Korkut Akın
Hayatın Köklerine İniyor Zehirli Sular
Milen Kundera’nın, “İnsanın iktidara karşı mücadelesi hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir” cümlesi, yazmaya başladığınız anılar için yol gösteriyorsa, doğru zaman ve zemindesiniz demektir. Yazarlığından önce ve çok yayıncılığıyla tanıdığımız Semih Gümüş, hem kendisine hem bize anlatıyor yaşadıklarını. Aslına bakarsanız hepimizin yaşadıklarından pek farklı değil onun yaşadıkları da…
Bütün dünyayı etkileyen özgürlük ve demokrasi rüzgârlarının Türkiye’de de belirleyici olması çok olağan… Biliyorsunuz, dünya küçük bir köy zaten. 60’lı, 70’li yılların teknolojik gücü ve kitle iletişim araçlarının bunca hızlı olmamasına (telefon bile bakkalda ve santrale yazdırarak saatlerce haber gelmesini bekliyorsunuz) rağmen, kelebeğin kanat çırpması denilen ve şimdilerde ekonomiyle bağlantılı olarak kullanılan o etki o zaman da güçlüydü ve gerçekten değdiği yeri sarsıyordu.
O zaman ve zeminde yaşayanlar ister istemez toplumsal duyarlılıkla donanıyor ve daha iyiyi, daha doğruyu, daha güzeli yaşamak istiyordu. Sözü dolaştırmanın anlamı yok; solcu, devrimci oluyordu insanlar. Demokratik kitle örgütlerinin kurulmasıyla birlikte toplumun hemen her kesiminin sorunları ve beklentileri bilinebiliyor, çözüm için talepler sıralanabiliyordu.
İşte, Semih Gümüş de, öylesi bir zamanın ve zeminin içinden çıkıp, arkadaşlarıyla birlikte edebiyat dergisi hazırlıyor. 1980’li yılların Yarın dergisini bilmeyen, duymayan var mı; o dönemde edebiyata, sanata ilgi duyanların sayfalarını karıştırmamış olması mümkün mü? Daha genç arkadaşlarınsa hiç değilse bir sayfasını görebilmek uğruna internet sayfalarında gezindikleri bilinen bir gerçek.
Yılların içinden…
Onca yıl yayıncılık yapınca, insan ister istemez hem daha kolay yazıyor hem daha iyi anımsıyor hem de anlattıkları belli bir düzeyde oluyor. Solculukla başlayan, zaman içerisinde koşulların da altüst olmasıyla birlikte düş(ünce)lerinde olumlu değişiklikler olan Semih Gümüş, bir anlamda, bize, geçmişimizi sunuyor.
Sözlü tarihi, resmi tarihten bilinçli yalandan uzaklaşmasıyla ayırıyoruz. Sözlü tarihte hatalar olabilir, gerçekten de büyük hatalar olabilir bunlar, ama resmi tarih gibi ne olanları çarpıtır ne de hep kendine yontar. Resmi tarihe itiraz etseniz de duvara çarpar geri düşersiniz; sözlü tarihte ise her şey açıktır, ortadadır, tartışılabilir.
Kimlik savaşları haklı savaşlardır…
Egemen erkin belirlediği “kimlik” insanları da, eğer itiraz etmezlerse, belirler. Herkesin Türk ve Sünni olması, renkliliklere kapalı ve onlara yaşama şansı vermeyenler olarak eğitilmesi istenir. İtiraz edenler ya yaftalanır (eskiden en kolayı “komünist” demekti, sonra anarşist, Kürt, LGBTİ+, “affedersiniz” Ermeni, hatta bölücü ve feminist geldi) ya da hemen hapse atılır (Osman Kavala’dan gazetecilere, Gezi Direnişçilerinden onlarca siyasetçiye kadar).
Semih Gümüş, her ne kadar not almadığını, arşiv tutmadığını söylese de, belleğinin gücünden de kaynaklı bir dönemi, kendi yaşadıkları üzerinden anlatıyor. Kallavi bir kitap “Yaşadıklarım Belleğimde Uğulduyor” ve son elli yılın hemen tüm nirengi noktalarını vurguluyor.
Yaşar Kemal’den…
Yaşar Kemal’in, “Roman, insan psikolojisini anlatır” sözünü rehber edinen Gümüş, insanı tanımak, insanın gelişimini takip etmek, nereden nereye geldiğini ve nerelere gideceğini kestirmek istiyor. 12 Eylül sonrası -aslına bakarsanız 90’larla birlikte tüm dünyada yaşanan değişimle birlikte neokapitalizm ve aşırı baskıcı yönetimler- bir şeyler yapmak isteyenlerin edebiyat dergisi çıkarmaları önemli; o dergiler en tam da toplumsal muhalefetin sesi oldu. Peki, orada kaldı mı? Tabii ki hayır! Küresel ısıtmayla birlikte çevreciliği hepimiz sahiplenmeliyiz. Semih Gümüş, benim bu tek cümleye sıkıştırmaya çalışıp da birçoğunu eksik bıraktığım görüşü, gerçekten temellendirerek, gerekçelerini belirterek anlatıyor. Nereden geldi, nereye gidiyor? Dünyanın bir derece ısınmasının ne denli kötü sonuçlar doğuracağı söyleniyordu; artık 2,5 dereceyi geçmemesi için önlemler alınmaya çalışılıyor.
Şöyle diyor Semih Gümüş, çok önemli: “Göç, devlet terörü, eşitsizlik, devlet otoritesinin gitgide sertleşmesi, yönetenlerin söyleminin şiddeti, süreğen ekonomik kriz, kadın haklarında gerileme, doğaya düşmanlık, iklim yakımı, kasırgalar, küresel yangınlar, su baskınları, açlık, kuraklık, insan canına kast eden virüs salgınları gibi düpedüz hayatın köklerine inen zehirli sular zamanımızın ruh halini bozarken gezegenin topluma ve insana dönük ikliminde büyük bir gerilemeye yol açıyor.”
Virgülüne kadar katıldığım bir görüş bu… Ancak, yazıldığından bu yana, Anayasanın bile uygulanmaması, temel insan haklarından biri olan hukukun üstünlüğünün yok edilmesini eklemek gerekir, bizim ülkemiz için. Gerçi, diğer ülkeler farklı mı? Bakın işte, Arjantin’de seçilen Başkan, ülkesini yok etmek için daha ilk günden başladı çalışmaya.
Yaşadıklarım Belleğimde Uğulduyor
Semih Gümüş
Anı, Düşünce
Can Yayınları, Ocak 2023, 529 s.







