Günlük hayatta sık sık duyarız bildiği yanıldığına yetmez, diye. Bu, esas olarak o kişinin bilgi düzeyinin yetersizliğine işaret etse de bilgi ve kültürel olarak donanımı yüksek olanlarda da bu tehlike potansiyel olarak vardır ve kritik bazı hallerde kimilerinde nükseder.
Bu nüksetme işi daha çok katı bir ideoloji ve perspektife bağlı olarak zihnini organize etmiş ve bu doğrultuda her resimi ve olayı yorumlama yetisine sahip olduğunu vehmedenlerde görülür.
İdeolojik ve kültürel donanıma kişinin sahip olması saygı duyulacak bir durum tabii ki. Bu noktada sorun şurada: eğer kişi, olayları ve hayatı sahip olduğu ideolojik perspektifin tuvaline uygun hale getireceğim derse, işte o zaman onca bildikleri yanıldığına yetmez. Zira, hiçbir ideoloji hayatın derslerinden ve öğrettiklerinden evlâ değildir. Burada anahtar, perspektifimizi hayat içinde yaşananlarla doğrulayabilmektir. Aksi durumda kendi donanımımız için harcadığımız emek ve zaman rüzgâra teslim edilmiş olur.
***
Bu bahiste şu günlerde ülkeyi ve Ortadoğu’yu ilgilendiren “silah bırakma” meselesine bakalım: 22 Ekim’de toplumun beklemediği bir anda ve içerikte ittifak ortağı siyasi parti liderinin enteresan bir çağrısıyla sürecin fitili ateşlendi. Herkes birbirine hangi dağda kurt öldü, bakışıyla bakakaldı. Sonrasında, sürecin önceden tasarlanıp, planlandığı anlaşıldı ve etapları geçilmeye başlandı.
Ne olmuştu? Egemen devlet insafa gelip kardeşlik temelinde her şeyi üleşelim mi demişti, yoksa 40 yıldır silahlı mücadele sürdüren yapı başarıya mı ulaşmıştı?
Bu konuda herkes kendi birikimiyle ve ideolojik perspektifiyle kendi cephesinden yorum, analiz yapabilir. Birer politik özne olan tarafların temsilcilerinin kendi yorumları doğrultusunda meseleyi çözümlemelerinde bir abes yok.
Aslında işler, onların anlattığı gibi girift mi ve kendi politik cephelerinden anlattıkları gibi mi? Sonuçta iki tarafın temsilcileri birer politik figür ve icra ettikleri politika sanatı nedeniyle hedefleri ve bu hedeflerine yönlendirecekleri kitleleri var.
Bu noktada bizim taraftaki tek adam iktidarının karşı tarafın tek adamlığı kadar kitlesini kolay ikna etme ve hedefe yönlendirme imkânı yok. Çünkü bu tarafta kitle politik tercih olarak yekvücut değil. Karşı tarafın kitlesi ve örgütünde ise bizim solun ’80 öncesi hali gibi emir demiri kesiyor.
Bu süreçte bu durumdan ötürü iktidarın işi daha zor. İlk bakışta, bu işin beklenmedik bir anda, beklenmedik kişi tarafından açılışının yapılması, bir gece görülen bir rüyanın ertesi gün kalkıp hayra yorulması değil.
***
Çok dilliliği, çok etnisiteliği, çok dinliliği kendi yönetim biçimiyle 623 yıl sürdürmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel konjonktüre ayak uyduramayıp parçalanması sonucu elde kalan bir avuç toprakta, 1923’te Cumhuriyetin ilânıyla batıya yüzü dönük bir ülke yaratılmış ve ilk 15 yıl tüm imkânsızlıklara karşın ülkede kurulan devlet ete kemiğe büründürülerek Cumhuriyet rejimi olabildiği kadar inşa edilmişti.
İkinci Adam İnönü’nün politika yapma tarzı ve dünya savaşının etkileriyle gazdan ayak çekilmişti. Çok partili hayata geçişle birlikte yönetimi alan DP’nin politikalarıyla da Cumhuriyet iğdiş edilip, ülkenin ilk 15 yılı hatıralarda kalmıştı.
