Başını göğe her kaldırdığında yıldızlardaki yolunu aşkla bulan adam, şair Turgut Uyar
Göğe Bakma Durağı
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım…
Dünya gündeminden biraz uzaklaşıp, bugünlerde Turgut Uyar’a kilitlendim. Ama en çok ta ‘’Göğe Bakma Durağı’ ’şiiri 1959 da okuyucusu ile buluşturduğu ve nerdeyse insanların gönlüne bu şiirle taht kurmuş olan şair, son derce duygusal ve kendi alnında oldukça başarılı bir Türk şairi. Turgut Uyar üzerinden yıllar geçse de halen insanın doğasındaki o hissiyatı uyandırabilecek kadar güçlü, kullandığı imgelerle ustaca anlattığı bu şiirle benimde hislerimi o kadar uyandırdı ki kalemim durmadı ve başladım yazmaya.
Günümüzde aşkların dahi, tüm ilişkilerin hep hesap üzerine kurulması ister istemez insanın doğasına aykırı ilişkilerin yaşanmasına neden olmakta ve buda insanları sandıkları gibi mutlu değil tam tersine mutsuz etmektedir.
Ben günümüzde ki ilişkilere’’ fast food’’ ilişkiler diyorum ve bundandır ki şiir okumayı ve şiire verilen gerekli önemin daha da arttırılması gerektiğini düşünen biriyim. Baksanıza bir aşk bu kadar mı güzel anlatılır ya…Harika.
Gülten Dayıoğlu’nun ediği gibi’’ şiir duyarlılığın çiçeğidir’’.
“Göğe Bakma Durağı” şiiri, Turgut’un yaşamı içinde bir dönüm noktasıydı. “Dünyanın En Güzel Arabistan’ı” kitabında yer alan, bugün düşünüyorum ki duymayan bilmeyen kimsenin kalmadığı bu şiir, okuyucusuyla 1959’da buluştu. Dönüm noktası olmuştu, çünkü kurduğu cümlelerde kullandığı yeni imgeler Modernist bir yaklaşım içeriyordu.
Aşk ve sancılı ayrılık şiirlerinin ölümsüz şairiydi Turgut Uyar. Çocuk kalbinde iz bırakmış baba özlemiyle tanıdı kendini önce. Sonra annesine duyduğu saygıdan genç yaşta evlendi, yıllar geçti. Bu yılları şiir olmasa geçiremezdi sanki. Bizim okurken duygu seline kapıldığımız o şiirlerin hepsini Turgut yaşıyordu çünkü.
Ben çok aşk dolu bakıp öyle gördüğümden mi bilmem, belki de Turgut hayatını Tomris ile birleştirdiğinden mutlu gitti bu hayattan. Hatta belki yüreğindeki birçok kırgınlığın, iyileşmemiş yaraların ödülüydü Tomris Uyar.
Turgut, 4 Ağustos 1927’de Ankara’da doğduğunda annesi Fatma Hanım ve babası Hayri Bey, ona “Ahmet Turgut Uyar” adını verdi. Altı kardeşten beşincisi olarak dünyaya gelmişti.
Turgut babasını özleyerek büyüyen bir çocuktu. Çünkü babası Hayri Bey, Osmanlı döneminde kolağası rütbesine kadar gelmiş bir harita subayıydı ve ailesinden uzaklardaydı. Bu uzaklık Turgut’un içinde bir yara olmuştu, sessizliği, derinliği işte bu yüzdendi. Özlemini duyduğu şeylerin gölgesinde bir yanının eksik kaldığını hissediyordu. Göz pınarlarında her an düşecekmiş gibi bekleyen bir damla vardı sanki.
