Pontus dağlarında tarladan patates çıkaran çelimsiz bir kızdım. Kolektif yaşam kültürü, haşin doğa, bugün yalnızca birkaç bin konuşanı kalan Romeyika, ben bunlarım da kuşkusuz. İflah olmaz bir şiir sever, gerçeğe aşık bir hayalperestim, diyen Ayşe Yiğit’e sorduk.
İlk sorumuzu okurlarımızın sizi tanıması için sorarsak eğer, Ayşe Yiğit kimdir; senatör, kadın, devrimci, Karadenizli kimliklerinizi de kenara koymadan Ayşe Yiğit’i bize anlatır mısınız?
“The brave and happily living one”, sosyal medyadan Belçikalı bir takipçim ismimin anlamını böyle tercüme etmişti. ‘Yiğitçe ve mutlu yaşayan’ biri miydim bilmiyorum ama artık öyleyim. Kelimeler mucizelere kadirdir, üzerlerine titremeliyiz.
Sizin tatlı hatırınız için Karadenizliliğimi bir kenara koymayayım. Pontus dağlarında tarladan patates çıkaran çelimsiz bir kızdım. Kolektif yaşam kültürü, haşin doğa, bugün yalnızca birkaç bin konuşanı kalan Romeyika, ben bunlarım da kuşkusuz. İflah olmaz bir şiir sever, gerçeğe aşık bir hayalperestim.
Kendimden bahsetmekten gocunmuyorum, hele soru soran kalbime yakın biri olunca. Karşıma güzel insanlar çıktı, 2015 yılında Belçika İşçi Partisine üye oldum. 2019 seçiminden bu yana Belçika senatosundayım, halkın 42 komünist vekilinden biriyim. Sınıf mücadelesinin hizmetine sunulmuş bir görev olarak icra ediyorum, diğer yoldaşlarım gibi. “Devrimci ahlakımızı geliştirmekten, sosyalizmin inşasına ve insanlığın kurtuluşuna onurlu bir katkıda bulunmaktan daha şanlı ve asıl bir şey yoktur” der Ho Chi Minh. Gerçek her zaman bu cümlelerdeki kadar romantik olmasa da kendimi böyle bir varoluşla tanımlamak mücadele için bana güç veriyor. Tek başıma bir hiç olduğumu unutmadan payıma düşeni korkusuzca göğüslemek, yolumun kesiştiği herkesten ilham almak, onlara ilham vermek istiyorum.
Yıldız ve Yusuf var bir de, anne-evlat olmanın ötesinde bir ‘troyka’yiz. Gençlere sınırsızca inanıyorum.
Kadın sorunu ile yakından ilgilisiniz görebildiğimiz kadarıyla, özellikle kadın ve şiddet üzerinden, Türkiyeli kadın ile Avrupalı kadını ve bir de mülteci kadınları içine alarak, kadın ve şiddete dair görüşleriniz nelerdir?
Bir feministim, bu tanımı kullanmaktan çekinmeyelim. Kadınlar Türkiye’de, Belçika’da ve dünyanın her yerinde ve her gün ayrımcılığın, cinsiyetçiliğin, baskının ve şiddetin kurbanı oluyor ve ben de buna karşı sokakta, alan çalışmalarında ve Senatoda diğer feminist yoldaşlarımla birlikte mücadele veriyorum. Yükseltmemiz gereken feminist mücadelenin, kadınlar üzerindeki baskıların ve artan şiddetin sistemle yapısal ilişkisini teşhir eden antikapitalist bir karaktere sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Ancak günümüzün politik kriz ikliminde demokratik hak ve özgürlükler böylesine tehdit altındayken, sekter bir tutumun içine girmekten kaçınmak, farklı feminist gruplarla birlik içinde mücadeleyi genişletmek mecburiyetinde olduğumuzu düşünüyorum. Hükümetleri kadınlara bir nebze olsun soluk aldıracak önlemlere zorlamak için geniş kitleleri buluşturan cephe çalışmaları, platform ve kolektifler şarttır, Belçika’da bu platform ve kolektiflerde partimiz öncü rol oynamaktadır.
Ancak ezen ve ezilen sınıfların kadınları birbirleriyle gerçek anlamda kader ortağı değildir, bunu aklımızdan çıkarmayalım. Kadınlar için gerçek özgürlük ancak eşit eğitim ve istihdam olanaklarının sağlandığı, ev içi emeğin toplumsallaştığı, kalan ev ve bakım işleri için kadın ve erkeğin eşit biçimde angaje olduğu, çalışma saatlerinde kolektif azaltmaya gidildiği, kadınların kendi yaşamları üzerinde koşulsuz irade sahibi olduğu sosyalist bir toplumda mümkün olacaktır. Ancak eşitlik, sosyalizm sihirli bir değnekmiş gibi kendiliğinden gelmeyecek. Bu bilinçle mücadeleyi kalıcı kılacak önlemleri almak ve arzu ettiğimiz yeni toplum için mücadele ederken o toplumun değerlerini bugünden kendi hayatımıza uygulamak, bu konuda tavizsiz olmak zorundayız.
Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık üzerine partiniz PVDA ve Senatör Ayşe Yiğit nasıl bir mücadele çizgisinde ve ruhunda buluşuyor?
