– MEHMET SÖNMEZ –
Zeki… Sarı saçları, kumral kaşları, yeşil gözleri, beyaz düzgün dişleri, kiraz dudakları, uzun bacakların üzerine özenle dikilmiş yüksek gövdesi ile tüm zamanların en yakışıklısı, Zeki. Sallana sallana yürüyen, ateşli konuşan, hep devrimden bahseden, oportünizme ve revizyonizme tahammül edemeyen, kararlı, Saint Joseph mezunu, küçümsediğimiz burjuva kültürünü almış (iyi ki de almış) aynı zamanda iyi bir banka soyguncusu, ateşli bir propagandist… Tartışmacı, eğitmen ama boykotçu da çalışkan ama grev örgütleyicisi de… İşkencecisi ile kavga eden, posta atarak onları yenen, kurşuna dizileceğini bilmesine karşı sırlarını serlerinde saklayan adam. Adam gibi adam: iyi devrimci.
Mehmet Zeki Yumurtacı, nam-ı diyar “Militan Zeki”…
Takvim 1976′ ları, 1977′ leri gösterdiğinde Beyazıt meydanında miting kürsüsündeki adam, davudi sesi, ajitatif diksiyonu ile kitlelere sesleniyordu. O yıllar gençliğinin en etkili lideri kuşkusuz Bülent Uluer’ di. O başladı mı söze herkes konuşmak fiilinin ne olduğunu unutur ona kulak kesilirdi. Dinleyenlerin tüyleri diken diken olurdu. Kalın kitapların orta yerlerinden alıntılar yapar, “Louis Bonaparte’ ın 18 bloomery 665. Sayfa, 2. Paragrafında der ki…” diye başlayan; “Laos’ ta, Kamboçya’ da, Vietnam’ da, Angola’ da Kızıldere’ de gerillalar… Diye devam ederdi. Devrim’in Şanlı bayrağını oligarşinin burcuna…” diye bitirirdi konuşmasını. Kitleleri coşturuyor, coşturdukça örgütlüyordu. Bülent’in solunda Zeki, nam-ı diyar “Che’ nin oğlu” Erkan, sağında Kamer Teyhani, Fehmi Gökçek, Şehriban, Nazlı… Zeki’nin hemen önünde İbrahim Yirik, Paşa Güven, yanında bizler; Tamer, Süleyman, Sadık…
Zeki ateşli, Zeki coşkulu… Zeki zekiydi. Saint Joseph mezunu teorisyendi. Bizlerle eğitim çalışmalarında diyalektik ve tarihi materyalizmi, felsefeyi, George Politzer’ i, Stalin’i tanıştırdı. Ondan öğrendik, bir insanın coşku dolu, devrimci tavrıyla aynı zamanda bu kadar bilgili, bir bu kadar da kararlı olunabilineceğini. Ondan öğrendik, banka soygununda vezneye geçmemiş halkın parasına dokunulmayacağını. Çağdaş, Sosyalist Robin Hood’ du. Onun kadar yakışıklı değildik belki ama öğrendik! Onun kadar coşkulu, girişken fakat onun kadar kibar, centilmen bir devrimci olunabilineceğini. Halka karşı meltem rüzgarları estiren, burjuvaziye karşı fırtınaya dönüşen yönleri ile bizim gençliğimizin kılavuzu oldu, Zeki… (Elbette ki bizim üzerimizde çok daha belirleyici rol oynayan, bizi sokaklardan toplayıp örgütleyen, o zamanlar anlayamadığımız bir dille bizlere sosyalizmi anlatan, eylemci, ihtilalci, her açıdan bizlere örnek olan (İtiraf etmeliyim ki Zeki en az senin kadar yakışıklı), senden bir adım önde giden, örgüt kuran, çeken çeviren, Türkiye devrimci hareketine damgasını vurmuş kişi, Hasan Şensoy’ du. Ebedi ve ezeli liderimiz. Bir lider düşünün ki (ama yaşayan bir lider) hala ondan övgü ile bahsedilsin. Ve eminim Zeki, yaşasaydın sende onun hakkını verirdin.)
Meydanlarda ustura gibi keskin fakat düşmanıyla tek kaldığı zaman yolunu kaybedenler o kadar çok ki aramızda Zeki. Ah Zeki, ne olurdu o gün işkencede minik, küçük tavizler verseydin de bugün aramızda olsaydın. Küçük, minik tavizler… Bugün için hiç önemli olmayan minicik bilgiler… Hatta o gün için bile önemi yoktu bu “taviz” lerin. Çok daha fazlasını verenler, koğuşlarında hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam ettiler. Ah Zeki! Küçük, minik bilgiler verseydin inan yine kahramanımız olurdun. Hani korkakların içlerinde de kahramanlar vardır ya görünmezler ama biz onların korkaklıkları ile ilgileniriz; aşağılar, küfrederiz, dalga geçeriz. Bir de kahramanlar vardır. Cesaretlerinden bahseder, eylemlerde yeteneklerini görürüz. Keskindirler, “Asalım, keselim” derler. İşte bu kör noktadır, zafiyetlerini göremediğimiz kör nokta. “Kahraman” olarak yaşamaya devam ederler aramızda. Biz onları hep kahraman zannederiz. Çoğu zaman bu tipler kendilerini çözecek koşullardan uzak kalırlar ve biz onların çözüldüklerini göremeyiz. Aramızda dolaşırlar bir kahraman olarak.
