ bu gazetede yazmaya devam ediyorum. Gazeteler, benim için adeta bir okul, bir öğrenme yeri oldu. Her yeni yazım, kendimi geliştirmem için bir fırsat sundu. Yazılarımın okurla buluşmasında ve eserlerimin duyulmasında gazetelerin büyük bir rolü var. Gazeteciliğin dinamik yapısı, okuyucuların tepkilerini anında görmeme ve yazılarımın yankısını hemen hissetmeme olanak tanıyor. Gazeteler, düşüncelerimi daha hızlı bir şekilde okuyucuya ileten, sesimi duyuran güçlü bir köprü oldu.
Şiir, öykü ve deneme yazılarınızın yanı sıra, çok okunan ve beğenilen köşe yazılarınızla da dikkat çekiyorsunuz. Yurtiçi ve yurtdışında geniş bir okur kitleniz var. Bu başarınızı neye bağlıyorsunuz?
Farklı konulara değinmeyi seviyorum. Öncelikle yazacağım konu hakkında derinlemesine araştırma yapıyor, kitaplar okuyor ve bazen konuyla ilgili uzman kişilerle görüşüyorum. Tüm bu bilgileri toparlayarak yazılarımı oluşturuyorum. Doğru bilgi benim için her zaman çok önemlidir. Son beş yılda, usta şair, yazar ve sanatçılarla yaptığım röportajlar sayesinde onlarla tanışma ve sohbet etme şansı buldum. Hâlâ görüştüğüm sanatçı, gazeteci ve akademisyen dostlarım var; onlarla bilgi alışverişi yapıyorum ve bu süreçte çok şey öğreniyorum. Sanırım, bu sohbetler ufkumu açmamda ve yazılarımda derinlik kazanmamda önemli bir rol oynadı.
“Bir Yalnızlık Senfonisi” adlı öykü kitabınızda yedi ayrı kadının gerçek yaşam hikâyesine yer verdiniz. Bu kadınları anlatmayı neden tercih ettiniz?
“Bir Yalnızlık Senfonisi” adlı öykü kitabımda yedi farklı kadının gerçek yaşam öyküsünü anlatmayı tercih ettim. Çünkü seçtiğim her kadın, özgün yaşam öyküleriyle hayatıma dokundu ve hikayeleri beni derinden etkiledi. Bu yedi kadın, sadece yaşamak için değil, hayatla mücadele eden ve zorluklara karşı direnen güçlü bireylerdi. Onların öykülerini paylaşarak, güçlü duruşlarını ve yaşam savaşlarını daha geniş bir kitleye ulaştırmak istedim.
Aslında, dünyayı şekillendirenler de yine kadınlardır. Annelerin yetiştirdiği çocuklar, onların birer yansıması değil midir? Ne yazık ki, pek çok kadın bunun farkında bile değil. Bana göre, topluma yön veren kadınlardır; iyi ya da kötü yetiştirdikleri nesillerle… Bu yüzden ben, kadınlar üzerinden hayatı anlatmayı tercih ettim.
Kitabım şu an piyasada yok, ancak ikinci baskısını yeni kadın hikâyeleriyle daha da genişleterek yeniden çıkarmayı düşünüyorum. Kadınların hayatın her alanındaki gücünü ve direncini anlatmaya devam edeceğim.
“Elveda Hüzün Merhaba Aşk” adlı deneme kitabınızda, 46 farklı konuda yazılmış metinleriniz var. Bilgiyi duyguyla öylesine ustaca harmanlamışsınız ki, okuyucular sizi artık bu özgün üslubunuzla tanıyor. Yazılarınızda, şair kimliğinizin izlerini de görmek mümkün; o şiirsel dokunuşlar, yazılarınıza bambaşka bir ritim katmış. Okurlarınıza bu kadar dokunan ve iz bırakan bir kitabın ardından, benzer bir çalışmayı daha bekleyebilir miyiz? Yeni bir kitabın habercisi olur musunuz?”
Evet, “Elveda Hüzün Merhaba Aşk” kitabımda bilgiyi ve duyguyu harmanlayarak bir üslup oluşturdum ve okuyucuların bu üsluba gösterdiği ilgi beni çok mutlu etti. Şiirsel dokunuşların yazılarıma kattığı ritmi ve derinliği okurlarımın da fark etmesi beni yeni projeler için motive ediyor. Şu anda, gazetede yazdığım ve edebi değeri olan yazılarımı bir araya getirerek yeni iki kitap hazırlığı içindeyim. Bu kitapların da tıpkı “Elveda Hüzün Merhaba Aşk” kitabımda olduğu gibi, okuyucularımla kurduğum bağı daha da güçlendireceğine inanıyorum. Yeni eserlerimle okurlarımın karşısında olacağım.
