Hatice Özhan
Diyarbakır’dan kalkan üç uçak filosu Dersim’e bombalar yağdırmaya başladı. Arkasında barut ve ölüm kokusu bırakan bu uçaklardan birini sürpriz evlatlılığının, galiba, en çok da devşirmeliğinin hakkını ödeme gayretiyle Sabiha Gökçen kullanıyordu. Köyleri bombaları ile yakıp yıkan, sayısız insanı makineli tüfeklerle tarayan, öldürme mastürbasyonuna tutulan Sabiha kendisini ispatlamanın altın fırsatını yakalamıştır.
Sabiha, bir sabah bir erkeğe dönüşmüş olarak uyanan bir kadının büründüğü o her şey olma güdüsüyle, cesareti ile taş üstünde taş bırakmadı. Savaşın erkeksi konularına kadınların karışmasının yasak olduğu bir dünyada ya da garnizonda, bir kadın hem de göklerde ölüm yağdırıyordu. Bir sabah bir Türk’e dönüşmüş olarak uyanan bu kadının erkeksi cesareti hayranlıkla karşılanmakla yetmedi bir de manşetlere taşındı. Kalemin de pekâlâ bir cinayet silahı olabileceğini gösteren dönemin Cumhuriyet gazetesi O’ndan, Dersim semalarındaki bir sevgi kelebeğiymişçesine bahsetti. Dersim’in üzerine yağdırılan bombaların tahribat gücünden bin kat daha güçlü bir şekilde güzellemeler yağdırılan, gururlanılan kadını gazete ‘Türkkuşu’ diyerek pazarladı herkese. Devletin ‘çıbanbaşı’sını yerle bir eden, şakilere can kusturan bu masum sevgi kelebeği kendisini Ermenilikten ve asli belleğinden kurtaran Atatürk’e vefa borcunu ödemiş oldu.
Hatun Sebilyan’ın kendisini, bir sabah uyandığında Sabiha Gökçen’e bürünmüş olarak bulduğu gün ibret verici olsa gerektir. Irk, milliyet mensubiyeti ve hangi türden bir canlı olduğunuz meğerse doğuştan değil de, kolayca değiştirilebilen oynar başlı bir seçimden ibaretmiş ki bir yandan bunu da göstermiş oldu dünyaya. O artık bir asker, Türk; türlerden de kuş yeri geldiğindeyse bir sevgi kelebeğiydi.
Kullandığı uçaklardan birinden Dersim’e, şakilere teslim olunma şartlarının bulunduğu bildiriler atıldı. Yeri geldiğinde merhametli bir ejderha da olabileceğini gösteren bildirilerde şakilere, devletin yumuşak yüzünün bir sınırı var denilmek istenildi. “Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyet’in adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. Aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsanız, her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyet’in kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz” ihtarı yapılıyordu.
Şakiler teslim olmadı ki zaten Cumhuriyetin kahredici ordusuna pilotluk yapan öldürme arzusu henüz tam doyuma ulaşmamış Sabiha da böyle bir neticeden memnundu. Yakıp yıkılan köyler, katledilen insanlar bu ulusal kahraman için rüştünü ispatta yeterli değildi. Rüştünü ispata daha çok vardı. Kürt isyancıların lideri Seyid Rıza ele geçirileceği, Atatürk’ten bir kutlama koparacağı ana dek görev ifa edilecekti. Öyle ki olayı yakından izleyenler bir değil, bütün bir Türk ulusuydu.
Herkesten önce kendisiyle iftihar eden Sabiha, bu ulusal kahraman bir mülakatında bombaları nasıl bir şehvetle yağdırdığından bahseder. Ancak kahramanların anlayabileceği bir tabir olan “Canlı hedefler”ini nasıl da hakladığından bahseder. Dersim, onun katliam seçkisindeki en heyecanlı deneyim. Şehvetini dorukta hissettiren uçuşları arasındaki en feyiz aldığı deneyimiydi. Öldürme arzusu, şehvetiyle Sabiha Dersim katliamından hissizce “deneyim” olarak bahseder: “…Dersim’deki uçuşlarım daha heyecanlı olmuştur. Bir iki defa pilot, fakat ekseriyetle rasıt (gözlemci) olarak uçtum. Böyle vaziyetlerde insan harp heyecanını rasıt mevkiinden daha iyi duyuyor. İnsan evvela bombalarını atıyor, bunlar bittikten sonra canlı hedefler görürse, makineli tüfeğe müracaat ediyor. Dersim’de ilk bombardımanımın heyecanını unutmam… Muhasama [çarpışma] meydanında canlı hedef üzerine bomba atmak insana hiçbir acımak hissi vermiyor. İnsan yalnız vazifesini görmek için aramayı, vurmayı düşünüyor.”
Öldürdüğü insanları “canlı hedef”te tanımlayan kendisinde hiçbir acıma hissi, emaresi söz konusu değil. Acıma hissi kahraman Türk kadının harcı değil. Bombalardan yükselen toz, duman şehvetini arttırırken; ölümün pençesinden kurtulma çabasıyla saklanan, kaçan ve de direnen şakiler de kim oluyor muş? Yok ettikçe tanrısı güvene daha da bir layık oluyor. Yok etmenin sonsuz saadeti Tanrının ve liderin seçilmişi bu kadını sonsuzlaştırdı.
Hep bir ispatla, parmak uçlarında yürüyen bütün hayatını acıma hissinden yoksun bir şekilde geçirmiş, kendisini manevi babasına ve büyük Türk ulusuna hizmete adamış, örnek bir Türk kadını, asker ve ölümün şehvet timsali olmuştu. Dudaklarının arasından Hatun ismiyle anılmaktan, Ermeni bilinmekten kendisini kurtaran manevi babasına minnetten başka bir söz dökülmedi.
Dersim’in şakilerine dünyayı dar eden bu kadına üstün başarılarından dolayı Türk Hava Kurumu’nun Murassa (değerli taşlarla bezenmiş) Madalyası verildi. Hangi üstün başarı olduğundan ise hiç salık verilmedi. Bu üç maymuncuklu bilginin esrarı gereği ‘sadece başardı bilin’ yeterdi. 28 Mayıs 1937 tarihinde, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı dâhil olmak üzere üç yüzden fazla davetlinin katıldığı bir törenle Sabiha’ya verilen madalyonunun görünmeyen ters yüzünde aslında Dersim’de işlenen büyük katliam vardı. Bu ölümcül kadın, tarihin komik cilvesi gereği gülümserken hatırlanıyor…