Kelaynak Sahne Tiyatrosundan Yazar ve Oyuncu Zuhal Güven ile “Bir Narsistin Anatomisi” oyunu üzerine konuştuk.
C.Şan: Zuhal Hanım Merhaba. Söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkürler.
“Bir Narsistin Anatomisi” adlı oyununuzu büyük bir keyifle izledim. Seyircinin ilgisi de çok yüksekti gerçekten. Öncelikle süreci konuşalım istiyorum. Siz aynı zamanda oyunun yazarısınız. Bir Narsistin Anatomisini kaleme almak ve onu sahneye taşımak…
Nasıl gelişti böylesi bir fikir?
Z.Güven: Öncelikle söyleşi için ben de teşekkür ederim. Bizler vahşi bir çağa denk geldik. İnsani yanlarımızı yitirmeden, akıl sağlığımızı da koruyarak hayatta kalmanın mücadelesini veriyoruz. Pek çoğumuz hasarlı. Tiyatro sanatına da buradan bakıyorum açıkçası. Kişilerin boğazında düğümlenmiş; yutamadıkları, çözemedikleri, yapayalnız hissettikleri meseleleri sahneye taşımak ve beraber iyileşmenin yollarını aramak, yapmaya çalıştığım şey tam da bu. Yani kısacası tiyatroyu iyileşme aracı olarak kullanıyorum.
Narsizim konusunu irdelemek fikri ise soru işaretlerinin peşine takılarak gelişti açıkçası. Yaşam içerisindeki denk geldiğiniz durumların yarattığı duygu ister istemez sizi araştırmaya itiyor. Politik, siyasal, sosyal, aile, arkadaşlık ve aşk ilişkileri içerisinde artan zorbalığa, kabalığa ve etrafınızda biriken tükenmişlik hissine bakınca ‘’neden?’’ diye soruyorsunuz. Mesela hep şunu düşünürken buluyordum kendimi ; Benzer acılardan, deneyimlerden geçen insanlar nasıl oluyor da bu kadar farklı karakterlere bürünüyorlar. Biri yaşadığı kaosun içerisinden derinlemesine olgunlaşıp çıkarken diğeri son derece katı ve hatta zorba birine nasıl dönüşebiliyor. Sürekli bunu düşünüyordum.
İlk başlarda bu durumun farklı ailelerde yetişen çocukluk dönemlerinden kaynaklandığını düşünmüştüm. Ama daha sonra aynı ailede büyüyen çocuklarında – cinsiyet fark etmeksizin- olgunlaşma ve zorbalaşma arasında benzer tepkiler verdiğini fark edince aileyi mercek altına almaya başlıyorsunuz, kişilerin değişimlerindeki nedenlerini oralarda bulmaya çalışıyorsunuz. Narsist Kişilik Bozukluğu ve onların yarattığı travmalara maruz kalan kişilerle tanışmam ve oyunlaştırmam da böyle oldu. Derin, yıkıcı bir yalnızlık; kendinden her konuda şüphe duyma hali ve anlaşılamamak tokat gibi yüzünüze çarpıyor. Ve en üzücü kısmı da onlara maruz kalmış kişileri de, narsistleri de toplumun en tepesinden en altına kadar; okumuşu, aydını, ilericisi, gericisi, inançlısı, inançsızı, siyasetçisi, sanatçısı, patronu, çalışanı her yerde yoğun bir şekilde görüyor olmanız.
Ben sadece bu oyunla narsistlerin açtıkları yaraları az da olsa fark ettirmek; onlara maruz kalmış kişilerin de yalnız olmadıklarını, hayata yeniden sarılabileceklerini, yeniden ayağa kalkabileceklerini, birlikte toplum olarak da iyileşebileceğimizi anlatmak istedim.
C.Şan: Oyunda anlatılan bir Narsist kişilik var. Ve o kişinin kendi yüksek egosu yüzünden kendisi de dahil mutsuz ettiği insanlar var. Bu kişilikler perdeli/Gizli. Sizin oyununuzdaki Narsist karakter nasıl biri ve gerçek hayatta anatomik olarak bunlar nasıl insanlar…?
