O gün merdivenin neresiydim ben, bilmiyorum!

HomeManşet Haberler

O gün merdivenin neresiydim ben, bilmiyorum!

Ama bir sokağın içiydi, merdivenleri tek tek iniyordum, bir okul duvarının yanından… İki genç dumana kendini vermişlerdi. Yürüdüm, yürürken ağlamakla kendim arasında kaldım!

Merak ettim ölümle kendi aramdaki mesafeyi, tarihi, ülkeyi. Ve hiç biri bana ait değildi sanki, gördüklerim, duyduklarım, dokunduğum dünya.

Sonra eski bir lunaparkta başlayan birinin hikâyesinin dünyanın başka bir yerinde yaşaması gibi işte dedim kendi içimden.

Sonra yine o merdivenlerde işte iki çocuk büyümek üzere Allaha emanet, yaşları on dört iki çocuk, gözleri geliyor gözlerime, ne utanmaz bir dünya bu dünya diyorum…

Lunaparkın bir ucunu yazarken ve düşünürken, İzmir’den ince bir anı sonra İsviçre’de susan. İkisi de “ben kimseyi unutmam” diyor birbirinden haberdarlarmış gibi.

Burada merdivenler dik ve zor, çıkarken de inerken de. Merdivenlerin çıkış yönüne buradan bir hakim bakıyor inişine de sizin oradaki hakimler; hepsi laik, hepsi devrimci ve duyumcu! Buruk ve ekşi ünlemler gibi.

Paydos diyor baban, lunaparkın kapanış saati, sanırım ben Yeşilyurt cezaevinde dondurma yiyordum o gün adli bir koğuşta: amcasını vuran bir genç çocuk, ben ve bir otel sahibi ünlü bir mafya babası, ve sonra grup yorumdan bir eleman! Küçük bir cezaevi burası sayın hakime!  Zaten cezamızın da son günleriydi, hâlâ suçlu olsak da!

Sabah olmuş saat yedi, uyandık havalandırmada spor, dedim ki ya bizi anladım da sen niye buraya geldin sesi güzel arkadaş. Dedi ki; ben hem askerliğimi yapacaktım hem de devrim! İşte şimdi anlıyorum seni Kayserili, sana bakan kürsüdeki o “başkan” öyle der tabii ki. Bir KHK’liye yaklaşım biçiminiz bugünün iktidarından farklı olmadıkça siz de onlardan farklı olamazsınız.

Sonra o çocukların uykusunu öldürdükleri o merdivenlerden çıkıyorum, bir eylemselliğe uğramak üzere, var kırk kişi, yarısından fazlası “başkan” birkaç kişi de benim gibi!

Dünya dedim, dünya; sen nasıl bir şeysin, bu keder, bu anlaşılmazlık niye, ben de kırk yıl dergâhına odun taşımadım mı senin.

İşte bu iç cümlelerle o merdivenlerden indim yine bugün. Eve vardım, bu yazıyı yazarken bir fotoğrafın altyazısını hatırladım. Son cümlesi; … güzel günlerde karşılaşmak, görüşmek dileğimle” diye yazılmış bir anekdot. Başkaları için “politikanın bu ince cümleleri” benim için aşkın inciten cümleleri oluyor!

Neyse, merdivenler bitiyor ve tek tek iniyorum, çocuklar ellerinde içine çektikleri kötü düzenin ilahi kokusu ile; hişşşt gelen var! diyen bir sessizliğe gömülüyorlar.

 

Eve çıkıyorum bu defa dördüncü kata, benim olmayan bir kat’a. Her yer merdiven, her yer yokuş burada… Oğlum “baba çok öksürüyorsun” diyor. “Dünyaya sadece öksürüyorum, bu kirli dünya sanki boğacak beni oğlum” diyorum.

Ve sonra İzmir’de o oturduğumuz merdivenden inişi hatırlıyorum, ben sen ve ötekiler…

Ve sonra o hapishane avlusunda sabahları yediğimiz soğuk genime çorbasını hatırlıyorum…

Ve sonra devrime yemin eden ama sonra küfredenleri…

Ve sonra KHK ile ölenleri…

Ve sonra sana küfredenleri.

Ve herkes orada başkan, biz hariç!

Merdivenlerden iniyorum, Mustafa Kemal İlköğretim Okulu’nun merdivenlerinden, merdivenlerde elinde uyuşmuş bir hayat ve çocuklar işte sonra bir marş çalıyor, çok yüksek bir sesle:

Yaşasın Cumhuriyet!

Yaşasın Cumhuriyet!

 

Mazlum Çetinkaya

 

 

 

 

 

 

 

guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments