Ülkedeki ve toplumdaki çürümenin sembolü haline gelen Narin’in katledilmesini konuşuyoruz arkadaşım Cengiz’le (Türüdü). Cengiz, kahırlı bir şekilde: Biz eksik görüp, eksik söylemişiz toplumsal çürüme konusunda. Aslında toplum yıllardır çürümüş haldeymiş…
Arkadaşımın bu meyanda söylediklerine ben de karşılık verdim. Dediğim: Doğru, çürüme zamana yayılan bir süreç, hele toplumların çürümesi şipşak olan bir hâl değil. Esas olarak bir doğu toplumu olmamız sebebiyle bu toplum evvelinden bu anlamda birçok mikrobu içinde barındırıyordu. Bunu bir melanet havuzu olarak düşünürsek, bu havuzun kenar betonlarını devlet dökmüştü ve bu mikropların havuz dışına saçılıp toplumu tümüyle sarmasını ve ülkeyi hepten enfekte etmesini önlüyordu. Ağır-aksak, eksik-gedik de olsa Cumhuriyetle kurulmuş olan devlet, kurumlarını çalıştırdığı oranda ve paradigmanın rotası nedeniyle medeni ülkelere paralel bir istikâmet tutturmaya çalışıyordu.
Ancak ülkede türlü nedenlerin bir araya gelmesiyle 2002’den bu yana tedricen ülkeye ve topluma, siyasal İslam ideolojisine sahip yetkili kadrolar tarafından eski paradigmadan vazgeçilerek doğuya dümen kırdırıldı. Zaten ideolojileri gereği Cumhuriyet ve devlet dârülharp görüldüğünden demokrat cenaha ters gelenler onlara onur madalyası oldu.
Yirmi iki yıllık azimli ve sabırlı çalışmalarının sonucu siyasal İslamcılar deyim yerindeyse yoğurdu mayaladılar. Kumarda temel eğilimdir, kazanan daha çok kazanmak ister. Belli ki bu kesim şunu düşünüyor: Yoğurt bir kazanç da bunun kaymağından da ayrıca nemalansak! Hesap bu şekil olsa da toplum ve devletin pul pul döküldüğünün birer ispatı olan çığırından çıkmışlıklar artık göstermektedir ki mayaladıkları yoğurt ekşimiştir. Ekşimiş yoğurttan en çok ayran yaparsın ki onun da matah bir tarafı olmadığı için harcanan süte yazık!
Toplum, devlet ve genel olarak ülke böyle bir çıkmaza girdiğinde aklın yolu, buradan nasıl çıkılacağını bulmaktır. Düz yolda kamyonu uçuruma sürene tekrar direksiyon teslim edilemeyeceğine göre genel olarak muhalefet cephesinin ne yapacağına bakmak gerekir.
Çok parçalı muhalefet cephesinde ise durum çok da parlak değil. Çünkü bir ülkenin ekonomisi, genel yapısı, kültürü, iktidarı, ahlakı, eğitimi, sağı, solu ve dahi muhalefeti üç aşağı beş yukarı aynı düzeyde oluyor. Kısacası, bileşik kaplar teorisi bu alanda da geçerli. Sağ cenahta görülen çürüme, sol cenahta da kendi özellikleriyle, farklılıklarıyla yaşanıyor. Toplumdaki kirden, pastan kaçamıyor kimse. Her kesim nasibini alıyor kirlenmeden, çürümeden.
Buna ilâveten solun birçok sebepten dolayı ülkede zayıf düşmüş olması ve kitlesellikten uzaklığının yanı sıra toplumdaki ideolojik bilinç düşüklüğünün son yirmi yılda dibe vurdurulduğunu da hatırlarsak ne yapmalı sorusuna yanıt bulmak iyice zorlaşıyor. Bu ne yapmalı meselesinde işin lafzı kolay; herkes kendi meşrebince, hatta isteyen alıntılar, göndermeler yaparak kurtuluş menkıbeleri anlatabilir. Benim kastım; can çekişen bir toplum ve yapıyı ivedi olarak ne yapmalı da yola koymalı? Çünkü hayatın dersleri her zaman ideolojinin derslerinden öndedir. Bu bahiste, yani genel olarak muhalefet saflarında olan ve ülkede krizin derinleşmesiyle muhalefet saflarında-kalıcı olmasa da- yer alan kesimlerin sola ve devlete bakışlarını da hesaba katmak gerekir.
Bu mevzuda yakın tarihe bakmak gerekir diye düşünüyorum. İttihatçıların ve devamında Mustafa Kemal’in temel diskuru devleti kurtarmaktı. Bu onların bilinçli tercihiydi. Bu tercih onların sadece sınıfsal konumlarıyla ilintili değildi. Daha önemlisi halkı iyi tanımalarının sonucuydu. Harekete geçirdikleri halk için devlet kutsaldı.
Bu gerçeklikten bakınca, bugün de halkın devleti nasıl gördüğünü doğru saptamamız gerekiyor. Benimsediğimiz literatürde devlet bizler için bellidir. Dönüşümü ancak halkla yapmak mümkün ve halkın öncüleri bu ülkede birçok kez av olmak durumunda kaldılarsa, taktik olarak bile olsa söylemlerimizi ona göre belirlemek gerçeğini bilebilmeliyiz. Kahraman olmak da bir seçimdir, ama öte yandan ülkeyi ve toplumu doğru bulduğun, özlediğin şartlara kavuşturmak da yadsınmaması gereken bir tercihtir.
Yirmi küsur yılın sonunda ülkenin, toplumun ve devletin getirildiği harap hâl ortadadır. Halkın büyük kısmının sahip olduğu değerler de bellidir. Bu bahiste Küba’da devrimi yapanların da bu noktanın bilincinde olarak hareket ettiklerini hatırlayalım.
Tarlasının toprağını tanımadan ekim yapan, sonrasında çıkan mahsulden şikâyetçi olmamalı.