Z.Güven: Oyunda aslında belirgin iki Narsist karakter var. Bunlardan ilki ve yoğun biçimde işleneni sizin de bahsettiğiniz gibi gizli Narsist diğeri ise biraz dikkatli bakınca hemen fark edebileceğimiz açık Narsist. Ancak günümüzde çok fazla açık Narsistle karşılaştığımız için bu bazen gözden kaçabiliyor…
Nasıl bir karakter sorusuna gelecek olursak :
En başta şunu belirtmeliyim, oyundaki karakter Narsist olduğunun farkında olmayan biri. Ona göre yaptığı her şey gayet normal. İnsanların neden ona tepki verdiklerini de bir türlü anlayamıyor. Çünkü Narsistler, Narsist olduklarının farkında değil. İşte trajikomik bir hikaye olması da burada yatıyor. Bizim Narsistimiz etrafındaki kişilerin yeteneklerini, hayat enerjilerini, hayallerini yok ederek özgüvenini ayakta tutmaya çalışan; insanların güvenini kazandıktan sonra onları cinsel, duygusal, sosyal ve ekonomik olarak da sömüren ama aslında bir o kadar da korkak, ürkek, özgüvensiz; sevme becerisine sahip olamayan en kötüsü de tüm bunların da farkında olmayan bir karakter. En büyük besin kaynağı da oyundaki Empat karakterler.
Açıkçası bir soru soracak olsanız ‘’Narsistliği mi Empatlığı mı seçerdiniz?’’ deseniz Empatlığı seçerdim. Çünkü Empatlar destek alarak aşırı empati halinden sıyrılıp bunu sağlıklı bir seviyeye çekebiliyor ve hayatla bağlarını yeniden kurabiliyorlar. Mesela yeniden âşık olabiliyorlar, yeniden hayata sarılabiliyorlar, yeniden mesleklerine yoğunlaşabiliyorlar, tam her şey bitti derken yeniden başlayabiliyorlar ama Narsistler maalesef ömürleri boyunca aşkı, sevgiyi yaşamadan ölüp gidiyorlar. Bu çok büyük bir yoksulluk. Düşünsenize ömrünüz boyunca kimseyi gerçekten sevemiyorsunuz. Kendinizi o anlamda keşfedemiyorsunuz. Onların büyük bir çoğunluğu sadece gördükleri kişiye hayran oluyorlar sonra da o hayran oldukları şeyi yok ederek hayatta kalmaya çalışıyorlar. Aslında kendi içlerinde yapayalnızlar.
Bunlar nasıl kişiler sorusuna gelecek olursak:
Tabii bu soruyu bir uzmanın cevaplaması daha doğru olur ama kendimce şöyle cevap verebilirim. Gizli Narsistler kendilerini kılıflamayı çok iyi beceriyorlar. Sizinle ilk temasları ya kurban rolü (Çevresinden sürekli darbe almış, dünyanın bütün kahrını o çekmiş, iyi niyeti hep suistimal edilmiş gibi davranarak ve anlattıklarını sizin zihninizde besleyip yerleştirecek tavırlara da bürünerek ) oynayarak oluyor ya da aşırı yardımsever, ilgili, dinleyen ama demin bahsettiğim mağdur havasını da bırakmadan fakat çok da anlatmadan, sizin onu çözmenizi sağlayacak yöntemler geliştirerek sizinle temasını sürdürüyor. En yakınlarınızla olan bağlarınızı zayıflatarak sizi yalnızlaştırmaları, kendinizden sürekli şüphe duymanızı sağlamaları, alttan alta temasta bulunduğunuz yer ve kişiler (iş yeriniz, aileniz, arkadaşlarınız) arasında sizi itibarsızlaştırmaya çalışmaları, en iyi bildiğiniz uzmanı olduğunuz işi bile kendinizi beceriksiz hissettirerek yapamayacak hale getirmeleri; kendinizi İçten içe yetersiz, yeteneksiz, değersiz sanki o olmasa hayatınız mahvolacakmış gibi bir hale sürüklemeleri; sizi sürekli terk etmekle bazen açıktan çoğu kez üstü kapalı tehdit etmeleri, hayatınızda olmasını bir lütufmuş gibi sunmaları, tüm hataları size yüklemeleri, kafanızı bulandırmaları, sizi akıl sağlığınızdan bile şüphe eder noktaya getirmeleri. Tabii ki birçok farklı yöntemleri var ama ağırlıklı karşılaştığım durumlar bunlar.