Ülke yönetimine hâkim olan çeşitli partilere mensup siyaset erbabının önceliği, Cumhuriyet’in kurucu kuşağı gibi ülke sevdalısı değil, seçim sevdalısı olduğu için, tüm faaliyetlerini bu rotaya göre düzenleyip, ülke kaynaklarını hunharca talan edip, yeniden ve yeniden seçilip halkın sırtında kalmak yolunda idamları bile göze aldılar.
Bu sürecin sonunda okyanus da olsa biterdi! Öyle de oldu. Bugünkü meselelerin müdahale edilemez tehlikesini taşıyan tümör haline gelmesinin kısa seyri budur.
***
Bugüne dek ülke yönetiminde söz söyleme ve icraat yapma yetkisine sahip olanlar, Cumhuriyet’in ilk 15 yılında gösterilen azmi, basireti göstermeyip bu taşları ülkenin, toplumun eteklerine yığdılar. Dünyada savaş sonrası, yere yapışmış olan Almanya, Japonya ve Güney Kore bu işin ekonomik, teknolojik ve kültürel bir kalkınmayla olabileceğini göstermiş olan ülkelere örnektirler. Sizin ülke yöneticileriniz bu örnek ülkelerin yöneticileri gibi ülkelerini, toplumlarını ileri hedeflere yönelik olarak hazırlayıp, yönetmezlerse ve tepedekiler de Doymazoğulları’ndan olduysa hep, elbette sloganları da devlet malı deniz, yemeyen domuz! olacaktı. Gerçi, koltuklarını sağlama alacak kadar feodal unsurlara, bezirgân, tefecilere, kompradorlara oy mukabili paylarını verdiler.
Olan buydu ülkede. Peki, yukarıda örneğini verdiğimiz gelişmiş üç ülkenin yolu izlenseydi bugün tartıştığımız, bir tarafın istediği, diğer tarafın vermem dediği konular ülke için sorun olur muydu? Olmazdı. Dünyada birçok ülke var, tek bir bayrak altında birçok halkın birlikte yaşadığı, birçok dilin kullanıldığı ve temel insan haklarının halk kesimlerine amasız, fakatsız kullandırıldığı…
Bizde bu yola meyletmek için o kavşak kaçırıldı. Bunun uygulanmasını sağlayacak imkânlar siyaset esnafları tarafından iç edildi ve uyutulan halk da yıllardır onlara gidip oy verdi.
İşte bu kavşak kaçırıldığı, yani ülkenin ekonomik, teknolojik ve kültürel kalkınmasının olanakları siyaset zümresi tarafından vatan, millet edebiyatıyla talan edildiği için bugün birçok temel insani hak talebinde bulunanlara karşılık olarak boş eller iki yana açılıyor. Dükkân açık ama tezgâhlar boş, temel maddeler bile kıt kanaat. Kısaca bu hâl, bugün uzlaşı arayan iki tarafın iktidar kanadını temsil eden taraf için. Peki, diğer tarafta neler oldu da bu iş bu kerteye geldi?
***
İlk çekirdeğin 1978’de Lice’de yapılan toplantıyla atıldığını ve silahlı mücadelenin 41. yılında bu silah bırakma noktasına gelindiğini biliyoruz.
41 yılda 40 bini aşkın ölüm neticesinde zafere ulaşıldı da mı bu noktaya gelindi? Bunu, o cephenin unsurları öyle yanıtlayabilir. Toplumsal kazanç konusunda da bu 41 yıl için bir T Cetveli yapmak mümkün. O zaman görürüz ne kazanılıp ne kazanılmadığını.
Bu noktada 28 Şubat’ta yapılan açıklamada birkaç kez dile getirilen, sanki iki millet arasındaki kaynaşmanın, mutabakatın sabote edilmesinin suçlusu reel sosyalizmmiş gibi cümleler de vardı. Silahlı örgüt, reel sosyalizm çözüldüğünde 1990’lardan itibaren temel politik eksenini değiştirmedi mi? İlk çıkış gerekçeleri sadece tabelada kalmadı mı? Ölünün ardından konuşacaksak da doğru konuşmak iyidir.
