Korkut AKIN
Porsuk Durgun Akardı
Yenilgiyle tamamlanan seçimlerle bağlantısını kurmaya gerek var mı, bu “kısa tarih”in? Bence yok, ama birilerinin aklını başına devşirmesinin zamanı geldi de geçiyor bile…
Hemen baştan belirteyim, “durgun” olmasın Porsuk da, diğer tüm ırmaklar da. Mücadelenin gerekliliğine inanıyorum ve sürdürülmesini istiyorum. Bu, sadece siyasi olmamalı muhakkak, çevreyle de ilgili olmalı ve sosyal bir yapı oluşturulmalı.
Neden sosyal bir yapı? Cümlenin gelişinden dolayı değil… Devrimci Yol, başından beri en kalabalık ve en yaygın örgütlenmeydi. O ‘büyüklük’ doğaldır ki etkin kadrolara da yansıyordu. Devrimci Yol’un ‘D’si kalmadı ama aynı büyüklük hâlâ sürüyor.
Sözlü tarih çalışmalarının önemini hemen her çalışmayla ilgili yazımda vurguluyorum. Tabii, bu, o dönemi yaşayanlardan çok gelecek kuşaklar için gerekli. Zaten, bilebildiğim kadarıyla ‘mürit’ler dışında en çok araştırmacılar, tarihçiler, sosyologlar ve sanatçılar okuyor; süzdüklerini değerlendiriyorlar ya da değerlendirecekler.
Eskişehir önemli…
İstanbul-Ankara karayolu yapılınca eski hareketliliği kalmayan Eskişehir, yine de demiryolu ile bağlantılı önemli bir merkezdi. Tren yolu üzerinde olunca lojistik kolaylıklar nedeniyle fabrikalar kuruldu (Bilirsiniz, TOGG’dan önce Devrim vardı, Eskişehir’de üretilen, ilk otomobil). Akademi’nin (eskiden İTİA idi, sonra Anadolu Üniversitesi oldu) büyümesiyle öğrenci merkezi de oldu sanayinin yanı sıra.
12 Mart’ın ardından gelişen sosyal ve siyasal ilişkilerden Eskişehir’in etkilenmemesi pek de mümkün değildi. Kendi içinde bir yapılanmayla başlayan Seyficilik (EGD) kısa zamanda genel yapılanmadan etkilenince bilinen hemen her fraksiyon boy gösterdi. Biz, “Porsuk Durgun Akardı”da, Devrimci Yol’un gelişmesini okuyoruz.
Taraflı bakış…
Eskişehir’de Halkın Kurtuluşu ile TSİP vardı, arkasından sendikaların da etkisiyle İGD (TKP) de büyüdü. Hatta kitapta yer almasa da “Dev-Al-Der” (Devrimci Alkolikler Derneği) yazıları bile duvarları süslüyordu.
Dev-Yol’cular, mahalle örgütlenmesiyle gelişti… Ayrıntıları kitapta yer alıyor. Zorlu ve önemli çalışmalar yaptıkları anlaşılıyor. Her ne kadar HK da mahalle örgütlenmesiyle büyümüştü; tabii, TSİP ve TKP de, çünkü onlar da işçiler içerisinde çalışma yürütüyorlardı. Bu arada, yazarın KSD diye eski anlayışla küçümsediği Kurtuluş da bir mahalle örgütlenmesiyle antifaşist mücadelede yer alıyordu, ayrıca DİSK Bölge Temsilciliğinde de…
Ersin Toker’in, çok başarılı bir şekilde insanların kendi anlatımlarına yer vermesiyle yaşamın içine girdiğimiz Eskişehir’de, faşist yapılanma öğrenci arasındaydı; çünkü ülkede ne kadar katil varsa Sazak’ların çiftliğinde saklanıyordu. Orayı korumaları gerekirdi. Gün Sazak öldürülünce, beş arkadaşımızı katlettiler, intikam almak için. Kaldı ki faşistler o günlerde ülkenin birçok kentinde, birçok arkadaşımızı öldürdü, sırf kısasa kısas olsun diye.
