“Adalet buralarda da yokmuş meğer” diye başlıyor Nurcan Baysal öyküsüne. Nedenini, içeriğini okudukça çok daha iyi anlıyoruz. Ana akım medya olarak tanımlanan gazeteler, radyo ve televizyonlarda gör(e)meyeceğiniz, oku(ya)mayacağınız, izle(ye)meyeceğiniz yaşananları anlatırken, inanıyorum ki yazarken o da -bizim okurken olduğu gibi- gözyaşlarını tutamamıştır.
Başlığa kısaltarak çıkarttığım cümle, aslında “Ne garip memleket. Bir yanda hayat, kafeler, turistik sokaklar, caddeler, diğer yanda yıkım, ölüm”, şaşırıyor insan; bu kadar da olur mu? Ya da bu kadar mı duyarsızız? Bir diğer açıdan bakınca devlet dediğimiz mekanizma bu kadar taraflı, bu kadar gaddar, bu kadar sömürgen olur mu?
Hafızanın ve tutkunun kenti Diyarbakır’ın binlerce yıldır kadim halkların eşliğinde süregelen yapısı günümüzde yerini yalana, yıkıma, talana, ölüme bırakmış. Analar en çok, analar gözyaşı döküyor hem yok edilen huzurlu yaşamlarının ardından hem de süründürülen, hapsedilen, işkence yapılan, öldürülen çocuklarının ardından.
Direniş hayattır!
Dünya kurulalı beri iyiyi, güzeli, doğruyu isteyen, onlara ulaşmak için çabalayan insanlar yaşamış. Evet, yenilmişler, ama hâlâ ayaktalar ve umutlarını üzmüyorlar. Ta Spartaküs’ten, Pir Sultan’dan, Şeyh Bedrettin’den bu yana bir güzel dünya düşü inşa ediyorlar. Yenilenlerin yanlışlarından ders çıkaracak, herkesi emeğine ve yeteneğine göre, eşit, hakkaniyetli, mutlu bir yaşama kavuşturacaklar. Tarihteki ilk üniversitenin kurulduğu Nusaybin’i yakıp yıksalar da, Süryanileri, Keldanileri, Aramileri, Asurileri ve daha nice kadim halkı sürüp topraklarından çıkarsalar da, Diyarbakır küçelerinden sokaklara, alanlara yayılıyor, Kobani için atılan sloganlara bir kulak verin isterseniz…
19 öykü yer alıyor “Yok Zamanı”nda, çocukların hiç görmediği, ama okulda öğrendiği “mavi su” düşü de, taciz ve tecavüz acısını da, emirden başka hiçbir şey dinlemeyen, aslında belki de evine gittiğinde kendisine lanet okuyan, görevlilerin çıkmazını da, zorunlu göç ettiği büyük şehirlerin çöplerinden artık yiyecek bulduklarında duydukları sevinci de bir arada buluyorsunuz.
Nurcan Baysal, ağırlıklı olarak çocuk kahramanların üzerinden aktarıyor hikâyelerini. Çocuklar masum, çocuklar günahsız, çocuklar umut… ama onların gelecekleri yok. Zaten kitabın adı da “Yok Zamanı”.
Var olmasını istiyor insan. Adaletin, liyakatin, eşitliğin, kardeşliğin, barışın, demokrasinin, huzurun, mutluluğun olmasını istiyoruz.
İnsan hakları savunucusu, gazeteci ve yazar Nurcan Baysal, uzun yıllar Birleşmiş Milletler başta, farklı kurum ve STÖ bünyesinde yoksulluk ve kalkınma programları yönetti. Son on yıldır da Kürt sorunu, savaş ve mültecilik üzerine yoğunlaştı. Alabildiğine duygusal, tümüyle objektif ve bir o kadar da muhalif duruşuyla, kendisini de katarak yaşanmışlıkları yazıyor. Okurken kocaman bir soru işareti takılıyor aklınıza: Neden?
Yok Zamanı
Nurcan Baysal
Öykü
SRC Yayınları, 2024, 77 s.