Ayşegül Devecioğlu – Yazar
Söze Demokrasi İçin Birlik çalışmalarının temel direklerinden biri, özellikle de DİB’in ittifak birlik zeminlerini beslemek ve geliştirmek için başlattığı bu çalışmanın yürütücülerinden sevgili arkadaşımız Bedahet Tosun’un kaybından duyduğum büyük üzüntüyle başlıyorum, umalım ki, bu çalışma Bedahet Tosun’un verdiği emekleri boşa çıkarmayacak verimlilikle sürsün ve sonuçlansın.
SORU: Yerel seçimlerden sonraki süreç demokrasi güçlerinin birliğine olan ihtiyaç açısından ne tür olanaklar içermektedir?
Yerel seçimlerde toplumun önemli bir kesiminin, örgütsüzlüğe, baskılara, herhangi bir kapsayıcı liderlikten büyük ölçüde yoksun olmasına rağmen iktidarın karşısında siyasal bir tutum ortaya koyduğu genel kabul görüyor. Yine aşağı yukarı kabul gören, yukarıdan aşağı dincileştirmenin, tek adam rejiminin iyice beslediği paternalizmin, savaş politikalarıyla beslenen milliyetçiliğin etkilerine rağmen iktidarın başarıyla kullandığı bir çok argümanın eski etkisini kısmen de olsa yitirdiği. En azından korkunç ölçüdeki yoksulluk ve işsizlik ve gelir adaletsizliği karşısında bu argümanlar, geniş halk kesimleri açısından rıza sağlayıcı niteliklerini bir ölçüde kaybetti.
Buna karşılık yerel seçimlerden sonra ortaya çıkan olanakların ve yükselen muhalefetin normalleşme söylemiyle düzen içine alınmaya çalışıldığını ve yakalanan fiili ortaklaşmayla elde edilen gücün ivme kaybettiği de söylenebilir. “Normalleşme” ile açılan alanı iktidar fazlasıyla kullandı ve muhalefet yerel seçim sonrası kazandığı kimi avantajları kaybetti.
Yine egemenlerin bir çok zorluğa rağmen Erdoğan sonrası döneme hazırlandığını, bu dönemin aktörlerinin belirmekte olduğunu ve bir stratejinin kısmen de olsa oluştuğunu ya da oluşmakta olduğunu görebiliyoruz. Buna karşın muhalefetin zihni ya da fiili olarak benzer bir hazırlık içinde olduğuna dair pek belirti yok.
İpliği pazara çıkmış bu çete-mafya-tarikat-sermaye iktidarının bütün güç kaybına rağmen, muhalefet için bir seçim başarısının cepte olmadığı da malum. Bu durumun ekonomide geçici düzelmelerden, iktidarın ülkeyi içindeki insanlarla birlikte satarak yeni esrarengiz ve yüksek bedelli para kaynakları yaratmasından çok, muhalefetin bir dönüşüm programıyla halkın karşısına çıkamamasından kaynaklandığını biliyoruz; sandık işaret edilerek, bir vaatler dizgesinin ortalığa salınmasının, hemen her kesimi canı burnunda hak arayan toplumun bu sürece fiili aktif ve etkili bir biçimde dahil edilmesi sağlanmadıkça anlam taşımayacağını bildiğimiz gibi…
Memnuniyetsizliğin had safhaya varmakta olduğu bir zamanda (Yöneylem Araştırması Eylül 2024) iktidarın elindeki en önemli (belki tek) araç, Kürt meselesi diye kodlanan konuda benimsediği savaş ve şiddet yöntemi. Sınır ötesi operasyonlar sermayenin çıkarlarından da bağımsız olmayan yayılmacılığı beslerken muhalefeti tam da istediği gibi etkisizleştirmeye, terörize etmeye ve parçalamaya da yarıyor. Yandaş savaş baronlarını zengin eden askeri sınai kompleks milli gururumuz katil iha ve sihalar, Somali’ye bile asker gönderilmesi, bölgede her savaştan pay kapmaya çalışan NATO güdümünde “ön alıcı” dış politika, karşısında memleketi satanın milli meselesi olmaz, toplumun büyük-yoksul çoğunluğunu ağır vergilerle inim inim inleterek sağlanan bütçeyi savaş ve operasyona harcama diyecek bir toplumsal güç bulamıyor.
Yine Meclis’te muhalefete özellikle DEM parti milletvekillerine yönelik saldırılar tekil meclis ayıplarını değil, planlı, kolaylıkla ötekileştirilmiş kesimlere yönelecek bir sokak hareketinin adım adım örüldüğünü işaret ediyor. Nitekim Kürtçe konuşan işçilerin evlerine ateş açılması, bir Kürt iş insanının yine aynı gerekçeyle öldürülmesi, Kürtlerin anadillerine ve varlıklarına uzanan bir yok etme politikası eşliğinde işlerin giderek amiyane tabirle “pisleşeceği”, iktidar tarafından pervasızca kullanılan yargı, güvenlik ve diğer zor mekanizmaları dışında başka araçların da ortaya çıkacağı, bunun 31 Mart’taki fiili ortaklığı ve CHP ile Kürt hareketi arasına sınır çekmekten daha fazla anlam taşıyacağı ve demokrasi güçlerinin bilinçli müdahalesinin yokluğunda ezilenlerin kaybedeceği bir kaosa dönüşeceği de söylenebilir.
15 yaşındaki Mülteci çocuk işçi Abdullatif Davvara’nın maskeli kişiler tarafından katledilmesi, lgbti+lara yönelik saldırılar nefret söyleminin bu kaotik ortamda bir ölçüde karşılık bulduğunu da gösteriyor.
Bütün bu tablonun ortasında, Sol’un etkili olmadığı, CHP’nin temalı mitinglerle ehlileştirmeye ve sandığa yönlendirmeye çalıştığı, oysa oradan buradan farklı kılıklarda fırlayan zaptedilemeyen büyük bir itiraz ve öfke dalgası yükseliyor. Artacağı ve yükseleceği öngörülebilen ve meşru addedilmeyenin meşruiyet kazanacağı momentlerle toplumun sol hafızası kadar, çamurun altında gömülü, ancak ölü olmayan, birlikte yaşama hafızasını da canlandırması mümkün parlama- yükselme anlarıyla sık sık karşılaşacağız. Bu manzaraya çok önemli bulduğum bir unsuru daha eklemek istiyorum: Bu topraklarda insanların bulundukları, gömüldükleri, battıkları konumlarından çıkmalarını, kopmalarını sağlayacak yerlerini terk etmelerini sağlayacak durumlar artacak. İnsanlık, onur arayışı yükselecek.
Özetle, yerel seçimlerden sonra, bulunduğumuz momentte, türlü olgularla kısmen aşılmış kısmen dönüşüme uğramış olsa da içerdiği olanaklar açısından ana karakteri değişmeyen hatta netleşip keskinleşen süreç, demokrasi güçlerinin birliği açısından çok önemli olanaklar barındırıyor.
Bu koşullarda bir programı olmasa da iyi kötü bir stratejisi varmış gibi görünen CHP’nin sürdürdüğü iktidarın bir erken ya da normal seçimle kendiliğinden ortadan kalkacağı yanılsaması ölümcül bir hata. İşte Demokrasi güçlerinin birliği konusu tam burada hayati bir önem kazanıyor. Demokrasi güçlerinin, solun yaratacağı (kitlesellik değil) bir etki alanı içinde katmanlaşmış, çeşitli mecralara ayrılmış, kendini türlü biçimlerde ama mutlaka hayatın içinde var eden teknolojik imkanların, yeni iletişim olanaklarının etkili ve sistemli bir biçimde kullanıldığı, neredeyse sonsuz denebilecek bir çeşitlilik ve yaygınlık içinde ortak bir demokratik programa sahip, birlik- ittifak- mücadele ortaklığı- birleşik mücadele organlarını yaratması gerekiyor.
SORU: Farklı mücadele alanlarının birbirini güçlendiren bir ittifak zemininde bir araya gelmesi, bunun var olan ittifakları da güçlendiren bir dizilişi nasıl sağlanabilir?
DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN MÜCADELE ORTAKLIĞI: SAVUNMA HATLARININ GERİSİNDE DEĞİL, CEPHEDE
Benim bu konudaki önerim yer değiştirme. Bunu şöyle anlatayım. Birlik konusu gündeme geldiğinde, davet metninde de vurguladığımız gibi genellikle ihtiyaçtan ve zorunluluktan söz ediyoruz.
Bu sözcüklerin “birlik” kavramını ister istemez hapsettiği anlam dünyasına dikkat edelim. Birlik derken genellikle farklı koşullarda birlikte hareket edemeyecekleri- etmeyecekleri, ittifak oluşturamayacakları varsayılan çeşitli yapıların, örgütlenmelerin, birlik olunmazsa içinde bulunduğumuz zor koşulların yarattığı engellerden kurtulamayacaklarını, faşizmi engelleyemeyeceklerini işaret ederek negatif bir hat üzerinde hareket ediyoruz. Bunlar gerçek değil mi? Gerçek. Ama neredeyiz, bu sözleri hangi toprağa basarak, en önemlisi hangi ufka bakarak söylüyoruz?
Çünkü, herkesin apaçık gördüğü ve artacağı besbelli olan zor koşullar, kurumsallaşmakta olan ya da kurumsallaşmış, iktidarda olan ya da olmayan faşizm, öte yandan kendi alanlarında mücadele eden örgütlerin kitlesellikten ve faşizmi alt etmek için gereken güçten yoksun olmaları, kimsenin birlik konusunu ciddiye almasını, aslında hiç de uzlaşılmayacak gibi görünmeyen ortak ilkeler etrafında bir araya gelmesini ve seçim ittifakıyla ya da salon toplantılarıyla sınırlandırılamayacak bir mücadele ortaklığı yaratmasını sağlayamıyor.
Bu anlam dünyası içinde Birlik kavramına, mevcut zayıflık ve yetersizlerden dolayı büyülü bir anlam yükleniyor. Öte yandan Birlik’in çok uzun yıllardır sözü edilmesine rağmen bir türlü hakkıyla gerçekleştirememesi, adeta birlik konusunu gerçeklikten kopararak bir hayal dünyasında konumlandırıyor. Ulaşılması neredeyse imkânsız bir uzamda birlik. En önemlisi negatif bir düzlemde.
Görünen o ki birlik olma zorunluluğunun gerekçesi olan tek başına zayıflık ya da güçsüzlük olgusu tam tersi bir sonuç yaratıyor. Herkes kendi varlığını korumaya adanıyor, söylemler sertleşip, ayrılıkların altı kesin çizgilerle çiziliyor. Hatta varlık daraldıkça söylem keskinleşiyor. Kimi metin ya da deklarasyonlarda dikkati çeken fazlasıyla söze indirgenmiş olmaları. Sanki tek başına gücü olmayan “söz’le” varlık güvenceye alınmaya çalışılıyor. Söylenmiş söylenmemiş her sözün ve tabii hayallerin, maddi dünyadan, oradaki var oluş halinden ayrı düşünülmeyeceğini söyleyerek geçeyim.
Sol’un 12 Eylül’den beri üstünden atamadığı özgüven kaybı, kaybolmuş ve yenisi inşa edilemediği için tarihten kovulmuş eskinin, çarpık bir biçimde sadece güce indirgenmiş olarak temsil ettiği dev mitinglerin, gösterilerin, örgütlenmelerin gölgesinde herkes olduğundan iri gözükmek istiyor. Böyle olmazsa kaybolacaklar.
Bizlerse birlik konusunu bir savunma hattında konumlandırıyoruz ve bunun birlik olmak için zorunlu ilk koşulu fazlasıyla sağladığını düşünüyoruz. Bulunduğumuz toprak cephenin gerisinde, gözümüz yeni bir hayat projesinde, barış içinde eşit, özgür bir dünyada değil; önümüzde tartışarak yarattığımız yeni bir hayat programı yok, ufkumuz hemen yakınımızdaki tehditle sınırlı. Sonunda iş yaklaşan seçimlere gelip dayanıyor ve ortak bir program etrafında birleşmeden, bunu tartışmadan, seçimde alınacak tutuma ve sonuçlarına indirgenmiş bir tür “birlik- ittifak” etkisiz işlevsiz bir biçimde hayat buluyor. Çok da fazla ömrü olmuyor.
