Yabancılaşma, bireyin toplumsal, kültürel ve doğal çevresine uyumunun azalması, çevresi üzerinde denetimini kaybetmesi ya da kendini bir topluma veya bir gruba ait hissedememesi şeklinde tanımlanabilir. Yabancılaşmanın sosyolojik, psikolojik ya da felsefi boyutları vardır. Kafka’nın eserleri bağlamında bunların daha çok sosyolojik ve psikolojik yanı öne çıkar.
Yabancılaşma kavramı ilk olarak Hegel tarafından kullanılmış, ama Marks konuyu derinleştirmiştir. Hegel daha çok insanın fiziksel, ruhsal ayrımı bağlamında konuyu ele alır, ona göre yabancılaşma ruhun maddi dünyadan duygusal anlamda uzaklaşmasıdır. Öte yandan Feuerbach ise yabancılaşmayı tanrı insan bağlamında değerlendirir.
Marks, ekonomi politiğin eleştirisinde esas olarak yabancılaşmayı ve yabancılaşmış emek alanını yani üreten işçinin artan sefaletini ele alır, toplumsal hayat bağlamında konuyu inceler. Yabancılaşma, ona göre her şeyden önce insanın yaşam koşullarının, birbirleriyle ilişkilerinin, yabancı ve dışsal güç olarak belirlediği insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerin sonucu olarak ortaya çıkan olgudur, özel mülkiyetin dolaysız bir ürünüdür. Maddi alanda ortaya çıkan bu olgunun manevi sonuçları da vardır. Bu nedenlerledir ki buna karşı savaşmayı esas alır, bunun için zeminin dönüştürülmesi, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması gerektiğini söyler.
Marks yabancılaşmış emek kavramını geliştirir, en çok üzerinde durduğu kavramlardan biridir. Ona göre insanın bir şeyi üretmesi kendisini maddileştirmesidir, oysa özel mülkiyetin olduğu yerde insan, bunu elinden çıkarması halinde kendi emeğine, yani ürettiği ürüne yabancılaşmaktadır. Bu durumda, yani elinden çıkardığı anda, ürün artık onun için yabancı bir şeydir, üreticiden bağımsız bir güçtür. Bu durumda ürün onu yaratanın değil sermaye sahibinindir. En genel anlamıyla sermaye, bir başkasının yarattığı emek ürünleri üzerindeki özel mülkiyettir, insan emeği ile üretici olmayan ürün üzerinde tahakküm kurar. Böylece nesnelerin sahiplenilmesi yabancılaşma olarak ortaya çıkar. Bu durumda işçi ne kadar ürün üretirse o denli az mülk sahibi olabilir, ürettiği ürünün, yani el konularak biriktirilen sermayenin tahakkümü altına o kadar çok girer. Sermaye büyürken o olduğu yerde kaldığı için, yani emeğinden başka bir şeyi olmadığı için daha da yoksullaşmış demektir. Böylece emek ile sermaye arasındaki uçurum daha da derinleşir. Marks’ın yabancılaşma kavramında birey, gerçek bir insan; bir dizi duygu, güdü ve maddi ihtiyaçlarla donanmış insandır. Yabancılaşmayı yaşayan da insandır. Sonuç olarak yabancılaşma kapitalist üretim ilişkilerinin olduğu yerde başat bir olgudur ki işçi makinenin bir parçası konumuna düşmekte, üretim sürecinin entelektüel değerine yabancılaşmaktadır.
Kafka özellikle Dönüşüm adlı eserinde tam da Marks’ın böylesi bir yabancılaşma tanımına denk düşen bir noktadan konuyu ele alır. Özellikle Dava, Dönüşüm ve Şato adlı eserlerinde insanın yabancılaşmasını ve yalnızlaşmasını dert edinir. Kapitalist üretim ilişkilerinin olduğu yerde kötülük egemendir ve buna karşı yalnız birey güçsüzdür. Burada var olan dünya tektir, insani özelliklerini kaybetmiştir, boğucudur. Böyle bir dünyada olan bitenler göz önündedir, birey ne durumda olduğunun farkındadır, çıkışı arar, bireyde derin bir yalnızlık söz konusudur.
