Geçenlerde bir arkadaşımla karşılaştım. Hastaneye gidiyordu. Annesinin hastalık sürecinden söz etti ayaküstü. Annesi, uzun zamandır hastaymış ve artık hastalığının son evresindeymiş. Neredeyse yapılacak bir şey kalmamış. “Ama o, ölümünü planlıyor.” dedi üzüntüyle. “Hatta o öldükten sonraki yaşantılarımızı…”
Bir şey söylemek istedim, üzüntüsünün derinliği karşısında söyleyemedim. Onun yerine sarıldım sıkıca. Sessizce ayrıldık.
Kendi gitti, cümlesi kaldı aklımda: Ölümünü planlıyor hatta o öldükten sonraki yaşantılarımızı. Cümledeki kontrol arzusundan rahatsız oldum. Belli ki teyze yaşamı boyunca her şey kendi kontrolünde olsun istemiş, yetmemiş olacak sonrasına da el atmadan yapamıyor. Böylelerini bilirim. Yıldırım düşse tutabileceklerini sanırlar. Tabii ne yıldırımı tutabilir ne insanları, hayatı kontrol edebilirler.
Geçenlerde annem de evde düşmüş. Balkonda düştüğü için sesini güçlükle de olsa komşulara duyurabilmiş. Haber verdiler beş dakikaya yanındaydık. Kırığı yoktu, ama kafasını fena vurmuştu. Ağız burun dağılmış, desem yeri. O halde görünce insanın aklına her şey geliyor. Bizim için müthiş bir dehşet ânı. Ambulans geldi. Acil doktoru muayene edip hemen hastaneye, dedi. Annemi ambulansa bindirdiler. Biz, annemi o halde görmenin yaşattığı yoğun üzüntüyü iliklerimizde hissederken acı içindeki annem, “Eve ayakkabıyla girdiler, ortalığı silin.” diye talimat veriyordu. Arkadaşımın annesinden farkı yoktu yani.
Hayatla bağı kopma noktasına gelen bir insan bunu nasıl düşünebilir ki?
Her işin üstesinden tek başına gelmek zorunda kalan kişilerde, kontrolcülük bir süre sonra doğallık kazanıyor sanırım. Buna mükemmeliyetçiliği de eklediğinizde süper kahramana dönüşüyorlar. Bu süper kahramanlar, genç yaşlarda güçlerini orantısız kullandıklarının farkına varmıyorlar. Sırf işler, kendi istedikleri gibi yürüsün diye aldıkları fazladan sorumluluğun her yaşta bir bedeli olabileceğini düşünmüyorlar bile.
Ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklar yaşamaya başlayınca da şaşırıyorlar. Darbe aldıkları halde zihinleri yola aynı hızla devam edebilecekleri konusunda ısrarcı olduğundan bir savaşın ortasında kalıyorlar. Savaş mağduru olmak yerine yaşamlarını gözden geçirip hiç madalya alamayacakları bu kahramanlık işlerinden sıyrılsalar ne güzel olur. Çünkü hayat yaşamak içindir, kontrol etmek için değil.
Hayatı, insanları kontrol edebilmek için ortaya konan eylemler, hayattan alınacak zevki köreltir. İlişkiler soğur. Güzellikler çekiciliğini yitirir.
Peşine düştüğünüz şey, hayatı ve insanları kontrol edebileceğiniz yanılsamasıysa sözlerimden size fayda yok. Ama kendinizi olanaksız bir kontrol etme düşüncesine hepten kaptırmadıysanız bu asılsız arzunuzdan özgürleşebilirsiniz.
Arzunuzun olanaksız olduğunu kavramak, hayatla başarılı bir ilişki kurmanızın ilk adımıdır. İkinci adım, kontrol etme ihtiyacınızı tetikleyen duyguların farkına varmanızdır. Böylece eylemlerinizin keskinliği azalır. Duygularınızı anlayıp olan bitene verdiğiniz tepkinin gerçek nedenlerini anladığınızdaysa özgürleşmeye başlarsınız.
Özgürlük, rahatlık verir. Özgürlüğü bir kere tatsanız bir daha eskisi gibi olmak istemezsiniz. Hiç değilse bu nedenle bile kontrolcülükten vazgeçme konusunda içten bir tavır geliştirmeyi umabilirsiniz.
er işin üstesinden tek başına gelmek zorunda kalan kişilerde, kontrolcülük bir süre sonra doğallık kazanıyor sanırım. Buna mükemmeliyetçiliği de eklediğinizde süper kahramana dönüşüyorlar. Bu süper kahramanlar, genç yaşlarda güçlerini orantısız kullandıklarının farkına varmıyorlar. Sırf işler, kendi istedikleri gibi yürüsün diye aldıkları fazladan sorumluluğun her yaşta bir bedeli olabileceğini düşünmüyorlar bile.
Harika bir tespit .kendimi yakınlarımı bulduğum bir yazı .