Annesi Fatma Hanım ise akıllı ve güzel bir kadındı. Turgut annesinin hep yanında olduğu için şanslıydı. Ama yine de babasızlığının içinde bıraktığı hissiyat oldukça derindi. Yıllar sonra çocukluğundan şöyle bahsedecekti Turgut: “Hüzünlü bir çocuktum. Nedense hep ağlamaya hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem: ‘Yapma oğlum’ derdi ona, ‘O, içli bir çocuk’”.1931’de Hayri Bey emekli oldu. Böylece Uyar ailesi de Ankara’dan İstanbul’a taşındı. Hayri Bey burada da çalışmaya devam etti. Turgut, bir nevi babasına kavuşmuştu. Belki bundan sebep, belki de çok küçük olduğundan çocuk aklı Ankara yıllarını silmiş, yaşama İstanbul’dan başlamıştı. Yıllar sonra şiirleri pek sevilen bir şair olduğunda özenle anlatacaktı buraları. “Vaiz Sokağı Numara 70” adlı şiiri aslında çocukluğunu nerede yaşamaya başladığının en canlı ibaresi olacaktı. Işıklar lisesini bitirdikten sonra İki yıl da Askeri Memurlar Okulu’na gitti ve eğitim hayatını tamamladığında yıl 1947 idi.
Turgut uyar şiir e çok düşkün biriydi. Turgut aslında genel anlamda sanatın kendisine düşkündü ve bu düşkünlüğü ilk müziğe duyduğu sevgiden doğdu. Çünkü onu doğuran ve büyüten aile müzikten besleniyordu. Evden her zaman keman, saz ve ud sesleri yükselirdi. Turgut’un kulak kabarttığı notalarda sevgi vardı, mutluluk vardı, hüzün vardı, aşk vardı… İşte beynine ve kalbine doldurduğu bu duygular, henüz çocukken ona şiir yazma yetisini getirdi.
Şiir yazmaya başladığında belki de yıllar sonra isminin bir imza olacağından habersiz küçük bir çocuktu ve yıllar sonra Turgut Uyar olduğunda şiir yazma hissinin içine ilk nasıl düştüğünü şöyle anlatacaktı:
“Daha ilkokulda vezin ve kafiyeden haberim olmadığı çağlarda manzumeler yazardım. Sonra ortaokul ve lise devresinde boyuna yazdım. Günde üç beş şiir, haftada on beş, günde bir roman yazıyordum. Ama ne şiirler ve romanlar. Liseyi bitireceğim yıl, Hayyam , Nedim, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Hamit ve Haşim kıskıvrak tutmuşlardı. Taklit ettiğimi bile bile onlara özenerek, bildiğim ve becerdiğim kadar terkipli filan gazeller mazeller yazardım. Hatta Makbere Mezar adıyla bir nazire bile yazmıştım”. Turgut, şair olma yolunda ilerliyordu. Ancak sadece yazmıyor, şiir gibi yaşıyordu. İlk şiirini 1947’de Yenigün dergisinde yayınladı. Bu şiire “Yad” adını vermişti.
1948’de “Kaynak” dergisinin şiir yarışmasına katıldı. Bu yarışmaya onu yönlendiren ve ikna eden edebiyatımızın değerlerinden, Nurullah Ataç’tı. “Arz-ı Hal” adını verdiği şiiriyle yarışmayı kazandı.
Turgut, kendi dünyasından doğurduğu şiirlerde sevdiği şairlerin fikirlerine tutunuyordu. Bir bakmışsın şiirde Nazım konuşuyor; bir bakmışsın Atatürk göz kırpıyordu. Şiire çok yönlü bakmanın doğru olduğunu düşündüğünden şiir yazarken batı ve divan şiirinin özelliklerini kullandı. Çünkü örnek alacak çok şair olduğunun farkındaydı. Zamanla kendini geliştirdi ve ikinci yeni akımının etkisine girdi. Başta Garip akımının özellikleri üzerinden ilerlerken, ikinci yeni akımının öncüleri arasına adını yazdırdı. Ancak yine de bu tercihin de üzerinden zaman geçtikçe kendine has tarza ulaşmaya yaklaştı. O şiirlerinde her zaman açık ve anlaşılır oldu.
BU TOPRAKLARDAN BİR TURGUT UYAR GEÇTİ, BİRÇOK İNSANIN GÖNLÜNE DOKUNARAK ÖLÜMSÜZLEŞEN TURGUT UYAR!