***
Peki ne oldu da birisi bir gece rüya gördü ve iki tarafın da hayatının değişeceği bir sürece girildi? Sürecin tarafları haklı olarak, kendi politik mercekleriyle resme bakacaklar ve dilleri de buna göre dönecektir.
Resme uzaktan bakmak, ayrıntılara boğulmadan, öncelikle ana temayı görmemizi kolaylaştırır. Emperyal güçlerin dünya paylaşımı faaliyetlerinde fiziki savaştan önce karşılıklı uygulayabilecekleri yöntemleri olduğunu biliriz. Yorma taktiği bu yollardan biridir. ABD, baktı ki 2011’den beri çeşitli araçlarla çomak soktuğu Suriye’de ve dolayısıyla Ortadoğu’da istediği adımları atamıyor. Suriye’nin gücüyle ilgili bir durum yok aslında. ABD’ye göre Suriye’nin bir sıkımlık canı var ama sahadaki Rusya, İran ve Hizbullah gibi dişli aktörler, Suriye’nin yaralı da olsa ayakta kalmasını sağlıyorlar. Suriye hallolmadan da ABD, öz evlâdı İsrail’in geleceğini teminat altına alacak girişimlerde bulunamıyor. Hemen, askeri olarak yorma taktiği-hem Zelenski gibi eski şovcu “lider” de varken- Ukrayna savaşa sürüldü. Arkadan ABD, İngiltere ve Avrupalı emperyal güçler verdiler silahı, parayı.
Ukrayna, Rusya tarafından yerle bir edilirken aynı zamanda Rusya’yı her anlamda yorup, cephe sayısının çoğalmasına ve takatinin azalmasına yol açtılar. Bu tokuşturmanın sonunda tarafların yorulup makulde anlaşmaları kolaylaştı: Rusya, sınırındaki Ukrayna’yı esas olarak ABD ile paylaşmış ve bunun karşılığında da Ortadoğu’da Suriye’nin arkasından çekilince İran kendi derdine düştü. Hizbullah zaten yerle bir edilmişti.
***
Alandan ayrık otlar temizlenince, Ortadoğu tarlasının, haşarı evlât İsrail için sürülüp ekilmesi aşamasına geçmeye geldi sıra. Ortadoğu gayya kuyusu gibi, dostun, düşmanın garantili bir sürekliliği yok. O halde baş emperyalist ne yapmalı? Temkinli, tedbirli yola çıkmak lâzım.
İşte, IŞİD’le mücadele sürecinde Kuzey Suriye’de Kürt Hareketi ile ABD arasında temas başlamış oldu. ABD, insan hakları konusunda çok duyarlı bir devlet değil ve Kürt Hareketi de bunu biliyor aslında. O zaman olan ne? Reel politika! denen şey. Al gülüm ver gülüm! Olan bu. Bazılarının öyle ideolojik soslarla anlattıklarıyla gerçeği maskelemeye gerek yok. Bizim kimseye duruş ve devletleşme yöntemleri konusunda söz söyleme hakkımız tanınmasa da, düşünce olarak bunu benimsemediğimizi belirtmek de kimseyi rahatsız etmemeli.
Bu noktada bir parantez açmalıyım. Youtube’da kanalı var genç bir Kürt aydının. Fikirlerine katılmasam da izliyorum kendisini ve samimi, dürüst buluyorum. Bu aydın, Kürt Tarihi üzerine de çalışmış ve hem Kürt Siyasi Tarihi’ni anlatan programlar, hem de son sürecin ucu göründüğünden beri de yorumlar, değerlendirmeler yapıyor. Mealen dediği şu: Bizim bir Kürt Devletimiz olsun. Kim sebep olmuşsa olsun bu devlete, isterse şeriat Kürt Devleti olsun, ama önce bir devletimiz olsun, sonra biz beğenmezsek o devleti değiştiririz.