Temelde birleştikleri nokta da sizi manipüle etmeleri, önce çok ilgili davranıp sonra bir anda kendilerini geri çekmeleri. Bu sayede sizin düşünce olarak ona yoğunlaşmanızı sağlıyorlar. Açıkçası bence en başarılı oldukları nokta bu. Çünkü bu sayede sürekli onun tavırlarındaki değişikliği çözmeye çalışırken kalbinizle beyniniz arasındaki bağlantıyı koparmayı başarıyorlar. Bu kopukluk ise düşünce yoğunluğunuzu aşk, sevgi , bağlanma zannetmenize neden oluyor.
Aslında Narsistler çocukluklarında neye maruz kaldılarsa aynı araçlarla çevrelerine saldırıyorlar. Onlarda bu şekilde hayatta kalma mücadelesi veriyor. Biliyorum ilk başta kafa karıştırıcı ama gerçek bu.
C.Şan: Bilirsiniz Filozof Kant’ın çok güzel bir sözü vardır “Sanat bir ifade biçimidir.” Metni konuşmaya devam edelim istiyorum. Sizin ifadeniz yani metniniz sert bir metin değil mi? Mesela oyundaki Şule karakteri intihar ediyor.
Biz ikili ilişkilerde farkında olmadan bu denli birbirimize karşı acımasız mıyız gerçekten?
Z.Güven: Aslında metin sert değil, gerçekçi. Gerçeklerle ilk yüzleştiğiniz de biraz sarsılıyorsunuz. Özellikle içimizdeki katilin varlığını iyice hissetmek sanırım bu rahatsız hissettiriyor. Katil derken illa birini öldürmenize gerek yok. Bir insanı kendinden şüphe duymasını sağlamak, itibarsızlaştırmak için çabalamak ya da bunu yapanlara çanak tutmak, bir daha gülemeyecek hale getirmek de bir nevi cinayettir bana göre.
Evet çoğunlukla acımasızız. Bizim kendimize de zerre acımamız yok ki. Ve her şeyi de farkında olarak, bile isteye yapıyoruz. Açıkçası bir kişinin akıl sağlığı yerindeyse farkında olmadan bir davranış sergilenebileceğine inanmak çok güç. Burada önemli olan bence kendimize sorular sormak ve dürüstçe cevaplarını bulmaya çalışmak: ‘’Ben kimim? Marazlarım neler? İyi olduğum konular neler? Kendimi seviyor muyum? Kendimle ilişkim nasıl? Kimleri neden incittim? Değişebilir miyim? Çünkü ancak bu sayede bir şeyleri değiştirebiliriz. Kendisine yabancılaşmış, içindeki sesi susturan, onun uyarılarını tavsiyelerini duymazdan gelen, kalbiyle, vicdanıyla, içindeki adalet anlayışıyla iletişimini kesmiş insan her şeyi yapar.
Nejat İşler’in de dediği gibi ‘’Hepimizin dolabında bir ceset var’’.
Hepimiz hayatımız da en az bir kişiyi öyle ya da böyle öldürdük. Bu bazen içimizdeki çocuk olabilir, hayallerimizden vazgeçmemiz ya da bir diğerinin yaşam hevesini söndürmemiz olabilir bazen de yalnızlaştırarak, ısrarla içinde bulunduğu çıkmazları anlamayarak uçurumdan ittiğimiz ama adına intihar dediğimiz cinayetler olabilir. Biliyorum kolay değil bunlarla yüzleşmek ama bir kez yüzleşmeye başlayınca inanın her şey değişiyor.