Kafka, gerek yaptığı iş bağlamında çalıştığı ortamda, gerekse ev ortamında özellikle babasından dolayı hep baskı altındadır, adeta özgürlüğe aç gibidir, böyle duyumsar, bu durum eserlerine de yansır, özgürlük, yabancılık, yalnızlık, bürokrasi gibi kavramları yoğun biçimde işler. Tüm bunları okura derinden hissettirir, ondaki yalnızlık ürkütücü boyuttadır, köksüzlük alabildiğinedir, burada Yahudi kimliğinin etkisi öne çıkar, öte yandan memurluk hayatı onun yabancılaşmayı daha derinden duymasına yol açar. Bu haliyle bürokrasinin basit bir çarkına dönüşmüştür, özgünlüğü, kendine özgü olan tüm özellikleri zamanla yavaş yavaş kaybolur. ‘Dönüşüm’de böcekleşme bağlamında yabancılaşmayı öne çıkarırken ‘Şato’da özgürlüğü, bürokrasinin boğucu iklimini ele alır. Burada korku, endişe, dışlanmışlık, yabancılık gibi izlekler duyumsanır. Bunlar özellikle otoriter babasının baskısı dolayısıyla gündelik hayatında yaşadığı yakıcı sorunlardır, tüm bu sorunlarını ayrıca Babaya Mektup adlı eserinde de dile getirmiştir. Böylesi kıstırılmış bir dünyada karamsarlık aşılamaz, çıkış için mücadeleyi anlatırken doğrudan göstermez, hissettirir.
Dönüşüm’ün kahramanı Gregor Samsa sabahın köründe kalkıp tren yolculukları yapan, tren bağlantıları için koşturan, kötü otel odalarında kalan, kötü yemekler yiyen gezici kumaş pazarlamacısıdır. Bu iş, mağazada kumaş satmaktan daha yorucudur, en kötüsü sürekli değişen, içtenliksiz insan ilişkileridir. Böylesine tekdüze bir işe zamanla iyice yabancılaşır, böyle bir hayattan nefret etmeye başlar, mutsuzdur Gregor. Tüm bu olumsuzluklara ailesinin patrona borçlu olduğunu sandığından dolayı katlanmakta, en az beş altı yıl daha bu şekilde çalışması gerektiğine inanmaktadır. Öyle ki, en sonunda bir sabah huzursuz düşler arasında uyandığında pis, çirkin, yapış yapış bir böceğe dönüşmüş olarak görür kendini. Sırt üstü yatmaktadır, ayakları üzerine basabilse belki bir şeyler değişecektir. Yardıma muhtaçtır yaşamak için. İlk gün insan sesi çıkarsa da sonradan ses çıkaramaz, derdini anlatamaz, ancak her şeyin farkındadır. Odası, eşyaları insanlara özgüdür, değişmemiştir, o gün hava yağmurlu, sıkıcıdır.
Kafka; aile bireyleri, patron, evdeki hizmetçiler ve evin bir odasına kiracı olarak yerleşen üç erkek karakter üzerinden ev ortamında anlatır her şeyi. Kapitalist üretim ilişkileri içerisinde konumlanan bireyin ruh hali, ezilen insanın kendine ve dünyaya yabancılaşması; para ve gücü elinde tutan patronun (ve babanın) çalıştırdığı insanlar üzerindeki tahakkümü; kiracıların, ev sahiplerine parayla her şeyi yaptırabileceklerini düşünmeleri, dolayısıyla zayıf/kiracı oldukları halde güce tapınmaları, böcekleşeni hor görmeleri üzerinden güç, iktidar, aile, yabancılaşma ve mülkiyet ilişkilerini sorgular.
