Zihnimizin, kalbimizin, vicdanımızın kolaylıkla içine alacağı, bir yere sıkıştırıp unutacağı türden bir yıkım, bir acı değil; öldürücü, yok edici, hırpalayıcı, can kırıklarıyla dolu, yoğun, sisli, kapkara ve umutsuz bırakan bir acı. Bu derin acının karanlık kâbusunda dolaşıp duruyoruz. Her şey bulanık, birbirinin içine girmiş; çöken gökyüzünün altında çığlıklar içinde can çekişen toprağın iç parçalayan uğultusuna gömülü halde yaşıyoruz. Her yerden acı savruluyor, dökülüyor üstümüze, sokuluyor içimize, öyle sinsice değil, görünür, bilinir olarak. Bu sefer yerleşik olarak kalacağa benziyor. Gökyüzünü karanlık görüyoruz, üzerine bastığımız yer sarsılıyor, dünya tersine dönüyor, savaşlar, kıyımlar, açlık, füzeler, bombalar, cinayetler, toprağı yerinden oynatıyor, altüst ediyor.
Toplum olarak şok halindeyiz. Bu şok hali daha çok süreceğe benziyor. Kolay kolay iyileşemeyeceğiz. Bireysel ve toplumsal travmalar ancak somut ve elle tutulur bir umuda bağlanırsa iyileşebilir; bu kâbusun içinden, dayanışmayla, güvenmeyi öğrenerek ve gerçeği haykırarak çıkabiliriz. Gerçeğin, cesaretine ve iyileştirici gücüne ihtiyacımız var.
Stadyumlarda atılan sloganların toplumu iyileştirme yönünde önemli bir etkisi olduğunu düşünenlerdenim. Toplumsal olarak dağılıp parçalara bölündüğümüz zor günler yaşıyoruz. Bu önemli ve kayda değer başlangıç, yeniden, birlikte ve beraber olma yolunu açan önemli bir çıkış olarak görünüyor. Bursa’daki maçta şiddet ve nefretle yoğrulmuş, ırkçı eylemler bizi korkutmasın, sahneye yeniden çıkabilirler, biz birlikte olmaya ve gerçeği söylemeye devam ettikçe, onlar, ait oldukları yere, tarihin çöplüğüne döneceklerdir.
Çaresizliğimizi, yıllardır biriken ve patlamaya hazır öfkemizi, birlikte hesap sorma gücümüzü, birbirimize değil, bu yıkımı yaratıp, bu acıyı yaşatanlara yönelttiğimiz zaman, ki işte o zaman, bir şeyleri değiştirebiliriz ve üzerimize giydirilen çaresizliken hep birlikte kurtulabiliriz.
Yaşadığımız bu korkunç travma, bütün düşlerimizi altüst etti, dengelerimizi bozdu; dünyanın artık güvenli ve yaşanacak bir yer olmadığını hissettirdi. Yaşamımızın temel taşlarını yerinden oynattı. Topyekün sarsılan hayatlarımızı güvenli ve yaşanabilir kılabilmek için adalet duygusuna gereksinimimiz var. Adaletli yaşamın ne olduğunu, toplumun bütün bireylerine tek tek aşılayarak, değerli, önemli ve güvenli bir hayatın, bir bütün olarak, birbirimize güvenerek, inanarak ve duygudaşlık kurarak oluştulabileceğini, yeniden düşleyebiliriz.
Birlikte iyileşebiliriz. Hırpalanmış, incinmiş, ezilmiş, önceki halimizin yasını tutarak, iyileşmeye çabalayan yeni halimize, umutla, coşkuyla, neşeyle, şefkât ve merhametle sımsıkı sarılarak yeni bir başlangıç yapabiliriz. Bunu yaparken yıllardır yaşadığımız sosyal travmalarda olduğu gibi ivedi kararlarla, enine boyuna ölçüp biçmeden, neden ve sonuçlar birlikte değerlendirilmeden, ivecenlikle olan bitenin üzeri zulmü yaratanlarca kapatılırsa, büyüyen öfke, umutsuzluk, yalnızlık ve çaresizlik, geleceğe olan güveni, umudu, sosyal bağları kopararak, toplumu karanlık bir delhize sürükler.
Toplumsal güvensizlik her yanımızı kuşatmadan, ilişkilerimizi derinleştirip, dayanışma ve birlikte hareketle, geleceği güvenli kılabiliriz. Kendimizi ve yanımızdakini güvende hisedebiliriz.
Ne yazık ki bugün hiç kimse kendi güvende hissetmiyor.
Yaşanılan toplumsal tavmanın üstesinden, birbirimize acıyarak değil, acılarımızı paylaşarak gelebiliriz. Dayanışmanın olmadığı yerde, yapılan yardımlar, bir lütuf, bir iyilik, bir yüce gönüllülük, bir minnet duygusu içine hapsedilerek, insan ruhunu zedeler ve incitir. Bu şekilde incinen ruhu, hiçbir ilaç tedavi edemez.