C.Şan: Sahneden bakınca Türkiye toplumunu bu konuda Nasıl görüyorsunuz…?
Z.Güven: Toplum olarak her şeye rağmen insani değerlerimizi korumak için direndiğimizi görüyorum. Evet her geçen gün zorlaşıyor ama bunca açlığa, yoksulluğa rağmen hala insani değerlerimizi ayakta tutmak için bir çaba içerisindeysek bu siyasetçilerin ya da politikacıların değil halk olarak bizim başarımız. Ve sahneden bakınca da bize olan inancım her geçen gün artıyor. Çünkü hala kendine soru sormaktan, kendisiyle yüzleşmekten çekinmeyen seyircilerimiz var. Ve sayımız her geçen gün artıyor. Bu tarz oyunlara gelmek inanın başlı başına bir cesaret işi. Düşünsenize sizin görmek istemediğiniz, kaçmaya çalıştığınız her şeyi tutup karşınıza kanlı canlı bir halde dikiveriyor. Biz birlikte iyileşiyoruz ve iyileşeceğiz buna inanıyorum.
Değişim hepimiz için gerekli. Köhnemiş yanlarımızdan ne kadar erken kurtulursak o kadar iyi. Ama işte değişim kişinin rızasıyla başlar. Canınız yanacak, ah ben bunları nasıl yapmışım diye kendinizi tokatlamak isteyeceksiniz, pişman olacaksınız, tekrar aynı hataları yaparım diye ödünüz kopacak. Zor biliyorum ama bir kez başladınız mı o değişimi bir kez ruhunuzda hissettiniz mi devamı geliyor.
C.Şan: Marxsist mi? Narsist mi? Denklemi! Birde böylesi bir durum var değil mi? Mesela Politik çevrelerden bir kişi karşımıza Marxsis olarak çıkıyor ve bir zaman sonra bakıyoruz ki o maskenin ardında dehşet bir Narsist kişilik var. Meğer Politik söylemleri kullanışlı bir aparat haline getirmiş…
Anlamaya çalışmak istediğim şu: dışarıdan bir bakışla; sosyalist ve diğer aydın ya da politik çevrelerde bu Narsizm zehri ne durum da. Nasıl gözüküyor bu karekterler.
Ne söylemek istersiniz?
Z.Güven: Açıkçası üzerinde uzun uzadıya konuşulması gereken hassas bir konu. Politik çevreler içerisinde Narsistler ya da narsistlerin kullandığı yöntemleri uygulayan belki de zorba olarak değerlendirebileceğimiz kişiler var mı, elbette var. En azından bence öyle diyebilirim. Çünkü bu sistemin içerisinde yetişmiş bireylerden bahsediyoruz. Sanırım şöyle bakmak gerekiyor: Ben sosyalistim ya da devrimciyim diyen birey aslında kim? Bunları birer etiket ve o etiketlerin sağladığı imkanlara erişebilmek için araç olarak mı kullanıyor? Adalet ve vicdan duygusu hala ayakta mı yoksa sadece laftan ibaret mi kalıyor? Hayatın içerisinde etiketlerinden destek almadan, o çevrenin imkanlarını kullanmadan tutunabiliyor mu? Kendisini var edebiliyor mu? Çevresiyle kurduğu ilişkiler sağlıklı mı? Kendisiyle arasındaki ilişki nasıl? Bir sürü soru oldu biliyorum ama ancak objektif bir gözlemle gerçeğe hem kendi içimizde hem de çevremizde olan bitene bence bunları sorgulayarak ulaşabiliriz.
Mesela neler yapıyorsun sorusuna ben devrimciyim diye cevap veriyorsa durum kötü. Aydınım demekle nasıl aydın olunamıyorsa, devrimciyim demekle de devrimci olunamıyor maalesef.
