Organ Bağışı Haftası kapsamında yayımlanan 2025 verileri, Türkiye’de organ bağışı konusunda alarm veren tabloyu bir kez daha ortaya koydu. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, 25 bin 245 kişi böbrek, 2 bin 650 kişi karaciğer, bin 477 kişi ise kalp nakli bekliyor. Diğer organlarla birlikte nakil sırası bekleyenlerin sayısı 30 bini geçti.
Ancak yapılan nakil sayısı ihtiyacın oldukça gerisinde. BirGün’den İlayda Sorku’nun haberine göre, bu yıl yalnızca 4 bin 169 nakil gerçekleştirildi. 2024 yılında bin 79 beyin ölümü bildirildi ancak bunların sadece yüzde 17’sinde organ bağışı yapılabildi.
Bekleme listelerinde yer alan hastalar, “Yaşamamız için bağışa ihtiyacımız var, başka bedenlere can olun” çağrısında bulundu.
Kadavra bağışı yetersiz
Türkiye’de canlı vericiden yapılan nakil oranı yüksek olsa da, kadavra bağışı oranı Avrupa ortalamasının çok altında. Özellikle kalp ve kornea gibi yalnızca kadavradan nakil yapılabilen organlarda bekleme listeleri her yıl uzuyor.
Uzmanlara göre bağış oranlarının düşüklüğünde farkındalık eksikliği, aile onayında çekinceler, hastanelerdeki donör süreçlerinin zayıf yönetimi ve yoğun bakım altyapısındaki eksiklikler etkili oluyor.
“Kardeşlik duygusu yaşatır”
Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Hamdi Karakayalı, kadavra bağış oranlarının bir ülkenin toplumsal duyarlılığının göstergesi olduğunu belirterek şunları söyledi:
“Kalp gibi bazı organlarda canlı verici şansı yok. Bu nedenle organ bağışının artırılması yaşamsal önemdedir. Beyin ölümü tıbben geri dönüşsüzdür, bu süreçte organlar kısa süreyle canlı tutulabilir. Nakil sırasında acı ya da his söz konusu değildir.”
Karakayalı, organ bağışının artık e-Devlet üzerinden de yapılabildiğini hatırlatarak herkesi bağışa davet etti.
Avrupa ile aradaki fark büyüyor
Ülkelerin milyon kişi başına organ bağışı oranına bakıldığında İspanya 47, Fransa 26, İtalya 25 seviyesindeyken, Türkiye yalnızca 3,6’da kaldı.
Batı ülkelerinde nakillerin yüzde 80’i kadavradan yapılırken, Türkiye’de bu oran yalnızca yüzde 15–20.
Uzmanlara göre bu tablo, organ bağışının yaygınlaştırılmasının hem vicdani hem de toplumsal bir sorumluluk olduğunu bir kez daha gösteriyor.