Toplum ve birey olarak yaşanan bu acıyı ne kadar paylaşabiliyoruz?..
Bir kase çorbanın fiyatını yüzde yetmiş arttırarak, ev kiralarını iki katına çıkararak, acıdan nemalanıyor muyuz?..
Bu para sevicilere karşı nasıl bir tepki oluşturuyoruz?..
Yıkımdan zarar gören insanlara, ikinci el giysi gönderip, yurtdışından gelen yeni giysiyi depolarda mı saklıyoruz?..
Olan bitene kulak tıkayıp, umursamazlık batağında mı yürüyoruz?..
Bu umursamazlık ve acıdan nemalanma, bugünü ve geleceği tamamen yok ediyor. Şimdiye değin gözlerimiz işe yaramadı, ışığı sevmiyoruz, karanlığa öyle alıştırıldık ki, hayatı karanlık olarak kanıksıyoruz.
Şimdi, hep beraber yeni bir yol deneyelim; gözümüzün önünde sahneleneni görmüyorsak, bu kez kulaklarımızı devreye sokalım, doğanın en iyi duyan canlılarından güve ve yarasa gibi kulaklarımızın perdelerini sonuna kadar açıp, olanı biteni dinleyelim, anlayalım, soru soralım, çözüm üretelim, insan olmanın gereğini yerine getirelim.
Büyük yıkımlardan sonra, büyük umutların doğmasına vesile olalım, birlikte doğurduğumuz yeni umutların yaralarımızı kolaylıkla sarıp, bizi iyileştireceğine, gidenleri huzur içinde uyutacağına inanalım.
Acısı hiç dinmeyen bu ülkenin enkazı olmayalım, bu acıya, bu sise, bu merhametsizliğe, bu zulmü yaratanlara sarılmaktan istifa edip, korunaklı hücrelerimizden, inlerimizden, mülk diye sarıldıklarımızdan sıyrılıp, sokağa çıkalım, körleşmemizden göremediğimiz sokağın kapalı kapılarını sonuna kadar açıp, ilk adımı kim atacak diye beklemeden, yürümeye başlayalım. Çıplak ayak seslerimiz, zalimleri koltuğundan, dünyayı yerinden salladıkça, çocukluğumuzun, gençliğimizin yaşlılığımızın, en önemlisi de anılarımızın her köşede bizi sevgiyle karşılayacağını göreceğiz.
Ülkemizde neler oluyor, diye sormalıyız? Sorularımzın yanıtını bakış açımızda bulacağımızdan kuşkunuz olmasın.
O bakış açısı ki, sömürüyü, açlığı, yoksulluğu, katliamı, soykırımı, töreyi, şiddeti, örtülü ve açık cinayetleri üreten ve yayan bir bakış açısının ürünleri olduğumuzu, bu bakış açısıyla yarattılan bir toplum içinde nasıl tutsak kaldığımızı, bu bakış açısının adının faşizm olduğunu şaşkınlık içinde keşfedeceğiz.
Şiddete saygı gösteren, onu koruyup kollayan bir toplum olmaktan artık vazgeçmeliyiz; devamlı karanlığı çağıran zalimlerin dünyasına bir yırtık, bir yarık, bir çentik açmalıyız. Ülkenin bakışlarından kaçıp giden özgürlüğü geri getirerek, dilimizin ucunda bekleyen umudu, gelecekte değil, bugün yeşertmeliyiz. Bunca ölüm, bunca yıkım, bunca yoksulluk, bunca sömürü artık bizi uyandırmış olmalı.
Yaşamın sesini duymak, acılarımızı iyileştirmek ve toplumsal uyanışı hayata geçirmek için bir ütopyaya ihtiyacımız var. Hayallerimizin gerçekleşmesini istiyorsak, özgürlüğü mumla değil cesaretle aramalıyız, böylece kimseye gereksinim hissetmeden kendi kendimizi yöneteceğimizi görmeliyiz ve irademizi kolayca başkalarına teslim etmemeliyiz.
Gerçeği görmek ve söylemek bizi acılarımızdan ve tutsaklığımızdan kurtaracağı gibi gidenlerin toprağında yepyeni kardelenlerin açmasına da neden olacaktır. Hayal gücümüzün sınırsızlığına sarılıp, yaşama hakkımız ve özgürlüğümüz için dünyanın kapalı kapılarını ve sınırlarını sonuna kadar açmalıyız.
Harikasın kutlarım.
“Gerçeği görmek ve söylemek bizi acılarımızdan ve tutsaklığımızdan kurtaracağı gibi gidenlerin toprağında yepyeni kardelenlerin açmasına da neden olacaktır. Hayal gücümüzün sınırsızlığına sarılıp, yaşama hakkımız ve özgürlüğümüz için dünyanın kapalı kapılarını ve sınırlarını sonuna kadar açmalıyız” KUTLARIM…