“Gözlerim görüyor ama körüm.
Kulaklarım duyuyor ama sağırım.
Karnım tok ama açım.
Çok yorgunum. Ama sanki daha yeni başlamış gibi diriyim.”
Uçlarda yaşamasa da içinde olan bitenle zihninin dayatmalarıyla mücadele halinde olan sadece roman kahramanları mı? Hayır, hepimiz için geçerli Efe Aydar’ın bu saptaması… Hepimiz “mücadele”yi uzun zaman önce bırakıp da teslim olmadık mı?
“Boş tencere iktidar devirir” diyordu Süleyman Demirel… Doğruydu, bize uymadı. Dünya üzerinde belki de tek örnek ülkeyiz, boş tencerenin iktidarı devirmediği… Bir şey yapmadığımıza göre, “hayatın en haz dolu teslimiyeti”ni yaşa(t)mıyor muyuz?
“Gerisi Sessizlik”e, Profesör Archibald Randolph Ammons’un “Reddedildiğim bir dünyaya dâhil olabilmek için yazıyorum” sözüyle başlıyor yazar… ve ekliyor: “…öğrendiğim bir şey var, o da insanın özü asla değişmiyor. Neysen ve nereden geliyorsan sadece ve sadece osun. Ne daha fazlasın ne de daha az.” Yazar da kabul ediyor ki, yazdıkları kadardır.
Delirme deliliği…
İnsanın içindeki ya da insana yöneltilen soruların birbirini açarak yepyeni soru(n)lar açtığını, her yeni gelenin çok daha zorlu olduğunu, o soru(n)lara gömüldükçe hayatın özünü yitirdiğimiz gerçeğini okuyoruz “Gerisi Sessizlik”te. Tabii ki, ne sizinle başladı ne de sizinle bitecek; başından sonuna ve sonsuza dek…
Selçuk Altun, “Hayat romanlardan daha tuhaf” diyor; sinemacılar, “tesadüfün iğne deliği” diye adlandırıyor ve “bu bir filmde olsa, senarist amma da uçmuş diye burun kıvrılır” somutluyor; “gerçeküstünün, gerçekliğin kendisinden daha gerçek” olduğunu.
Efe Aydar, ünlü ressam Miro’dan Picasso’ya, dijital jazz’dan modern yaşama hemen her alanda, her zaman karşımıza dikilen başarı(sızlık)ların neler olduğunu, nasıl çözüm bulunabileceğini, neyle ve nereye kadar gidebileceğini sorguluyor kitabında. Şehrin derinliklerinin bir gün işimize yarayacağını bilerek irdelemek gerektiğini belirtiyor. Kuşkusuz, engeller ve kısıtlar çıkacaktır karşımıza, direnmenin gerekliliğini kabul etmekten başka bir çıkar yolumuzun olmadığını, buna da bağlı olarak yaşamın ancak ve sadece böylece ilerleyeceğini vurguluyor.
Böyle yazınca sanki bir didaktik kitapla karşı karşıya olduğunuzu düşünmeyin; yazar, “delirme deliliğine” kalkışmayacağınızı kesin dille aktarıyor. Bu de gösteriyor ki, kendi yolunuzu kendiniz çizeceksiniz.
Sekizinci günah?
Hıristiyanlıkta “büyük” günah olmadığını biliyoruz, çünkü bütün günahlar kötüdür, ancak Papa 1. Gregorius, “ölümcül” günahları sıralamış: Gurur, İmrenmek, Gazap, Tembellik, Açgözlülük, Şehvet ve Oburluk. (İslamiyet’te de benzer “büyük” ya da “ölümcül” günahlar var, sayıları da epey fazla…) Efe Aydar, sekizinci günahı eklemiş buna. Günümüzdeki koşullarla, teknolojik yenilikler ve olanakların katkısını gözeterek. Sahi, yaşamın içerisinde, teknolojinin her şeyimize karıştığı günümüzde bazı şeylerin değişmesi gerektiği açık. Peki, o değişimin içindeki “günah” ne ola ki! Dilerseniz bir düşünün… Doluya koyun almasın, boşa koyun dolmasın; ince eleyip sık dokuyun, sonra karşılaştırırsınız Efe Aydar’ın sekizinci günahıyla…
Gerisi Sessizlik
Efe Aydar
Roman
Doğan SoLibri Yayınları, Haziran 2025, 151 s.
Fritz Lang “ modu”ndan ayrılması gerek toplumun, tabii bu da:”buzların çözülmesiyle” gerçekleşebilir..