Ortak yapılan işlerdeki hevessizlik, kadrolardaki beyhudelik havası, dünyaya heyecanla kendini onun tam göbeğine yerleştirerek bakmak arzusu ve değiştirme şevkinin olmayışı, birlik hareketlerini yağmurda bir çatının altına sığınan, birbirini tanımayan, sadece o an yağmurdan korunmak için orada bulunan sonra arkasına bile bakmadan ayrılacak kişiler gibi yabancı, kopuk, birlikte düşünmek hevesinden uzak yapılara dönüştürüyor.
Kitleselleşmeden, sayının artmasından söz etmiyorum, çünkü bizim sorunumuz sayı azlığı değil, siyasi, entelektüel tartışmaların düzeyi, dünyayı değiştirmekle ilgili iddianın kaybolmuş olması. Soluklaşmamız, parlamamamız. Geri çekildiğimiz savunma hatlarının ardında ne birlikte, ne yalnız mücadele motivasyonumuz var. Sorun toplam yüz üyesi olan mitinglerde ve gösterilerde üç kişiyi geçmeyen siyasi partiler değil, bize itibar kaybettiren yapıların çokluğu ve bölünmüşlüğünden ziyade, hevessizliği ve etkisizliği. Üçer üçer bölünenler bir araya gelseler bu koşullarda değişen pek bir şey olmayacak. Yani solun hegemonya kaybının arkasında, kutup yıldızının eskisi gibi keskin ve yol gösterici bir ışıkla parlamamasının yanı sıra varlığını sürdürme kaygısıyla içine kapanma, dünyayla ilgili iddialardan vazgeçme de var.
Oysa birlik fikrinin belki de en heyecan verici yanı, kendimizi konumlandırdığımız “toprakta” ve gözümüzü diktiğimiz ufukta. Ortak mücadele zeminini, önce solun dünyayla ilişkisini ve iddiasını güçlendirecek bir toprakta konumlandırmak, kendine güveni tazelemenin, birbirine güç vermenin ve bu korkunç yıkım ve katliam düzenini adil, barışçıl, özgür, eşit biçimde yeniden inşa etmenin zemini olarak görmek acaba çözüm olabilir mi?
Birlik konusunu, tam olarak teçhiz de edilememiş savunma hatlarının gerisine değil yeni bir hayat -hem yalnız ülkede değil dünya da yeni bir hayat- iddiasının tam ortasına, diyebilirim ki cepheye yerleştirmek.
Karşılaşacağımız her insani-toplumsal durumun hangi mekanizmalarla, hangi politikalarla çözülebileceği konusunda kendini sorumlu tutmaya ve kafa yormaya dayanan kurumların birliği..
Dünyanın her anına, hayatın her haline sürekli dikkat kesilen, olan biten her şeyle ilgili, kendini birinci derecede sorumlu ve yetkili hisseden insanların, yapıların birliği. Zamanın özgün dinamiklerinden beslenen, gündelik hayatın önüne çıkardığı siyasi imkânları devrim ya da iktidar perspektifiyle sezme kabiliyetine sahip bir stratejik aklı birlikte üretmek.
Bölgedeki ve dünyanın herhangi bir yerindeki gelişmelerle aynı heves, dikkat ve heyecanla alakadar olmak, Iraktan, Suriye’ye Rojava’dan İran’a, Sırbıstan’daki lityum direnişinden, Kenya’daki ayaklanmaya, Srilanka’daki seçimden Fransa ve Almanya’ya, bütün gelişmeleri seyirci olarak değil, dünyayı değiştirme iradesi ve niyeti olanların o sonsuz arzusu, sonsuz merakıyla görecek bir birlik oluşturmak.
Halkların Demokratik Kongresi kısmen bu ihtiyacı karşılamak misyonuyla kurulmuştu, Gelinen noktada amaçlananın tam olarak başarılamamış olması sadece kadro ve hareketlerin yetersizliğine, hevessizliğine ya da HDP’de somutlaşan merkez siyasetin, alanlarda meclisler olarak örgütlenme fikrini baltalamasına bağlanamaz. Kongre’nin büyük bir toplumsal geri çekiliş dalgasının etkileriyle de boğuşmak zorunda kaldığını söylemek gerek.