Bu arada, gerek polis gerekse mahkeme süreçlerinde “ser verip sır vermeyen” kişilerin hemen her grup içerisinde bulunduğunu, ama grupların (fraksiyonların) hemen hepsinin lafta örgütle olduğunu yinelemek gerekir. Muhakkak ki, hepsi belli bir inanç, belli bir bilinç ve belli bir çizgideydi ama kendi dergi ve gazetelerinde yazdıklarını hayata geçiremedikleri de bir gerçek. Bu kitapta da belirgin bir biçimde görünüyor bu durum.
Özeleştiri olmayan özeleştiri…
Devrimci Yol taraftarları, doğrudan anlatırlarken yapılan yanlışları sergiliyor, ama kadro niteliğindekiler “darbenin geleceğini” bildikleri halde önlem almıyorlar. Yaşananların, başka diğer yerleşim merkezlerinde yaşananlardan farkı yok: Herkes başının çaresine baksın!
Baksın bakmasına da, nasıl olacak, ne yapılabilir… Hemen tüm siyasi yapılanmalar “biz en büyüktük, biz en örgütlüydük, biz en etkiliydik” derken sadece kendi sokaklarını koruyabildiklerinin farkında bile değiller. Başta sendikalar olmak üzere meslek örgütlerinin 12 Eylül sonrasında neredeyse hiçbir şey yapmaması (Devrimci Yol liderleri en önce yakalananlardan oldu) tüm yapılanmaların yanlışının göstergesidir. Bu “yenilgi”nin eleştirisi de özeleştirisi de yapılmadı hâlâ.
Üç arkadaş kırsala çekilince, beş kişi dağa çıkınca, sekizi büyük şehirlere “kaydırılınca” örgütlülük ayakta duramıyor. Zaten bugün, aradan geçen (insan ömrü için önemli, ama toplumlar için göz açıp kapayıncaya değin geçen) kırk yılda nerelerde olduğumuz apaçık ortada.
Bir arkadaş, “Elbette bu konuştuklarımızın 1976-1980 arasında 3-4 yıllık kısa bir döneme ait olduğunu belirtmemiz gerek. 4 yılda Devrimci Yol hareketinden fazla bir şey beklemek de biraz haksızlık” (s.491) diyor. Dün, Porsuk Durgun Akardı”yı okuduğunu bildiğim bir arkadaş, “Hayaller Paris, gerçekler Bağcılar” diye özetledi, tek cümleyle… Bir diğer arkadaşın, “10 Ekim Ankara Katliamını ele alalım; eğer Devrimci Yolcu bir örgütlenme olsaydı o miting, kesinlikle o kadar insan ölmezdi, bizde deneyim var, güvenliği biz sağlamış olsaydık… (s.502) cümlesiyle ne kadar zıt durduğunu görüyoruz. Tam yeri işte: “Bir gün yaşanır ama bir ömür sürer efsaneler” demiş Bülent Forta. Ne kadar da haklı…
Çalıkuşu anısına…
Eskişehir’de, hangi gruptan olursa olsun, Mustafa Çalıkuşu’nu tanımayan taş olur, en azından duymuştur muhakkak. Saygın, güvenilir, çalışkan, sevilen biriydi. Ona adanan bu kitabın en güzel yanı bu sanki. Bu önemli, önemli olduğu kadar değerli, değerli olduğu kadar anlatılması gerekli arkadaşımızı bu kitabın arkasına takmak, şık durmamış. 100 sayfayı aşkın “Mustafa Çalıkuşu Anısına Saygıyla” bölümü, Dev-Yol kısmından ayrılıp da tek başına kitaplaştırılsaydı, o “müritler” dışındakiler de okur ve çok iyi olurdu. Araştırmacılar, tarihçiler, sosyologlar, sanatçılar için de öyle…
Kitapta, devrimci yapılanmanın merkezi örgütlenmenin çok daha ilerisinde hâlâ yaşadığını vurgulamış bir arkadaş. Önemli olan da bu…
Porsuk Durgun Akardı, Mustafa Çalıkuşu Anısına
Ersin Toker
Sözlü tarih, Anı,
Ayrıntı Yayınları, 2. basım
2022, 668 s.