Soruyorum mesela sen geçtiğimiz bir hafta içinde ya da zamanı uzatalım bir yıl içerisinde kendinde neyi sorguladın, neyi değiştirdin, hangi yanınla yüzleştin, kendi içinde bir birey olarak nasıl bir devrim yaptın? Bunun cevabını veremiyorsan otur bir düşün derim. Çünkü değişimi kendinde başlatamıyorsan dilinden dökülenleri içselleştirememişsin demektir. Tek derdin vitrin oluşturmak. Çünkü o vitrin sayesinde bulunduğun yerde tutunup bir yerlere gelebiliyorsun.
Sosyalistim diyorsun ama çevrene saygın yok, farklı fikirlere tahammülün yok, kendine ait de bir fikrin yok aslında; eleştiriyi hakaret olarak algılıyorsun, herkese tepeden bakıyorsun, kibirlisin, bencilsin, işine geldiği gibi insanları kullanıyorsun, sana benzemeyeni ya da hizmet etmeyeni yalnızlaştırıyorsun, senin gibi düşünmeyeni anlamaya çalışmak yerine düşman ilan ediyorsun, bulunduğun yerde algı yönetimi yapıyorsun, tehdit olarak algıladığın kişiler hakkında şüphe tohumları ekiyorsun, itibarsızlaştırmaya çalışıyorsun, koltuğuna yapışmışsın terk etmiyorsun, o koltuğa ulaşmak için de insanların üzerlerine basıyorsun, senin söylediğine biat eden yığınlar istiyorsun ve sistemde değiştirmek istediğin ne varsa hepsini bizzat en keskin haliyle kendin çevrene uyguluyorsun. Tüm bunları da aydın, sosyalist kimliklerinin arkasına gizlenerek onları bir perde misali kullanarak yapıyorsun. Çünkü etiketlerin olmadan hayatın, insanların içerisinde yer bulamayacağını, saygı göremeyeceğini kısacası bir baltaya sap olamayacağını içten içe çok iyi biliyorsun çünkü özünde kendine zerre güvenmiyorsun. Kendini var etmek için hep birilerine ihtiyacın var. Bu kişilere sadece Narsist özellikler taşıyor mu diye bakarsak evet kesinlikle hatta daha da fazlasını işaret ediyor aslında. O sebepten başta aydın, sosyalist olarak gördüğümüz kişileri biraz kazıyınca altlarından birer küstah zorba çıkıyor. Zaten sıkıntı da bu. Bizimde dönüp kendimize bakmamız gerekiyor diğer bir taraftan. Bu insanlar hala varlığını sürdürüyorsa ve biz hala şaşırıyorsak demek ki bizler de etiketleri referans alıp konumlarına, kendisini tanıtırken kullandığı sıfatlara göre yaklaşıyoruz.
Ve evet bu insanlar her yerde olduğu gibi sosyalist, aydın kesimin içerisinde de var. Burada önemli olan içteki öz yapı bu insanlara ne denli yaşam hakkı veriyor? Fark edip dışına mı atıyor yoksa ona mı benzemeye başlıyor?
Açıkçası tam da bu konularda Wilhelm Reich’ in Dinle Küçük Adam adlı kitabını okumayı herkese tavsiye ederim. Çevrenize ve kendinize bambaşka gözlerle bakmanızı sağlıyor. Hem kendinizi hem de çevrenizi daha iyi gözlemleyip analiz edebiliyorsunuz.
Lakin başta da belirttiğim gibi bu çok kapsamlı ve uzun uzadıya konuşulması her kişinin ve kurumun kendine sorması gereken bir soru ve konu.
C.Şan: Ve tabiki oyunculuk. Şimdi Sahnede anlatılan/ canlandırılan karakter sayısı/olay örgüsü/kişiler ve durum okadar çok ki fakat gayet iyi bir kıvamda. Bir sahne sanatçısı olarak bu kolay bir iş olmasa gerek. Fakat işin büyüsü de gizemi de sanırım burada saklı.
Sahnede bir başkası olmak nasıl bir duygu?