Irkçılık insanların kafasında kendiliğinden türeyen bir fikir değil, yukarıdan yerleştirilen bir ideoloji. Ekonomik ve politik kriz çıkmazında sıkışan insanları birbirine düşürerek, öfkeyi yukarıdaki gerçek sorumlular yerine aşağıdakilere yöneltmelerini sağlar. Yoksul Belçikalı sosyal konutlarda on yıl süren bekleme sırasından Türkiyeli emekçiyi sorumlu tutar, Türkiyeli emekçi “Suriyeli göçmenler yüzünden iş bulamıyoruz” der, toplumun zayıf kesimleri daha zayıf kesimlerini hedef gösterir. Yapısal ırkçılık, bireysel ırkçılığı üretir ve meşru kılar. Öte yandan düşük ücretli, sigortasız bir emek gücü örgütlenme olanaklarından koparılarak sermayenin sömürü çarkına hapsedilir. Kaybeden topyekûn işçi sınıfı, kazanan sermaye. Göçmenler için insani çözümler bulmanın olanakları vardır oysa, istensin yeter ki. Milyarlarca dolarlık savaş uçakları yerine ve çok uluslu şirketlere verilen ayrıcalıkların sınırlanması ile göçmenler ve tüm işçi sınıfı lehine iyileştirmeler için gerekli kaynakları sağlamak mümkündür, bu bir siyasi irade meselesidir.
Ayrımcılık ve baskılara maruz bırakılanlarla dayanışmayı yükselten, yaralarını saran inisiyatifler almak, toplumun katmanlarını etkileyen tüm baskı biçimlerine karşı direnmek, eşitlik ve demokratik haklar için radikal mücadele vermek kapitalizmden kurtulmak için şarttır.
Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partilerin yalan dolana dayalı ırkçı propagandaları işçi sınıfı saflarında kendine karşılık bulurken, kandırılmış halk kitlelerini gerçeklere sabırla ikna etmek devrimcilerin görevidir. Aynı mücadele Türkiye’deki işçi sınıfı içinde de yürütülmek zorundadır.
Bugüne kadar Türkiye’deki feminist hareketle ve sınıf mücadelesinin unsurlarıyla ilişkilenme konusunda çok yetersiz kaldım. Gelecek zamanda bu eksikliği gidermek için emek vermeyi umuyorum.
Şiir siyaset ilişkisi üzerinden yol alırsak eğer; şöyle düşünüyorum, insan niye yaşar, niye yazar, niye susar. Genelde sanatı özelde de şiiri ve şairi siyasetten koparamayız, şiirin ve şairin bir tarafı siyasete eğilimlidir hep. Şiir kendini imge üzerinden kurar ve sürdürür siyaset de kavramlar üzerinden… Öte taraftan da şair yalnızlığıyla öder bunun bedelini, devrimci siyasetçi de kavgasıyla. Buradan yola çıkarsak, sorum şu Ayşe Yiğit’e, şiir hayat akışınızın neresinde?
Bu soruyu birlikte cevaplayalım sizinle. “Şimdi avrêl ile nisan kardeşliğin adı gibi iki dilde” deyin siz. Ben de sabah ayazında, yaktıkları grev ateşinin önünde Flaman ve Türkiyeli işçi arkadaşlarına Fas usulü nane çayı ikram eden Hussein’den bahsedeyim. Siz “yer altında olsak da / ölülerimizle yan yana / grizularımız var bizim / kıyamet gibi yarın / yüzünüze patlayacak “ deyin. Ben yarım asır önceki maden grevlerinden bugünün fabrika komitelerine kadar örgütlediğimiz öfkeyi, onun günbegün büyüyen azametini konuşayım. “Bu kadar güzel bir kadın çirkin bir kederi sevemez” deyin, mülteci barınaklarında yüreğimizin kulak kesilerek parlamento salonlarında seslerinin yankısı olduğumuz, şiddet mağduru göçmen kadınlar küllerinden nasıl doğdular, onu anlatayım.
Yeni bir dünya yaratmak için halkların dayanılmaz acılar çekmesi yetmez, egemenlerin sistemi yönetemez hale gelmesi de. Devrim ancak insanlar başka bir dünyanın mümkün olduğuna inandığı zaman gelir. Şiir başka bir dünyanın tahayyülünü mümkün kılar, bizi o dünyaya inandırır. Şiir aşka inandırır, aşk yeniden şekillendirir bizi. Şiir bize biçim verir, biz ise gerçekliğe.
Ben bir şiirin dizeleri gibi yürürüm sokakta, yazın beni. Şiir olmak herkes için mümkün, bir siyasetçi için bile. Şiir yazmak, o ise sadece seçilmişlerin işi.
Son sorumuz için size beş kavramımız olacak; aşk, özgürlük, gurbet, ağaç ve nehir. Bu kavramlarımız ışığında sizleri okuyacak olan okurlara nasıl bir mesaj vermek isterdiniz?
Nehir dinginlikle akıp gitmek, ağaç güven içinde kök salmak, gurbet ise ne biri ne de öteki. Aidiyet duygusunun varlığı da yokluğu da dert. İnsan gurbet duygusuna başkaldırabilir, en önce dil öğrenerek yapar bunu. Yaşadığı yerdeki devrimci mücadelenin bir parçası olarak da zamanın ve mekanın hükmünü yener.
“Aşk, hakikat ve sonsuzluk sadece özgürlükte varolur. Özgürlük ise zamanın hükmüne itirazdır,” der bir yazar kadın. Aşka, özgürlüğe, ve kendini aşk ve özgürlük yoluna adamış insanların hakikatine çatlarcasına inanıyorum.
SÖYLEŞİ: Mazlum Çetinkaya
Ayşe Yiğit: 1972 yılında Trabzon’da doğdu. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü bitirdi. 1998 yılında Belçika’ya yerleşti. 1999’da kızı Yıldız, 2002 yılında oğlu Yusuf dünyaya geldi. Belçika Senatosuna seçildiği 2019 yılına kadar öğretmenlik ve sosyal tercümanlık yaptı. Belçika İşçi Partisi Merkez Komite üyesidir.