Mahmut Alınak
Ben o zamanlar on yedi yaşındaydım. Bir kuşluk vakti obamıza parti kâğıtları ve resimlerle süslenmiş birkaç arabayla bir Mercedes geldi. Mercedes’in kapısını koşarak şoför açtı. İçinden orta yaşlarda kütük gibi bir adam çıktı. Çok heybetliydi, siyah bıyıkları çenesine kadar inmişti. Adamın başına toplandık. Adam bize nutuk çekmeye başladı: “Biz MHP’liyiz, çok şerefli bir partiyiz, doğrunun partisi, fakirin dostuyuz,” dedi. Sesi çok gürdü. Bunlar mademki doğrunun partisi ve fakirin yanındadır; bravo öyleyse! Çok heyecanlandım, bravo bravo diye bağırarak alkışladım. Millet de galeyana geldi, herkes bir ağızdan ‘bravo’ diye bağıra bağıra alkışladı.
NAMUS ŞEREF SÖZÜ
‘Elektrik yok, yol yok, su yok. Bunları ne zaman yapacaksın?’ dedim adama. Herhalde beklemediği bir soruydu. Kaşlarını çattı, gözümün içine şüpheyle baktı. “Allah’ın izniyle seçimden sonra yapacağız,” dedi. Üstüne basa basa, ‘Yapacaksın, değil mi?’ dedim. “Evet, namus şeref sözü, yapacağız,” dedi. Şans ayağımıza gelmiş diye düşündüm, Allah’tan daha isterim! Bir adam namus şeref sözü veriyorsa yapar, dedim. Baktık kravatı var, takım elbisesi var, içindeki de adamdır, dedik ve karar verdik; oy vereceğiz. Ben o gün MHP’li oldum. Parlamış bir at gibiydim, kabıma sığmıyordum. Arkamda koca bir parti vardı. İçimde bir ümit yeşermişti ki, sorma gitsin.
Ertesi gün otobüs geldi. Otobüsteki bir adam hoparlörden, “Devlet gelecek dertler bitecek,” diye bağırıyordu. Öyle sandık ki bir adam gelecek. O zaman Devlet Bahçeli’yi bilmiyorduk. Biz gençler elimizde MHP bayraklarıyla otobüse doluştuk. Otobüs şehirde tur atarken, başımızı pencereden dışarı çıkarıp bayrakları sallıyor, “Devlet gelecek, dertler bitecek,” diye avaz avaz bağırıyorduk.
BOZKURT NESLİYİZ
Sonraki günlerde yine sokak sokak dolaşıp bildiri dağıttık, duvarlara afiş yapıştırdık. Devlet Bahçeli afişlerde arkasında bayrakla kurt işareti veriyordu. Sordum; “Biz bozkurt nesliyiz,” dediler. Aklım almadı, ama neyse.
On beş gün girmedik sokak, çalmadık kapı bırakmadık.
Sonradan öğrendim ki, meğer biz Osmaniye’de Devlet Bahçeli’nin bahçelerinde çalışmışız. Kendisi yoktu ama başımızda adamları duruyordu. Binlerce dönümlük nar, portakal, kayısı, çeşit çeşit meyve bahçeleri vardı. Nereye gitsen, “Devlet Bahçeli’nin,” diyorlardı. Dağ taş, dereler, bayırlar onundu. Sadece Osmaniye’de değil, Adana’da da bahçeleri vardı. Bir insan bu kadar mülke nasıl sahip olur; bu kıt aklım almıyordu! Onun dedeleri zamanında mal mülk toplarken, bizimkiler armut mu toplamış, diye merak ediyordum.
REHA MUHTAR AYAĞINA BALTAYI VURDU
Reha Muhtar namuslu adamdır. Bu yüzden artık televizyonlara çıkarmıyorlar. Televizyonda Devlet Bahçeli’nin nar bahçelerini gösterdi. Bahçelerin başı var, sonu yok… Narlar çatlamıştı. Reha Muhtar o haberle kendi ayağına baltayı vurdu, karanlıktan bir daha da çıkamadı.
Seçim günü sandıkların başını tuttuk, her gelenin pusulasına MHP mührü bastık. Akşam zafer bizimdi. Sabaha kadar uyumadık, şehirde neşe içinde tur attık, zaferimizi kutladık.
Seçimden sonra günlerce, haftalarca bekledik; gelen olmadı. Ne yolumuz yapıldı, ne de elektrik ve su geldi. O kazma bıyıklı adam bir daha görünmedi. Uzun zaman gözlerim onu aradı, sır olup gitti. Görsem ona iki çift laf etmek isterdim. İhanete uğradığımızı düşündüm ve siyasetten soğudum.
Dayı o koltuğa oturanların şekli şemalı değişiyor; orada ne var anlamıyorum!”
(SOĞUK BİR KIŞ AKŞAMIYDI adlı kitabımdan bir bölüm. Susuz Cezaevi’nde birlikte kaldığım Osmaniye’li Hasan Kaya’nın anlatımından.)