Z.Güven: Kendi adıma konuşmak gerekirse sahnede gördüğünüz içimdeki nefes alıp veren benlerden başka bir şey değil aslında. Kendi içinizdeki o yanı keşfe çıkıp bulduklarınızı karakterin öyküsüyle birleştirip seyirciye aşikâr ediyorsunuz.
Bence her oyuncu ya da sanatçı bir parça çıplak geziyor hayatta. Seyirciye; bakın içimdeki katil, saf aşık, tecavüzcü ya da zorba diyorsunuz. Mükemmel olmadığınızı bilmek bu insanı ilerleten bir duygu.
En büyülü yanı ise seyirciyle beraber o karakterleri yoğurmak, oyun esnasında seyirciyle bir olma hali, zamanın ve mekânın yok olması, aradaki o enerji ve sinerji, işte asıl büyü bu.
C.Şan: Aslında konu Psikanaliz Fakat ülke olarak bu konudan kaçıyormuşuz gibi bir izlenimim var benim. Çünkü bu meselenin kökleri aile ve geldiğimiz çevre. Ve yüzleşme …
Yinede tedavi ve çözüm açısından sizce bir Narsist kişilik özellikle Patolojik olanlar iyileşe bilirler mi?
Z.Güven: Bu kararı bizler çocukken veriyoruz. Uzmanlar bunun altını özellikle çiziyorlar. Şayet narsist anne babalar ya da onların hakim olduğu bir çevre içerisindeysek Empatlığı ya da Narsistliği seçiyoruz. Ve maalesef Narsistliği seçen çocukların yetişkinlik evresinde iyileşmeleri de çok zor, mutlaka uzmanlardan destek alınması gerekiyor. Bu bizlerin iyi niyetle uğraşıp düzeltebileceğimiz bir durum asla değil. Bir keresinde oyun çıkışı bir beyefendi beklemiş, konuşmak istediğini söylemişti. Narsistmiş. Aynı zamanda sanatla uğraşıyor. Ve tedaviyi yarıda bırakmış. İyileşirsem bir daha üretemem diye bıraktım diyor ve Narsisliği büyük bir gururla taşıyordu. Ona göre o bir ayrıcalıktı.
C.Şan: Ne yapmak lazım…? Oyunda bir ifade var “Bir Narsisti gördüğünüzde kaçın.”
Bu kaçış nereye kadar gerçekten…?
Z.Güven: Bu kaçış sistemsel bir değişime kadar gerekli bence. Başta da söylediğim gibi içinde yaşadığımız sistem zorba, kaba, empatiden yoksun, bencil yığınlar istiyor. Çünkü bireysel hayatlarımızda bu karakterlerin yaratacağı kaosla boğuşurken, o çıkmazların arasında akıl sağlığımızı koruyarak hayatta kalmaya çalışırken, dönüp yaşadığımız sistemi irdelemeye zamanımız da, enerjimiz de kalmıyor.
Kadın erkek sorunları, ekonomik açmazlar; sanatın, gücün elinde kullanım biçim ve içeriği de bizleri düşünmekten alı koyma çabasından başka bir şey değil.
Ve evet kaçmalısınız çünkü bir Narsistle baş edemezsiniz, onu iyileştiremezsiniz aksine onu iyileştireyim derken siz hasta olursunuz. Uzmanlar şunu söylüyor, biz Narsistleri bize gelip deli olduğunu zanneden kurbanlarından yola çıkarak tespit ediyoruz. Durumun ciddiyetini anlatabilmişimdir umarım. Çünkü o kendini kusurlu, Narsist ya da zorba olarak görmüyor ki, ona göre yaptığı her şeyde sonuna kadar haklı. Sıkıntı burada zaten. Bilse, empati kurabilse zaten bir noktadan sonra o yıkıcı tavırlardan vazgeçecek belki de ama bilmiyor, farkında değil. Ve onları iyileştirmesi gerekenlerde kesinlikle uzmanlar, bizler değiliz. Hele hele hayatlarındaki kişiler hiç değil. O yüzden oyunda da ‘’Gördüğünüz yerde kaçın.’’ diyorum. Evet hayatınıza girdi. Sizin de içinizde gizlenmiş nefes alıp veren ilkel Narsisti sizi överek ve biricik hissettirerek uyandırdı ama siz patolojik bir Narsist olmayı hiçbir zaman tercih etmediniz çünkü değerleriniz hiçbir zaman onunki kadar aşınmadı.