Zeki, ah Zeki! Minik, küçük tavizler verseydin işkencede, bugün aramızda olurdun.
Elbette ki latife ediyorum ama inan Zeki, bugün bırakalım bu tavizleri, sorguda yer göstermiş, yoldaşını yakalatmış, fiske bile yemeden yoldaşlarını teşhis etmiş kişiler hala aramızda birer “Kahraman” gibi dolaşıyorlar. Her yerdeler. Dernek yönetimlerinde, demokratik kitle hareketlerinde, tatlı sohbetlerde… Hatta rakı sofralarında, çözüldükleri sorgu anılarını kahramanlıkla karıştırıp, kahkahalara dönüştürüp, rakıya meze yapanlarla dolu ortalık.
Zeki ah, Zeki… Küçük, minik tavizler verseydin eğer, bugün aramızda olmaya devam edecektin. Ve küçük, minik çözülmeler koca çözülmeleri ve teslim olmalarının yanında bir hiçti.
Zeki, gerçekten bir devrimciydi. Evet, aslında sıradan bir devrimciydi. Bir devrimcide olması gereken ortalama özelliklerin tümünü taşıyordu aslında. Biz o kadar kötü süreçler yaşadık ki, bu sıradanlık ideal bir hal aldı. Tıpkı yolda cüzdanını düşüren insanın, cüzdanı verilirken minnet duygusu yaşaması gibi anormal haller… Zeki, ah Zeki… O kadar hareketliydin ki, hani derler ya “Bir kalıba sığmaz”, girdiğin yerin şeklini almıyordun. Yakalanmışsın. 79 yılıydı. Sağmalcılardaydım. Sana benzeyen birini yerine bıraktık, adına “sahte tahliye” dediğimiz firarını gerçekleştirdin. Sen dışarıdayken o tarihlerde ben, Sağmalcılar hapishanesindeydim. Hapishane müdürü, Zeki (Adaşın olan bu cezaevi müdürü, daha sonra bizden çekeceklerinden bihaberdi.) cezaevi savcısı her gün firar ettiğin koğuşu ziyaret ederdi. Hürriyet Gazetesi o dönem hep MİT’in sesiydi. Her gün manşetlerinde “Zeki Yumurtacı firar etti, cezaevi yönetimi uyuyor mu?” diye yazardı. Bu yöneticiler koğuşlara gelir seni görmek isterlerdi. Oysa sen firariydin. Firari düşler peşinde koşuyordun.
Hatırlar mısın, bilmem. İstanbul Spor ve Sergi Sarayında İYÖD’ lülerin bir gecesine katılmıştık İDÖD’ lüler olarak. Tartışma çıkmıştı, sıkı bir dayak yemiştik. Ağzımız, burnumuz kan içindeydi. Sırtımızda sopalar kırılmıştı. Sol içi ilk kavgalar… Sonra seni kaçırmışlardı. Gülmüştük sen yokken “Militan Zeki”, “Kız Zeki” oldu diye. Bizde onlardan birini kaçırdık. Sonra takas ettik, aramıza döndün.
Sen böyle bir devrimciydin; aykırı, ilkelerinden taviz vermeyen ama aynı zamanda kibar, yakışıklı ve güzel. Evet, bence devrimciler yakışıklı olmalı. Estetik değerlerde olmalı! Gerektiğinde idealleri uğruna yaşamını altın tepside insanlara sunan bir diyet olmalı. Keşke devrim diyetler üzerine kurulmasaydı. Ama biliyoruz ki, Moskova önlerinde, Saygon zindanlarında, Kızıldere’de, darağaçlarında Julius Fuçik’ ler, Deniz Gezmiş’ ler gibi sallanmadan, kurşuna dizilmeden, çarpışmadan tabii ki sevmeden, istemeden olmuyor. Tabi birazda Dalton’ un deyişi ile “Azıcık cesaret”. Seni aşkla anıyorum, sıcak yoldaşım Zeki Yumurtacı.
Not: Zeki Yumurtacı, 17 Eylül 1980’ de İstanbul Gayrettepe’de ağır işkence sonrası “Minik, küçük tavizler” vermediği için Avcılar’ da bir mezarlıkta kurşuna dizilerek öldürüldü.