Aile bireyleri arasındaki ilişkileri belirleyen otoriter, sert baba figürü en başta gelendir, belirleyici olandır. Belki de bu model Kafka’nın babasını anlatmaktadır. Merkezde, en küçük sosyolojik birim olması itibarıyla ile aile kurumu vardır. Baba figürü aileye hâkimdir, serttir. Öyle ki, büyük bir evde hizmetçi çalıştıracak kadar rahatına düşkündür. Diğer taraftan da Gregor’un patronuna borçlu olduğunu, dolayısıyla onun çalışması gerektiğini söyleyebilmektedir. Borçla bağımlılaşan insanın zamanla köleleşmesi söz konusudur. Babanın işleri önceden iyi durumdadır ancak batmıştır. Alışkanlıklarını terk edememelerinden olacak, aynı hayat tarzını oğlunu aldatarak, sömürerek devam ettirmeye çalışır. Bu konuda anne adeta babanın yardımcısı gibidir. Bir süre bu yükle yaşayan Gregor zamanla kendini böcek gibi görmeye başlar. Tüm bunların arasında kız kardeşi ile ilişkileri kardeşçedir, ağabeydir, o da Gregor’u sevip saymaktadır. Aile bireyleri arasındaki ilişki, kapitalist üretim ilişkileri bağlamında, tam da erkek egemen kültürün yarattığı hiyerarşiye, bunun getirdiği tahakküm ve yabancılaşmaya denk düşmektedir. Kapitalist toplumda paranın; insanı değersizleştiren, insani olan en temel değerleri bile bir metaya dönüştüren, insanı çürüten, tüketen yanını aile bireylerinin ilişkilerini mercek altına yatırarak anlatır Kafka. Anne, böcekleşen oğlunu görmeye ilk zamanlar tahammül edemez, istediği zaman ise baba ve kız tarafından engellenir, bırakın o benim oğlum diye itiraz eder, Gregor’un en yakınında önceleri beklentisiz, saf kız kardeş vardır. Baba, tahammülsüzdür, oğlunu yaralar. Bu aşamada çaptan düşen, bir fayda sağlamayan böcekleşen Gregor, aile bireyleri açısından zamanla sanki işe yaramaz bir nesneye dönüşmüştür, artık kullanmadıkları eşyaların arasında pis tozlu ortamda, bakımsız, yarı aç bir hayata mahkûm edilmiştir. Tıpkı bir iş kazası sonucunda öncelikle insandan daha çok makinelere değer veren patronun davranışlarını sezdirir bu durum.
Kapitalist yeniden üretimin devam etmesi için aile ortamının düzgün, sağlıklı olmasını pompalar sistemin ideologları. Son dönemde sıklıkla dillerden düşürülmediği şekliyle söylenirse, stresle başa çıkmanın yollarından birisi düzgün aile ortamıdır; bu, mutlu aile prototipi çizilerek vurgulanır. Elbette bunlara göre, önemli olan öncelik bireyin mutluluğundan çok sistemin yeniden üretiminin sağlanmasıdır. İnsanlar üretmeli ve tüketmelidir ki işler rayında yürüsün. İşte tam da bu noktayı, yani bireyin tükendiği, ilişkileri sürdüremez hale geldiği noktayı böcekleşme metaforu üzerinden anlatır Kafka. Yataktan kalkamadığı için işe geç kalan Gregor’u sormaya mağaza yetkilisi eve gelir, burada özellikle “neden kendinin geldiği, bir çırak göndermediği” vurgulanır, çünkü muktedir odur. Kapıcı kapıyı açar. Yetkili kızgındır, anne baba ona diller döker, hasta olduğunu söylerler, kardeşi ağlar. Nihayet Gregor odasının kapısını açtığında olan biteni görürler, işte o an dehşet anıdır; böcekleşmiştir Gregor. Sistemdeki hiyerarşi; yetkili/çırak, ana/baba, Gregor, kız kardeş, hizmetçi bağlamında verilirken, daha sonra Gregor hiyerarşide en alta düşecektir, aynı zamanda sistemin devamı için gerekenleri hissettirir yazar; yabancılaşmanın bir sınırı olmalıdır.