C.Şan: Bir Narsistin Anatomisini adlı oyunun üçüncü sezonu ve ilgi hala çok yüksek.
Oyuna geri dönüşler Nasıl? Yazar/ çizer çevresi ve dostlar vs. Genel yaklaşım Nasıl?
Z.Güven: Evet seyircimizin ilgisi her geçen gün artıyor. Şunun altını çizmek zorundayım biz kadro sayısı olarak büyük ve ekonomik olarak da güçlü bir tiyatro grubu değiliz. Tiyatromuzun adı Kelaynak Sahne. Bu ismi tercih etmemizin nedeni de hala kendimizden, bu topraklardan yana umudumuzun olması. Belki azız ama hala varız. Dünyanın kalp çakrasında yaşıyoruz. Bu topraklarda yaşayanların ama özellikle kadınların en ufak değişimi büyük etki alanları yaratacak güçte. Bunu yıllar önce Clarissa P. Estés’ in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında okumuştum. Araştırınca neyi anlatmak istediğini anlıyorsunuz. Toplamda iki kişiyiz. Ben yazarlık ve oyunculuk kısmını üstleniyorum kardeşim Hüseyin Emre Güven’ de teknik kısmını üstleniyor. Kendimizi tanıtacak gücümüz olsa her şey çok daha farklı olabilirdi ama bu hali daha keyifli. Fısıltı yoluyla oyun kulaktan kulağa yayılıyor. Bu da bizi inanılmaz mutlu ediyor.
Seyircilerimizden de öyle geri dönüşler alıyoruz ki açıkçası insan gözleri dolmadan okuyamıyor. Kendi kişisel hikayelerini anlatıyorlar mesela ya da nasıl bir durumun içinde olduklarını yeni fark ettiklerini söylüyorlar. Ve Narsistlerin de oyun sonrası iletişime geçip ‘’Narsist olduğumu fark ettim.’’ diyebildiği anlar yaşıyoruz. İşte asıl mutluluk bu. Seyircimizin kendi hayatlarına bir adım geriye çekilerek bakmalarını sağlayabiliyorsak, orada beraberce bir farkındalık yaratabiliyorsak, birlikte bir tohum ekebiliyorsak ve bunu oyun esnasında hep beraber başarabiliyorsak ne mutlu bize.
Az evvel bahsettiğim nedenlerden dolayı yazar çizer çevresiyle yoğun bir temasımız olamadı maalesef. Çünkü o ayrı bir ilişki ağı ve doğru kanalları bulma becerisini gerektiriyor ki bu konularda pek başarılı olduğumuz söylenemez. Biz davet etmeye çalıştık ama bu davetleri de ne derece muhataplarına ulaştırabildik inanın bilemiyoruz.
C.Şan: Oyun aslında bir aşk hikayesi. Sonrasında karmaşık İkili ilişkiler…
Ben oyunu izledikten sonra şöylesi bir izlenime kapıldım… Bir insanı çok sevmek ya da az sevmek değil. Nasıl sevdiğim önemli… Toplumumuz da hala aşk cinayetleri sürüp gidiyor. Toplumsal bilinç olarak biz aşkı anlamadık mı hala. Ne dersiniz…?
Z.Güven: Biz toplum olarak kendimizi anlayamadık, o fırsatı bulamadık ki biraz durulup yaşadığımız hayatı sorgulamaya başladığımızda, sistemin işleyişini çözmeye yaklaştığımızda hemen bir kaos ortamı yaratılıyor. Günümüze bakalım mesela, eve ekmek götürme derdi olan insan, çocuklarının barınma, eğitim masraflarını karşılamaya çalışan bir anne ya da baba içindeki aşkı, sevgiyi yeşertip nasıl yaşayabilir ki?