Önümüzde, itiraz eden toplumsal kesimlerin öznesi olacağı, meşru ama meşruiyetini kurulu düzenden değil, bu rezil ve vahşi düzenin karşısında olmanın verdiği onur, erdem ve üstünlük halinden alacak kanallar, nehirler, göller yaratma görevi var, bu topraklarda nasıl hangi koşullarda birlikte yaşayacağımıza dair bir somut programın belki en ufak birimlerden başlayarak tartışılmasıyla, hayata doğrudan tam ortasından müdahale edebileceğimiz araç ve mekanizmaların birlikte yaratılabilmesi gerekiyor. Hayal edemeyeceğimiz kadar çok bu mekanizmalar, yarat yaratabildiğin kadar, ama ruh olmadıkça bütün bu araçlar neye yarar? Bir mahalle meclisini, bir kooperatifi, herhangi bir örgütlenme aracını devrim-değişim perspektifiyle orta ve uzun vadeli bir stratejinin parçası olarak kurmadıktan sonra kısa sürede etkisizleştiğini görmedik mi yeterince.
SORU: Seçim ittifaklarını aşan ve toplumsal muhalefetin tabanını genişleten ittifakların temel mücadele araçları, hedefleri, taktikleri ve örgütlenme biçimleri neler olmalıdır?
Ben yanıtı biraz bükerek seksen öncesinde anti faşist mücadele içinde bellediğim alfabeden esinlenmiş öneriler getireceğim
Sabit ve durağan değil oluş ve hareket halinde olana katılmak
Toplumun hatırı sayılır bir kesiminin bulunduğu ve terk etmeye de niyeti olmadığı, siyasal olduğundan da kuşku duyulamayacak düzlemi değerlendirirken irili ufaklı sayısız direniş, iç içe geçmiş binlerce küçük sürecin deneyimlendiği, genel seçimlerde hakikaten pespaye bir vitrin görüntüsüne rağmen “diktatörü göndermek mümkün” duygusunu yarattığını, çok zor koşullarda bir hedefte ortaklaşmayı başardığı, demek ki siyasi hafızasının, kelime haznesinin, duygusal yapısının, akla gelen gelmeyen, günlük ya da değil “varoluş halinin” ister istemez farklılaştığı, genişlediğini yazmıştım. (Kendinden Fazlası Yeni Yaşam Haziran 2024)
Üstelik yerel seçim sonuçlarına bakarak, günlük hayatta bizim çok etkili olmadığımız karşılaşma zeminlerinde bu yekunun kendini büyüttüğünü ve daha önce iktidara oy vermiş olanların bir kısmının da katılımıyla genişlediğini düşünebiliriz. Ama somut politikalar, programlar ortaya koymadan, uygun mekanizmalar ve araçlar yaratmadan bu varlığın, gözü görene bu zenginliğin kendiliğinden bir kurtuluşa evrilmesini beklemek de mümkün değil. Ayrıca savaş politikaları ve yoksulluk karşısında yanlış hedefe yönelebilecek tepkiler, örgütsüzlük, kaos ortamı, bu yekunun içindeki kayda değer milliyetçilik ve mülteci düşmanlığını, demokratik değerlere aykırı onca inanç ve düşünceyi besleyebilir, Kürtlere de yönelebilecek bir yeni zemine doğru evrilmesine neden olabilir ki bunun belirtileri de fazlasıyla mevcut.
Değişim ve dönüşüm iradesini ortaya koyan bu varlığın imgesine sık sık gönderme yapılıyor. Ama neredeyse sabit, durağan addedilen imge bu. Akla geldiği ya da bir şeyleri “çabuk-iyi” ifade ettiği için söyleniveriyor. Söylendikçe katılaşıyor, bizden uzaklaşıyor. Oysa bu varlık, oluş ve hareket halinde. İşte olmakta değişmekte hareket etmekte olanı sezmek ve, ona katılmak gerekiyor. Birlikte yaratmanın birbirinden öğrenmenin, halkın özneleşmesinin, inisiyatif almasının, üreten biziz yöneten de biz olacağız ifadesinin yolunu açmak amacıyla katılmak. Her insanda, her durumda kendinden fazla olan şeyi, gözle görünür olanı değil, açığa çıkabilecek olanı hissetmekten alan bir varoluşla, çözüm biziz diyen bir yetkiyle tam orta yerine yerleşmek.