Evet, arkadaş çok net, hiç çarpıtmıyor, dürüstçe söylüyor isteğini. İşte bizim de dediğimiz bu; kimse sizlerin politik buğulu gözlüklerinizle meseleleri görmek, yorumlamak ve sizler gibi biat etmek zorunda değil.
Bu bağlamda Zelenski örneği ilginçtir: Bir şovmeni halkı, verdiği oylarla başa getirdi ve ülkesini kaybedince belâyı başına getirdiğini gördü ama iş işten geçmişti. ABD ve Rusya’nın el sıkışması sonrasındaki sürecin devamında Beyaz Saray’da canlı yayında Trump ve Vance’in makasına alınan Zelenski’den defalarca Trump’a teşekkür etmesi istendi. Zelenski biraz patırdadıysa da bir hafta geçmeden hidayete erdi ve Trump’a minnettarım, diye açıklama yapmak zorunda kaldı.
Kurtlar, sofralarına çağırdıklarını sırası gelince meze yapar ve yerler. Ortadoğu’da bu sofra her zaman bu amaç için açıktır…
***
Geldik şimdi bu iki taraflı meselenin bu taraftaki iktidar kanadına. Bu kaçıncı bahar? dedirtecek şekilde 4.kez aynı süreci başlatmanın ne gereği vardı, üstelik ülke içinde örgüt eskisine göre pek eylem yapamaz hale gelmişken? Ayrıca sahip oldukları ideolojinin demokrasi, insan hakları gibi özgürlük açılımlı meselelere cevaz vermediği biliniyor. Bayram değil seyran değil… Bu düşünceler dolaştı durdu birçoğunun zihinlerinde.
Kabaca görülen: ülke imkânlarının ve politik manevra alanlarının daralması. Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş. Meclis aritmetiğinin 360 şartı, yeni Anayasa ve yeniden Cumhurbaşkanlığına aday olunmasının önünün açılması… İç siyasi faydalar ana hatlarıyla böyle sayılabilir. Vermeden almak Allaha mahsus olduğuna göre; en azından karşı tarafı da tabanına karşı rahatlatmak için-iktidarın kendi tabanını da ürkütmeyecek-ufak tefek temel insani haklar konusunda iyileştirmeler yapmak…
Kısaca durum iki taraf için böyle. Tüm bu görüntülerin sonunda montaj aşamasından sonra filmi galada izleyince, senaryo okumasını bilenler kendi aralarında şöyle konuşacaklardır muhtemelen:
-Arkadaş, o sarı saçlı kötü adam, iki tarafa telefon açtı ya… Sessizdi o sahneler. Bence adam verdi talimatı bu taraftakine: yeniden seçilmek için şunları yap, seçil ve Kuzey’deki çocuklara dokunma, yoksa kötü olur!
Diğer tarafa da:
-Eski mekândaki dükkânı kapatın, bir süre oralarda eylem yapmayın… Bize ileride daha çok lâzımsınız, hazırlıklı olun!
Film çekmek kolektif bir iştir ve kapanış jeneriğinde, yapımcı firma tarafından oyunculara ve yapımda emeği geçen tüm ekibe teşekkür edilir.
***
Aslında derin analizlerin ve teorik sosların gölgesinde olan ve olacak olan buydu. İşin garibi bu durumu iki taraf da biliyor. E, o zaman nedir bu haldır haldır gitmeler gelmeler, koşturmalar, açıklamalar? Gerçekler acıdır, halklar da gerçekleri şak diye yüzlerine söylenmesinden pek hoşlanmazlar.
Ayrıca kimi halkların sağı solu belli olmaz! Deli damarı tutar ve ne yapacağı hiç belli olmaz!
Yapılanlar sahne düzenlemesi, halklar kıvama getiriliyor. Kadayıfın üstünü pişirip de altını pişirmezsen beğeneni pek olmaz. Devlet adamlığı ve emperyalizmin başı olmak şefliğe benzer: hangi malzemeden neyi, ne kadar kullanacağının ölçüsü ve mutfak düzenini de bilmek gerekir!
Ortadoğu’da mutluluğun resmini yapmak zordur ama Ortadoğu büyük prodüksiyonlu filimler çekmek için en elverişli bir platodur.