Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip, “Burası benimdir” diyen ve.
Buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan,
Uygar toplumun gerçek kurucusu oldu.
O zaman biri çıkıp çitleri söküp atsaydı,
Bu meyveler hepimizindir diye haykırsaydı,
İşte o adam insan türünü nice suçlardan,
Nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.
Jean Jacques Rousseau
Dünya, neydim ne oldum ne olacağımın farkında olmadan dönüp duruyor. İlginç bir hikâyedir eskilerde anlatılan.
“Adamın biri, işine giderken yolda alnında ‘neydim, ne oldum, ne olacağım’ yazılı kuru bir kelle bulur. Merak eder, eve götürüp bir sandığın içine koyar. Günün birinde, karısı, bu kelleyi görür, ‘gençken oynaştığın kadının kellesini saklıyorsun ha’, diye götürüp bahçede kırar, un ufak edip etrafa savurur. Akşam eşinin dargın duruşunun sebebini soran kocasına, gençliğinde aşna fişna olduğunu iddia ettiği kadının kellesine yaptıklarını anlatır. Adam, kendi kendine, ‘demek ki, kuru bir kellenin bile olacağı bir son varmış’ diye başını sallar.”
Yüz yıllar, bin yıllar boyunca oluşan, su hava güneş, dağlar, tepeler, dereler, ırmaklar, ormanlar, hayvanlar, böcekler, kuşlar ve insanlarla birlikte, birbirinden beslenerek, azalıp çoğalarak, bir yaşam dengesi içinde oluşan ve boşlukta dönen bir Dünya, üzerinde yaşadığımız.
“Dünya dönüyor sen ne dersen de/ yıllar geçiyor fark etmesen de”
İnsan ayağa kalktı, akıl yürüttü. Bunları yaratan bir gücün olduğunu düşündü ve bu güce Güneş dediler, Ay dediler, nihayet görünmeyen bir gücün olduğuna kanaat getirdiler. Ölenler oldu, ölenlerin yeni bir dünyaya göç ettiklerini düşünerek bu konuda çeşitli hikâyeler uydurup anlattılar.
İnsan, ‘ben yaptım benimdir’ dedikten sonra, zurnanın sesi duyuldu. Çok şeye sahip olanların öz güçleri azalınca, diğerlerinin gücünü kullanıp daha da güçlenerek kendi hâkimiyetlerini geçerli kıldılar, ağalar beyler oluştu. Bu arada korkuyu, korkutmayı unutmadılar. Öldükten sonra rahat yaşamaları için insanlara vaaz veren dervişler, şeyhler ortaya çıktı. Öldükten sonraki yaşamın daha geçerli olduğunu, asıl yaşanılacak dünyanın orası olduğunu söylediler. Hayatı yaratan güç kaynağı sömürüsünün adımları o günlerden beri sürüp geliyor.
İnsanlar yeni yerleşim yerleri buldular, buralara yeni adlar verdiler, orada bulunan yerli halkı tanıdılar, irili ufaklı ülkeler oluştu, devletler kuruldu… Benim senin kavgaları, savaşları doğurdu; bu duygularla oturup konuşalım, barışalım, ‘bu dünya yalnız kötülük yaparak zengin olan zümrenin değil, hepimizin rahat yaşaması için’ demek akıllarına bile gelmedi. Hiçbiri ‘gelin, barışalım’ demedi, demiyor. Güç ve para öyle güzel ki, çoğaldıkça mutlanıyorlar. Halkların feryatlarını duymuyorlar, sonu ne olacak demeden. Rabbena hep bana, hep bana.
NE OLACAĞIM DİYE SORAN DÜNYA…
Bir yandan iklim değişikliği, kuraklıklar, seller, bir yandan depremler, öbür yandan ülke yöneticilerinin hırsı ile savaşlar, savaşlar, savaşlar…
Savaştan kaçanlar, evsiz barksız kalanlar, anasız babasız, kimsesiz insanlar yani yerlerinden edilen fakir fukaralar göç yollarında… Dünya, cehennemî bombalarla yakılıp yıkılıyor. Nereye gidiyorsunuz? Bir yokluk cehenneminden, başka yokluk cehennemine mi? Yazık bu insanlara, çok yazık. Halka zulüm yapanların sonu Saddam, daha dün halkıyla el ele vermeyen Esat gibi kaçacak delik aramak.
1. Dünya Savaşını, 2. Dünya Savaşını çıkaranların hepsi toz olup gittiler. Akıllı diye geçinen insanlar bu olanlardan ders çıkarmamışlar. Bu ne bitmez hırs, bu ne bencillik! Yazık, vicdan da mı taşımıyorlar? Bütün dünyada egemen güçler, iktidarda kalmak için, ülke içindeki yandaşlarıyla refah içinde, bomba alıp satıyorlar. Ülke, yokluk yoksulluk içindeymiş umurlarında değil, bütün kıtalarda da savaşlarla dünya yanıp kavruluyor. Doğa bile isyan ediyor: Hava kirlendi, sular tükeniyor, üretim az, toprağın gücü azaldı. Meralar yok olma tehlikesinde, hayvanlar ahırda besleniyor… Böceklerin, kuşların türleri azalmış, tarım yapılacak alanlar kalmamış, dünya canlılara yetmiyor artık. Robotlar, yapay zekâ oluşumu başarı kazanırsa, insanlık neye evrilir, bana karanlık. Yaşayıp göreceğiz.
Dünyada bu değişiklikler olurken aç ve yoksul insanlar, seslerini duyurmak için alanlarda. Bu sesi duysalar da, insanları görseler de “üç maymun”u oynayıp duruyor iktidardakiler. İnsan, Rabbena hep bana diyerek toz olacağına, halklarla beraber barış içinde yaşayıp iz bırakmalı, bana sorarsanız.
Ben, çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli dünya halklarına güveniyorum, çünkü halkların gücü yüreklerindeki yaralarında. Onlar yaralarını acılarını, şiirlerle, şarkılarla, türkülerle, ağıtlarla anlatıyorlar. Öldürülüyorken, acı içinde yaşıyorken, zulüm içindeyken bile “yeter artık, barışalım” diye alanlardan seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
Dünya egemenler için dönüyor, güneş egemenler için doğuyor. Her şeyin bir sonu var. Nereye kadar? Acı feryatlarımız, hak hukuk adalet için direnişimiz dünyayı rayına oturtacak, savaşlar yok olacak, eşitlikçi bir düzen içinde barış kazanacak. Güneş hepimiz için doğacak.
Bu yürekle, bu dirençle savaşlar olmasın, barışalım diyen dünya halklarının, dünya kadınlarının, dünya gençlerinin yanındayım. Mutlaka kazanacağız.
Yaşam öyle güzel anlatılmış ki ; ancak bütün bu barış çabalarının tüm dünya halkları, emekçi güçleri tarafından gerektiği gibi algılanıp birlikte hareket etme becerisini gösteremezler ise paraya, silaha,milis güçlere sahip emperyalist/kapitalist güçlerle barış sağlamak mümkün olamayacaktır ne yazık ki. Ancak Sermaye sahipleri ne yaparsa yapsın sonuçta insanlık kazanacaktır.
Şahane bir nlatım, çok beğenerek okudum. Kaleminize sağlık🙏