Toplumsal hafızanın canlandırılması için araçlar yaratmak
Son on beş yıl içinde bilinçli olarak tahrip edilen bir arada yaşama hafızasını canlandırma ve barış fikrini toplumsallaştırma çabası önem taşıyor. Bu çaba incelik, zaman, sabır gerektiriyor.
Türkiye’de on-beş yıl önce bir çok kesimin katılımıyla çok önemli şeyler tartışıldı. 2010 yeni anayasa süreci görece özgürlük koşullarında barış ve bir arada yaşama konusundaki taleplerin, evrensel hak ve özgürlüklerin tanınmasının ve yerel demokrasinin hiç umulmadık kesimler tarafından da büyük bir itirazla karşılaşmayacağını ortaya koymuştu. Talep öyle hızla toplumsallaştı ki, AKP tehlikeyi hissetti önce Meclis internet sitesinde yayınlanan dört yüzü aşkın öneriye ve dünya anayasalarından örneklere erişimi kaldırdı. Öne sürülecek talepler kadar sürecin toplumsallaştırılması için gösterilecek gayretin de hayati olduğu gerçeğine rağmen bu görev başarılamadı. Ardından Gezi Direnişinin iktidarda yarattığı korkuyla ve 15 Temmuz “Allahın lütfu” darbesiyle toplumsal muhalefet büyük bir baskı altına alındı. Ancak terörize ve kriminalize edilmiş çamurla sıvanmış, üst katmanın altında bu hafıza canlandırılmayacak ölçüde kaybolmadı daha.
Yeni bir dil icat etmek
Akıl almaz yoksulluğun, akıl almaz acıların başıboş görüntülere, bütün varoluşun piyasaya, pazara, kâra, nehirlerin, dağların ağaçların, duyguların, kedilerin metaya dönüştüğü devasa bir endüstri var karşımızda.
Ancak en geniş anlamda muhalefetten değil de, o muhalefeti de gerçekten barış, demokrasi, eşitlik ve özgürlük hedeflerine yöneltmesi beklenen sol’dan söz ettiğimizde, kullandığımız dilin dünyayı, hayatı, dağı taşı, ağacı görme ve tarif etme biçimimizin klişelere daraldığını görebiliyoruz. Kelimelerimiz yorgun, dilimiz kekeme, varlığımız soluk, herhangi bir heyecan ve inançtan yoksun. Anlattığımız, tarif ettiğimiz, betimlediğimiz şeyler, o devasa endüstrisinin bir imgesine dönüşmüş durumda. Dünyayı, hayatı, duyguları biçimlendiren ve bunu soygun, katliam, açlık, yıkım, sömürü sürsün diye yapan o kanlı endüstriye karşı, onun izdüşümüne, dönüşmüş, açıklığını, netliğini ve güvenirliğini kaybetmiş dili yeniden icat etme görevi var önümüzde ki bunun dünyadaki bulunuşumuzla ilgisi olduğunu tekrarlamaktan bıkmıyorum.
Merkez siyasetin ağırlığı, hangi kelimeleri kullanırsak kullanalım, bizi vaadin diline yani muktedirin-düzenin diline sıkıştırıyor. Oysa bütün gövdesiyle hayatın içine yerleşmek, an’da gömülü olanı, ihtimalleri ve olanakları hissetmeyi sağlayacağı gibi bu varoluştan türeyecek dil, birlikte eylemeye çağırmanın, siyasi öznelere seslenmenin ve böylelikle ezilenler ve yoksullarla onca baskıya rağmen tek adam rejimine teslim olmayanlarla bir mutabakata dönüştüğü ölçüde devrimci niteliğini kazanacak. Dil nice katmanların altında canlanmayı bekleyen ihtimaller, olanaklar dolu kendinden fazlasını barındıran gövdenin canlanışının dili olacak. Yepyeni kelimeler belirecek zihnimizde belki o an yaratılmış, hiç ummadığımız sözcükler büyük anlamlar yüklenecek. Önümüzdeki dönemin olanaklarından biri de bu.