Van’ı ve Susurluk’u her platformda en iyi şekilde temsil ettiğinizi, “Vanlı olduğum kadar Susurlukluyum da” diyerek vurguluyorsunuz. Bu ilkeli ve samimi duruşunuzu bize biraz anlatır mısınız?
Van, doğduğum yer; ata toprağım, ana ocağım… Susurluk ise çocukluğumun geçtiği, kişiliğimin şekillendiği, çocuklarımın doğup büyüdüğü şehir… Bu yüzden Van ve Susurluk’u aynı derecede memleketim olarak görüyorum. Her fırsatta yazılarımla bu iki yeri anlatmaya, tanıtmaya çalışıyorum. Her ikisi de hayatımda ve ailemin yaşamında derin bir iz bırakmış yerler. Sevgimiz ve aidiyet duygumuz, hem Van’a hem Susurluk’a karşı aynı. İki yerde de dostlarımız, sevdiklerimiz ve sayısız anımız var; her iki toprağın da kokusu içimize mutluluk verir.
Ruhum, şiirlerim ve yazılarım, bu iki yerin zenginliğinden beslenir. Ama yalnızca bu iki şehirle sınırlı kalmam; Türkiye’nin tüm şehirlerini ve yörelerini çok seviyorum. Her biri ayrı bir renk, her biri başka bir ses ve güzellik taşıyor. Yazılarımda ve şiirlerimde İzmir’in deniz kokusunu da bulursunuz, Mardin’in tarih kokan sokaklarını da… Van’ın mavisini de, Balıkesir’in yeşilini de… Benim kalemim, bu toprakların çeşitliliği ve zenginliğiyle şekilleniyor. Yeni kitaplar yolda diyebilirim.
Şiir, deneme, öykü ve köşe yazılarınızın yanı sıra gazeteci kimliğinizle gerçekleştirdiğiniz seçkin röportajlar da okurlarınız tarafından ilgiyle takip ediliyor. Edebiyat dünyasının ötesinde sinema, tiyatro ve ses sanatçılarıyla da röportajlar yaptınız. Şimdiye kadar kimlerle röportaj yaptınız ve kendilerine ulaşmada zorluk yaşadınız mı?
Tevazu sahibi insanlara ulaşmak genellikle daha kolay oluyor. Bir röportaj talebi sonrasında yer ve zamanı ayarlayıp görüşmeyi gerçekleştirebiliyorum. Röportaj yaptığım değerli kalemler, şairler ve sanatçılar arasında şair Cezmi Ersöz’ün, bu alanda bana büyük bir ilham verdiğini ve cesaret kattığını belirtmek isterim. Kendisine ayrıca teşekkür ederim.
Röportaj yaptığım isimler arasında, şairler Şükrü Erbaş ve Ahmet Selçuk İlkan, yazar Kahraman Tazeoğlu, tiyatro ve sinema sanatçıları Rutkay Aziz, Taner Barlas, Olcay Poyraz, Ümit Denizer, Selma Sonat ve Yüksel Ünal (Şeker Ağa) bulunmaktadır. Ayrıca, 1970’lerin TRT Program Yapımcısı, Prodüktör ve Sunucu Ümit Tuncağ, yönetmen Kibar Dağlayan, ekonomist Prof. Dr. Mithat Melen, ses sanatçısı Melihat Gülses ve Avrupa güzeli Nazlı Deniz Kuruoğlu gibi isimlerle de röportajlar gerçekleştirdim. Ayrıca, çeşitli meslek gruplarından iş insanlarıyla da keyifli röportajlarım oldu.
Röportaj öncesi sohbet sırasında bilgiye erişimde güçlük yaşadığınızı belirttiniz. Bu durumu nasıl aşıyor ve değerlendiriyorsunuz?
Bir projeye başladığımda, bilgileri ilk ağızdan ve en güvenilir kaynaktan almak benim için çok önemlidir. Özellikle proje bir kişiyle ilgiliyse, o kişinin en yakın çevresinden duyulmamış anılarını, fotoğraflarını ve gün yüzüne çıkmamış ilginç hikayelerini bulup yazmak istiyorum. Ancak, bu süreçte karşılaştığım en büyük zorluklardan biri, insanların başlangıçta çok hevesli yaklaşıp daha sonra bilgi paylaşımında cimri davranmaları oluyor. Birçok kişi, elde ettikleri bilgileri paylaşmaktan kaçınıyor ve bu konuda kıskançlık gösteriyor.