Böcekleşme, yabancılaşma olduğu kadar aynı zamanda mevcuda başkaldırıdır da. İşe gitmek istemeyiş, ayak diretme, sistemle inatlaşmadır. Bir makine gibi yağmurlu havada, sabahın kör karanlığında mecburen işe gitmek insanın doğasına aykırıdır, doğal olanı zorlamadır.
Gün geçtikçe kötüleşir Gregor, yemeklerini doğru dürüst yemez olur, odayı boşaltmak istediklerinde yazı makinesinin götürülmesini istemez, sanki bununla, olan bitenin tarihe not düşülmesi gerektiğini sezdirir okura. Bu olaylar olurken baba gittikçe daha da dinçleşmektedir, Gregor’u çoktan kafasında bitirmiştir, onun için asıl olan işe yarar olandır, tam da sistemin istediği faydacı, pragmatik bir insandır, sistemin en küçük ünitesi olan ailenin, dolayısıyla sistemin koruyucusu, temsilcisidir. Dahası astımlı karısı dikiş dikip kızı Fransızca çalışırken o uyumaktadır. Yoksullaştıkça iş başa düşer sonunda. Bireyler çalışmaya başlar. Aile artık tükenmektedir. Gregor’un bakımı daha da kötüleşir, hizmetçi işten çıkarılır, yerine sadece ağır işler için biri alınır, odanın birisi kiraya verilir, daha küçük bir eve taşınmak isterler. Sağlıksız, temelsiz büyümenin sonu çöküş ya da küçülmedir.
Kiracılar baş tacı gibidir. Çünkü para oradadır, Gregor bakımsız iken onlar salonda ziyafet çekmekte, aile mutfakta yemek yemektedir. Gregor tüm bunlara şahit olunca kız kardeşine bunlar değer bilmez demeye çalışır, ama onlar Gregor’u görürler, ortalık karışır, evden gitmekle tehdit ederler. Baba Gregor’u kovalar. Kız kardeş Gregor’un beklemediği en sert tepkiyi gösterir:
“Ondan kurtulmalıyız, yoksa ikinizi de öldürecek! Bu Gregor değil, gitmeli, tek çaremiz bu baba! O dönüştü, bir hayvan oldu, bir arada yaşanamayacağını bilmeli, Gregor olsa çoktan giderdi! Üstelik kiracıları kaçırıyor!”
Kız kardeşin bu tavrı bir çığlık, çıkışsızlık, çaresizlik barındırsa da aile dışından paralı birilerinin aile içine bu derece nüfuz etmesi adeta kutsal aile kavramını yerle bir eder gibidir. Nihayet Gregor öldüğünde en saf olanın, kız kardeşin “ondan kurtulduk, hiç kimse bizi artık suçlayamaz” demesi bu yargıyı daha da pekiştirir. Daha da ötesi hizmetçinin, “şuna bakın gebermiş” diye tepki vermesi ve babanın “Tanrıya şükredebiliriz” demesi aile kurumunu iyice sorgulatır. Ancak kiracıların ve hizmetçinin cesedin çevresinde durup baktıkları sırada aile bireylerinin gelip ağlamaları, yas tutmaları, babanın tümünü kovması, merdivenlerden inişlerini izlemeleri, hizmetçi kadına yüz vermemeleri “biz bir aileyiz” ikiyüzlülüğünden kurtulmayı betimler gibidir. Aile bireyleri arasında yakınlaşmayı, yabancılaşmanın ortadan kalkmasını, öteki olandan, aile dışındaki arsız bireylerden uzaklaşmalarını, doğal olana dönüşümü ancak ölüm sağlar, ölümle birlikte huzur gelir.
Alternatifini yaratamadığı için iktidar sahiplerinin biçtiği rol kadar yaşam alanı bulabilen böceğin ölümü ya da isyanın sönümlenişi, sistemin çarklarının yeniden işlemeye başlaması anlamına gelir; aile, para ve iktidar sahipleri yeniden huzur bulur. Aile bireyleri üç tane özür mektubu yazarlar üç ayrı işyerine. Çark işlemektedir.
Ali Fuat Karaöz