Dünyada bulunma halimiz tanıma ve adlandırma
Tanımak ve adlandırmak bir siyasi insani çaba gerektirir. Çünkü düzenin temsil mekanizmalarının, her türlü dilsel görüntülü manipülasyonun çarpıttığı bir hayat sürerken, toplumla, halkla ilişkimiz büyük ölçüde bu temsil mekanizmalarının dolayımından bize ulaşanlara indirgenmişken “şeyler” kendi kılıklarında görünmezler. Dolayısıyla tanıma ve adlandırma başlı başına siyasi bir çabadır. Sol’un gezi direnişinde gözünün önündekini ilk başta tanımadığını siyasi anlam veremediğini anımsayalım, barış sürecinin itilip kakılacağına toplumsallaştırılamamış olması yine bir tanımama halidir. Yemin töreninde kılıç şakırdatan teğmenleri içinde bulunulan tarihi siyasi toplumsal süreçten kopararak değerlendirmek, hayvan hakları savunucularının kitlesel biçimde sokağa dökülmesinin yani iktidara karşı mevcut yerini terk etmesinin, evinden çıkmasının yarattığı zenginlik karşısında “ Gazze”de çocuklar öldürülürken niye sokağa dökülmüyorlar” diye gevelemek tanımama halidir.
Müthiş bir karmaşayı zaten barındıran ve daha fazla barındıracak olan hayat denilen oluşa tam göbeğinde durarak bakmak, henüz adı konmamış olanı adlandırıp stratejik ya da taktik hedef haline getirmek, yaptığımız her eylemi, paneli, yürüyüşü kısa, orta ya da uzun vadeli stratejilere hizmet edebilecek şekilde planlamak ya da her olguyu bu strateji içinde anlamlı bir yere oturtabilmekten söz ediyorum.
Merkez siyasetin yok ettiği açıları yeniden kazanmak
Bir halk hareketi ile kuşatılmayınca çok da etkili olamayan, şova ve düzen siyasetine eklemlenmeye had safhada elverişli yine bu koşullarda terkedilmeyecek bir alan merkez siyaset alanı.
Ancak merkez siyaset alanında yapılanmanın ve burada güçlenmenin bir sonucu daha var. Asıl örgütlenme ve etki alanlarının terk edilmesi ya da oralarda çok etkili olunamamasına bağlı olarak, oy vermekle, günlük hayatta her an karşımıza çıkacak çeşitli durumlarda, tavır alma, davranma, bulunma hali arasındaki açının kaybolması. Bu açının kaybolması aynı zamanda bir siyasi zemin kaybına işaret ediyor. Bunun da ötesinde önümüzdeki sürecin olanaklarını sezme konusunda, istatistiklerin, kamu oyu araştırmalarının, anketlerin, yadsınamaz ve değiştirilemez korkunç bir hüküm gibi üzerine indiği bir hale, bir görüş darlığına neden oluyor.
Karşılaşma zeminleri yaratmak
Bu değişim-dönüşüm iradesi sözleriyle tanımlanan, uçucu ve bilinmez varlığı özneleştirme, etkileşim içinde olacağı alanlar, zeminler, araçlar yaratmak kadar, bir başka yazıda merkez siyasetin kaybettiği açıları siyasi kadroların zihninde yaratmak- yeniden yaratmak için hayatın her anında ve alanında çatışmalar kadar uzlaşmalara, beklenmedik dönüşümlere açık olacak siyasi, insani karşılaşma zeminlerini yaratmaktan söz etmiştim. (Yeni Yaşam Haziran 2024)
O yazıdan alıntılarsam, Karşılaşma zeminlerini, elbette sınıf mücadelesini en başa koyarak ama “üslup” olarak dolayımdan ve yaygın temsil mekanizmalarının yarattığı çarpıklıktan olabildiğince azade, yani hakiki beşeri zamana yayılmış temas halleri olarak tanımlıyorum. Bu barış mücadelesi için de geçerli. Bir çoklarının insani diye nitelendireceği, ama alabildiğine siyasi olan ve olması gereken karşılaşma zeminleri. Siyasi ve insani eşitler ve siyasi muarızlar olarak karşı karşıya, yan yana gelme cesaretini gösterecek, demek ki dünyanın ta kendisi olmaya aday olanların yaratabileceği karşılaşma zeminleri.