Bu durumu özellikle Susurluk’a mal olmuş ünlü udi bestekar Selahattin Altınbaş için yürüttüğüm projede açıkça yaşadım. Proje hakkında konuşma yapmayı, bilgi belge vermeyi vaat eden kişiler, aradığımda telefonlarını açmadılar veya geri dönmediler. Bu tür zorluklar, araştırmaya yönelik yazıların kolayca hazırlanıp okuyucu karşısına çıkmadığını gösteriyor. Bilgi toplama süreci, titizlik ve sabır gerektiren bir süreç; ancak, bu zorlukları aşarak doğru ve zengin içerikler üretmek benim için her zaman değerli bir hedef olmuştur.
En çok merak ettiğim konu, 20. Yüzyıl şairlerinden Türk Edebiyatı’na damgasını vurmuş Susurluklu şair Mustafa Sabri Altınel anısına hazırlanan bu anlamlı kitap ve tablo fikri nasıl oluştu, bu kitabı çıkartmaktaki amacınız neydi? Bu şairleri nasıl buldunuz çünkü vefat eden şairler de var. Projede, o sanatçının icra ettiği sanatı sevdirme ve yaygınlaştırma amacıyla nasıl bir yol izlediniz?
Bu Toprağın Çocukları projesi, Susurluk’un şair ve yazarlarının eserlerini derleyip gençlere tanıtmayı ve gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlayan anlamlı bir girişimdir. Bu proje, geçmiş ile gelecek arasında sağlam ve samimi bir gönül köprüsü kurarak Susurluk’un tarihine ve hafızasına kalıcı bir iz bırakmayı hedefliyor.
Projenin ilk adımlarını şair yazar Nuran Benli ve sporcu şair Fehim Dikmen ile paylaştım bu fikrimi çok yerinde buldular. Onların olumlu desteğiyle çalışmalarımıza başladık. Fehim Dikmen, yaşayan fakat Susurluk dışında olan şairler ile vefat eden şairlerin yakınlarına ulaştı. Ben de gazetemdeki köşemde ve sosyal medya hesaplarımda Susurluk’taki şiir tutkunlarına çağrıda bulundum. Şiirleri ve yazılarıyla bu çağrıya olumlu yanıt veren gönül dostlarımız, Susurluklu şair Mustafa Sabri Altınel’in ilham verici ışığı altında toplandı.
Eserler, bu değerli projede bir araya geldi ve Susurluk’un kültürel hafızasına önemli bir katkı sundu. Böylece, bu projede yer alan şairler ve yazarlar, Susurluk’un edebi mirasını gelecek nesillere aktarma görevini üstlendiler.
Bu süreçte gelen eserleri, şairlerin kısa özgeçmişleri ile birlikte derleyip toparladım ve kısa bir süre içinde 38 yüreğin birleştiği bir kitap ortaya çıktı. Bu kitap, şiirleriyle yaşama anlam katan yazın dostlarının ortak bir adımıydı. Projeye olan inancımızla heyecanla başladık ve gerekli izinleri alarak kitabımızı yayınevine gönderdik. Sponsor bulmak biraz zaman aldı, ancak Fehim Dikmen’in olumlu girişimleriyle bu engeli de aştık.
Bugün, 38 yürek bir kitapta buluştu ve bu süreç bizler için büyük bir heyecan kaynağı oldu. Hepsinin katkısı için bir kez daha teşekkür ediyorum. Ayrıca, Susurluk Kitap Günleri’nde değerli ağabeyim şair Fehim Dikmen, standımıza gelerek bu anlamlı tabloyu bana armağan etti. Bu jest beni gerçekten çok mutlu etti. Fehim Dikmen’in bu sürprizi, projemize olan katkısının ve destekleyici tutumunun güzel bir yansıması oldu. Bu özel anı, projeye olan bağlılığımızı ve paylaştığımız heyecanı bir kez daha pekiştirdi.
Güzel bir söyleşi oldu. Gönlünüze kaleminize sağlık çok teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
Erhan kardeşim sizi tanımaktan ben mutlu oldum.ümran hanımın kitap imza gününde gôrüştük tekrar geleceğim akşam deyip ayrıldım dônüşte ümran hanıma sizi sordum gitti ayrıldı buradan dedi .çok güzel bir yazı kaleme almışsınız elinize yüreğinize sağlık.tekrardan görüşmek üzere saygılarımla.