Hepimizin iç dünyası karmakarışık. Aslında yeni oyumuz Dışımdaki Feminist tam da bunlar üzerine kurulu. Sağlıklı aşk ve sevgi sağlıklı bir halkın ve içinde yaşadıkları sağlıklı bir sistemin oluşturulmasıyla mümkün. Bu toplumsal bir ihtiyaç. Bireysel hayatlarımızda da kişinin kendisini tanıması, eksik yanlarıyla uğraşması, gelişmeye açık olması ve kendisiyle iletişimini kuvvetlendirerek yaşamasıyla başlıyor aslında. Kendisiyle iyi geçinen, yalnız kalmaktan korkmayan bireyler hayatlarındaki bir boşluğu doldurmak için değil de hakikaten aşk duygusunun itilimiyle birbirlerine çekiliyorlar. Ama çağımızda bunu yakalamak çok zor.
Bizler daha çok toplum baskısıyla hareket eden bir psikolojiye sahibiz. Evlenmek, çocuk yapmak toplum içinde yer bulmamızın olmazsa olmazları gibi. Bir de aslında en toy olduğumuz alan aşk. Hayatımız boyunca bir sürü arkadaşlık dostluk ilişkileri kuruyoruz. Yaşadığımız tecrübelerle insanları dost ya da arkadaş olarak yaşama, tanıma şansına sahip oluyoruz. Kimse bizi dönüp, neden ömrü hayatında bu kadar çok dostluk ya da arkadaşlık ilişkileri kurdun diye sorgulayıp yargılamıyor. Ama duygusal ilişkiler de öyle değil. Kadınlar açısından bu durum daha vahim. Çok fazla karşı cinsten sevgili deneyiminiz olamaz çünkü bu hoş karşılanmaz. Maalesef sevgiye dair içimizdeki toy acemi çocuğu olgunlaştırıp büyütmeden sağlıklı tercih yapacak koşulları sağlayamadan, seven erkeği ya da kadını tanımadan bir şeyler yaşıyoruz ona da aşk diyoruz.
C.Şan: Söyleşiyi genel olarak özetlersek Önemli bir konuyu sahneye taşıyorsunuz. Aile/eğitim/ve kişinin kendini gerçekleştirmesi…vs. toplumsal geleceğimizi bu konuda nasıl görüyorsunuz?
Z.Güven: Açıkçası her konuda diplerdeyiz ama ayağımızı sağlamca yere vurup tekrar ayağa kalkacağımızdan da şüphem yok. Aksi hayatın doğal akışına ters olur.
C.Şan: Son olarak söyleşiyi bitirirken bir mesaj ve tecrübe aktarımı açısından gençlere yönelik olarak ve gazete okurlarımıza ne söylemek istersiniz.
Z.Güven: Lütfen kendinizle ve içinizdeki çocukla bağınızı her daim diri tutun. İnsanın kendini eleştirmesi ve yıkıp yeniden yapması ve bunun asla bitmeyen bir yolculuk olması çok keyifli bir duygu. Bizler kendimizle ne kadar sağlıklı ilişki geliştirirsek inanın toplum olarak da o kadar iyileşeceğiz.
C.Şan: Söyleşi için çok teşekkürler ederim. Alkışınız bol olsun.
Z.Güven: Teşekkür ederim çok keyifli bir sohbetti.
Zuhal Güven Kimdir?
İstanbul doğumlu Tiyatro sanatçısı ve Yazar. Kelaynak Sahne kurucularından. Sanatı bir teşhir/deşifre ve bir iyileştirme aracı olarak görür. Sahneyi bir farkındalık ve terapi alanı olarak görür ve kullanır. Hüseyin Emre Güven ile birlikte Kelaynak sahnede aktif çalışmaya devam etmektedir.
“Mor yelkenli” isimli bir şiir kitabı bulunmakta. İstanbul’da yaşamaya; sahne, yazım ve edebiyat çalışmalarına devam etmektedir.