Doğrudan demokrasiyi gereksizce kutsamamak- temsili demokrasiyi hor görmemek
Bana sorarsanız meclis kuralım, meclisleşelim demek hiç bir şey demek değil. Önce bu işin çok zor olduğunu, yepyeni bir hukuku kendi ömrü içinde yaratacağını, her türlü gizli açık hiyerarşiyi barındıran bu yapılara göstermelik bir eşitlik payesi vermenin kendimizi kandırmaktan başka bir şeye yaramayacağını kabul etmek gerek. Doğrudan demokrasinin kulağa hoş gelen fakat akla gelen gelmeyen bin bir mekanizma ve araç icat edilmezse işleyemeyecek, hatta kısa sürede adı konmamış, bu yüzden de daha da tehlikeli bir hiyerarşi, bir küçük grubun el altından yönetimi haline dönüştüğüne defalarca tanık olduk.
Ayrıca temsili demokrasi hiç de yabana atılacak bir araç değil, ezilenlerin siyasi sözünün oluşturulması açısından çok da gerekli bence.
Öte yandan sanki bütün dertlere çözüm olacakmış gibi doğrudan demokrasi ve meclisleşme kavramlarının ortaya atılması niyetten bağımsız olarak son derece kolaycı bir yaklaşımmış gibi geliyor bana.
İhtiyaç duyulan her alanda Kolektif oluşumların, meclislerin, karar mekanizmalarından ve buna bağlı olarak aslında hayatını iyileştirebilme imkânlarından da dışlanmış insanları, yalnız ortak bir çıkar değil, ortak bir bilinç ve duygu, amaç etrafında da toplaması gerekir.
2024 Şubatında DİB’in çağrısıyla yapılan Yerel Demokrasi Konferansı sonuç bildirgesinde şöyle tarif ediliyor: Kolektif oluşumlar ve doğrudan demokrasi mekanizmaları, özneleştirme, onurunu geri alma, özsaygısını geri kazanma, kapasitesinin farkına varma, kendini geliştirebilme ve kendini genel olarak bir demokrasi mücadelesinin parçası olarak görebilme olanaklarını yaratmalıdır. Meclis ve doğrudan ya da temsili demokrasi mekanizmaları sınırlar çizmekten çok, yaşamın içinden özneleşen insanların çözüm üretmesine olanak sağlamalıdır. Bireyleri sabitlenmiş kültürel ve siyasal anlamlara hapsetmek yerine, kendilerini de dönüştürmesinin yolunu açacak bir ufukla kurulmalıdır.
Özcesi, doğrudan ya da temsili demokrasi araçları karşı karşıya getirmek yerine hangi aracın özneleşme, kendini yönetme iradesi yaratma konusunda işlevli olabileceği düşünmek gerek.
SONUÇ: Demokrasi güçlerinin varlığına daralma halinden çıkmasının yolu sol bir dönüşüm değişim programıyla kurulacak, ufku geniş birlik ya da ittifaklar.
Umalım ki emek emek yetiştirdiği domatesini yere döken, hiç bir güvencesi olmadan greve çıkan, farklı kılıklarda, öteden beriden fırlayan, coplanmayı kolunun bacağını kırılmasını göze alanlardan esen rüzgâr, örgütün ve yapının varlığını, (çoğu kez kendi bireysel varlığı) korumayı hayatın, geleceğin, tarihin ve 15 yaşında parkta oynarken öldürülen Suriyeli mülteci çocuk işçi Abdullatif’in temsil ettiği felaketin önüne koyanları yerlerini koruyamaz hale getirsin.
Umalım ki aklımız, enerjimiz, inancımız hangi asgari ilkede birleşirse birleşsin yeri tam cephede gözü yeni bir hayat yaratmakta olan, ufku alabildiğine geniş bir birlik-ittifak hareketini yaratmaya yetsin. Bu konuda oyumu yine-her zaman yaptığım gibi hep birlikte başaracağımızdan yana kullanıyorum.