Haberi duyan kültür ve sanatseverler sinemalara koştular. Perdeler açıldı. Işıklar söndü. Filmin ilk karesi sahneye düştüğünde sessizlik, meraklı gözlerle birlikte çöktü salona.
Bu yılın en iyi kısa filmi neyi, nasıl anlatacaktı? Kısa film çevirmek zordu. Uzun metrajlı filmlerdeki hatalı bölümler, filmin geneli içinde kaybolurdu. Film birçok dalda ödül alabilir, başarılı sayılırdı.
Kısa film öyle miydi? Kısa filmde tek bir hamle vardır. Ya “şah” der, mat edersin, ya da biri sana “şah” der mat olursun. Bu film öteki filmleri “mat” etmiş, ödül almıştı. Fakat dakikalar geçiyor, ilk film karesi perdede değişmiyordu. Görüntü bir mekânın tavanını çekiyordu. Tavanda ne olabilirdi ki? Ama birçok “sanat filmleri”nde de böyle olmuyor muydu? Konuşmayan insanlar, değişmeyen kareler… Ama onlarda görsel efektler, manzaralar vardı. Ya da bir adam, bir kadın olurdu. Konuşmazlardı ama birbirlerine şiir okuduklarını anlaşılırdı. Bekliyorlardı, film karesi değişmiyordu. Meraklı bekleyiş sessizliği bozmaya başlamıştı. Altı dakika olmuştu ki, insanlar, sanat anlayışlarını sorgulamaya “bunun nesi sanat?”, “kim vermiş bu ödülü?” deyip salonu terk etmeye başladılar. Kalanların bir kısmı fısıldamaya, bir kısmı “bir mucize olacak, bu ödülü boşa vermezler” diye seyirlerine devam ediyorlardı. Film, bu düşünceyi yalanlarcasına aynı karede duruyordu. Sekiz dakika olmuştu. Sadece sekiz dakika! Artık salon neredeyse boşalmıştı ki perdedeki görüntü tavandan zemine akmaya başladı. Bir çift ayak, bir çift bacak, bir vücut göründü. Kamera geriledi, yükseldi, görüntü genişledi. Kamera şimdi tavandan çekim yapıyordu. Perdede yatağa bağlı, bir sfenks kımıltısızlığıyla yatağa mıhlanmış bir çocuk göründü. Film detayları gösterirken, yumuşak bir ses hoparlörlerden duyulmaya başlandı.
“Sevgili seyirciler, yedi dakika, sadece yedi dakika… Bir kısmınızın sıkılıp salonu terk ettiği, bir kısmınızın zor tahammül ettiği bu filmde sizlere, ömür boyu tavana bakan omurilik felçli bir çocuğun seyrettiği filmin sadece yedi dakikasını seyrettirdik. Bir kısmınızın yedi dakikasına tahammül edemediği filmi, omurilik engellilerimiz ömür boyu seyrediyorlar. Sizlerde bir ömür boyuta tavandan seyretmek istemiyorsanız hayatı, omurilik felçli insanlarımıza dokunun. Farkındalığınız ve seyrettiğiniz için teşekkürler.”
Not: Yukarıda gördüğünüz fotoğraf bana, bu film ve ötesini hatırlattı. Dün gece kan ter içinde hastaneye kaldırıldığımda, vücudumda otuz dokuz derece ateş, kolumda serum iğnesi, sırtım yatakta, kafam yastıkta, gözlerim yarı baygın tavanda bir fan, iki aydınlatmaya bakarken, düşündüm. Bilinçli, sosyalist hayatım boyunca hep tavandan bakan insanlara dokunmaya çalıştım. Kısa film sayılmazdı benimkisi Sadece otuz dakika sürmüştü benim filmim. Ya sizlerin?.. Sizlerin bir filmi var mı? Yada kameranın neresinde siniz?.