Korkut AKIN
Belgesel filmler bize yalın ve gerçekçi bir bakışla yaşamı anlatır. Neyin ne olduğunu, kimin nerede ne yaşadığını, sorunları ve/veya çözümleri öğreniriz.
Sinema, endüstri bağlantılı bir sanat dalı olduğu için üretimi hem zorlu hem de pahalıdır. Birçok bileşeni bir araya getirmek, buluşturmak zorundasınızdır. Belgeseller de -hele de bizimki gibi sanata hiç değer verilmeyen, aksine ilk fırsatta engellenmeye çalışılan ülkelerde- benzer bir zorlukla üretilir. Belgeselcinin bir isteği, sadece bir talebi vardır, filmini izletmek, insanlara ulaştırmak.
Bunun karşısında egemenin tek derdi de o insanlara ulaştırılmak istenen filmi engellemek. Biz, buna sansür diyoruz. Ve sansür demokrasi sorunudur, herkesin tepki göstermesi gerekir.
Kanun hükmü…
…diyeceksiniz ki, bizim ülkemizde demokrasi yok, Anayasa bile uygulanmıyor, kanun hükmünde kararnamelerle hukuksuz işler yapılıyor; hatta mahkeme kararlarına rağmen birçok uygulama sürdürülüyor. Buna da bağlı olarak egemen erk ne derse o oluyor. Peki, siz eli kolu bağlı mı duracaksınız, bu hukuksuzluklar, adaletsizlikler karşısında.
Bizim ülkemizde demokrasi, hukuk olmadığı gibi muhalefet de yok. Kimse sesini çıkartmıyor. Çocuklarının, yakınlarının ölüsünü isteyen anneler bile her hafta sokaklarda ters kelepçeleniyor, anlamsızca ve zorla gözaltına alınıyor kimse itiraz etmiyor. Yalan olduğu apaçık bilinen, gerçekleri saptıran mesajlar ise devletin en üst yetkilileri tarafından dile getiriliyor ve zaten iktidarın borazanı niteliğindeki ana medya onu yaygınlaştırıyor. Dolayısıyla insanlar, o yalanları saptırılmış biçimiyle öğreniyor. Sonra da adı ana muhalefet partisi olarak anılan, güya sosyal demokrat bir parti (diğerleri için de geçerli bu) tepki gösteremiyor. Kendi yaptıklarının da karşısında olması gerektiğini bildiği/gördüğü için kuyruğunu kıstırıp oturuyor.
Altın Portakal Film Festivali…
Genel kuralları aşmış ve asıl seçicilerin onayına (ön jüri tarafından) sunulmuş Nejla Demirci’nin belgeseli “Kanun Hükmü”, bir anda, gerekçe bile sayılamayacak bir bahaneyle festival seçkisinden çıkarılıyor. Belli ki, birileri yukarıdan, kulaklarına fısıldamış… onlar da ne yapsın, böyle (filmde “yargı aşamasında birinin yer alması” gibi) bir mazeret üreterek filmi engelliyor. Yani belgesel sansüre uğruyor.
Geçtim, Altın Portakal’ın 60’ıncı yaşını, Cumhuriyet’in 100’üncü yılını, bu çağda böylesi bir gerekçeyle bir sansür nasıl uygulanır diye sormadan, keyfî çıkarılıyor film seçkiden.
Nejla Demirci, belgeselci, onlarca çalışması çeşitli festivallerde ödüller kazanmış biri. Böyle gerekçesiz mazeretlere, engellemelere pabuç bırakacak biri değil. Haklı olarak karşı çıkıyor, sesini yükseltiyor. Sansür ortaya çıkınca Altın Portakal jürileri de sessiz kalmayıp çekiliyor ve Antalya’da (daha önce de olmuştu) bir rezalet daha yaşanıyor. Ardından sinemacılar, sanatçılar tepki göstererek itiraz ediyor. Haklılar, onlar doğruyu yapıyor.
Kim olursan ol, katıl bu tepkiye…
Ancak sansür sadece sinemanın ya da sanatın diğer dallarının da sorunu değil ki! Bu bir demokrasi sorunu. Herkesin karşı çıkması gerekir. Bütün kurumların, bütün siyasi partilerin, bütün demokratik kitle örgütlerinin, bütün sendikaların, bütün resmi ya da yarı resmi oluşumların itiraz etmesi gerekir, hem de yüksek sesle. Çünkü engellenmek istenen sadece “Kanun Hükmü” belgeseli değil, bir yaşamdır artık. Bugün bir belgeselin sansüre uğraması yarın yaşamın engellenmesi demektir; şimdi bir bakın sosyal, siyasal, ekonomik engellerle çevrili değil misiniz? Hangi düşünceden yana olursanız olun, hangi partiye oy vermiş olursanız olun, yaşınız/işiniz/konumunuz ne olursa olsun sansüre karşı çıkmazsanız yaşamınızın önündeki engeli kaldırmakta zorlanırsınız. Sansüre karşı çıkmak, bunun ilk adımıdır.