Altındağ’ı gezdik, Suriyelilerle konuştuk. Suriyelilerde korku ve panik hakim. 4 çocuğu ile yıkık dökük bir evde yaşayan Suriyeli Mustafa’nın gazetemiz aracılığı ile bir sorusu var: Biz ne yaptık?
Ankara’nın Altındağ ilçesinde dün gece kalabalık bir grup 18 yaşındaki Emirhan Yalçın’ın hayatını kaybetmesinin ardından Suriyelilere ait ev ve dükkanlar ile otomobillere zarar verdi. Kalabalık halinde ve tekbirler eşliğinde büyükşehirlerde kalkışmalara dönüşmeye başlayan yangın, başka yerlere de sıçrar mı şimdilik bilinmez. Biz Ankara’da olayların yaşandığı Altındağ’ı gezdik, Suriyelilerle konuştuk. Gerilim dinmiş değil, Suriyelilerde korku ve panik hakim. 4 çocuğu ile yıkık dökük bir evde yaşayan Suriyeli Mustafa’nın Evrensel gazetesi aracılığı ile bir sorusu var: Biz ne yaptık?
“Böyle olacağı belliydi”
Suriye’de meydana gelen iç savaşın ardından sayıları bugün 5 milyonu aşan Suriyeli nüfus, Türkiye’nin birçok kentine yerleşti. Bunlardan biri Ankara Altındağ. Buradaki Önder, Uluğbey ve Battalgazi mahallelerine yerleşen Suriyelilere dönük saldırı, henüz neden çıktığı belli olmayan bir kavga sonucu 18 yaşındaki Emirhan Yalçın’ın yaşamını yitirmesi sonrası başladı. Gece Suriyelilerin evleri ve işyerleri taşlandı, bazı dükkanlar yağmalandı. Aslında bu saldırı ilk de değildi. 2016 yılında yine Önder Mahallesi’nde Suriyelilere dönük saldırıda çok sayıda iş yerine zarar görmüştü.
Yaşananları ve yarattığı tahribatı yerinde görmek için Önder ve Battalgazi mahallelerindeyiz sabah saatlerinde.
Taksiciye gece yaşananları soruyorum. “Böyle olacağı belliydi” diye başlıyor sözlerine. Uzun süredir tırmanan bir gerilim olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Ben bunların kasıtlı yapıldığını düşünüyorum, seçimler için…” Ve ekliyor: “Ben de Suriyelileri istemiyorum ama, gitsinler artık…” Böyle söyleyince biraz tedirgin olup ekliyor: “Ben ırkçı değilim ama…” Nereye gitsinler sorusunun yanıtı yok. İnerken “Dikkatli olun” uyarısında bulunuyor.
Ekonomik sorunlar ırkçılıkla beslenince
Taksiden inip mahalleye doğru ilerliyoruz. Her sokak başında polis araçları var, polis sürekli devriye geziyor. Geçen bazı araçlardan “Ölürüm Türkiyem” çalıyor.
Mahalleyi 1970’li yıllardan beri orada yaşayan Ali Çakır ile geziyoruz.
Gece yakılan, ters çevrilen araçlar kaldırılmış. Geriye sökülmüş, kırılmış kepenkler, indirilmiş camlar kalmış.
Mahallenin sosyolojisine dair de bilgi veriyor Ali Çakır: “Bu mahalle zaten Türk sağının etkin olduğu bir mahalleydi. 70’lerde Ülkü Ocakları’nın kalesiydi buralar.”
Sonra da bu noktaya nasıl gelindiğine dair verileri sıralıyor:
“Yozgat, Çankırı, Çorum’dan gelenler var. Suriyelilerin yaşadığı yerlerden, daha çok Gerede ve Kızılcahamam’dan gelenler vardı. Bunlar yoksul insanlardı, burada sitelerde çalışırlardı. Sonra onlardan daha kötü olan Suriyeliler geldi. Önce kirası 300 lira olan bu yıkık dökük evleri Suriyelilere 1000 liraya verdiler. O zaman kimse bir şey demedi. Sonra işler bozuldu. Şurada siteler var, mobilya sanayii. Ankara’nın en büyük mobilya sanayisi. Şimdi orada Suriyeliler çalışıyor. Sabah buradan 10 kişi işe gidiyorsa 8’i Suriyeli. Türkiyeli 1000 liraya çalışıyorsa Suriyeliyi 300’e çalıştırıyorlar. Mecbur ya işte. Ama burada yoksullukla boğuşan Suriyeliye tepki gösteriyor, onu üç kuruşa çalıştıran patrona değil. E 10-12 yıldır buradalar, hep çalışmışlar. Araba alanlar olmuş, bazıları dükkan açmış. Eskiden buradaki esnaftan alıyordu Suriyeliler, şimdi kendi dükkanlarından alıyorlar. Bu da zemin olan şeylerden. Şimdi ekonomi kötüye gittikçe durumu bozuluyor ve üstüne ırkçı söylem, nefret söylemi iktidarın. Muhalefet de buna çanak tutunca… İş en kötü durumda olana yöneliyor. İşte o şimdi Suriyeliler, dün Kürtlerdi. Burada asıl sorumluyu atlıyorlar, muhalefetin de bunda payı büyük.”
Korku, kaygı, panik
2016’da yine benzer bir saldırı yaşandığı Önder Mahallesi’nin içlerine doğru ilerliyoruz. Yavaş yavaş dışarı çıkıyor Suriyeliler evlerinden, hemen arkasından polis anonsları geliyor: Evlerinize geri dönün.
Bir çocuk yanıt veriyor: “Ekmek almaya gidiyoruz polis abi…” Ellerinde poşet poşet ekmek, şişe şişe su ile geçenler var. Öyle ya akşam ne olacağı belli değil…
O kadar tedirginler ki… Gençten bir kadın geçiyor yanımdan, çevirip soruyorum: “Çok korktuk” diye başlıyor. “Çocuk var mı” diye soracak oluyorum, devamını getiremiyor. Ağlayarak uzaklaşıyor yanımızdan.
Pencerelerde de kadınlar, korku içinde bakan çocuklar var. Ne oldu diye soruyorum, “Abla bilmiyoruz, taş attılar, camları kırdılar” diyorlar. En çok duyduğunuz şey bu oluyor mahallede. Ve devamına ekliyorlar: “Biz bir şey yapmadık abla.”
Komşumdu ama…
Suriyelilerin işyerlerinin hepsi kapalı. Çoğunun kepenkleri hasarlı zaten. Diğer işyerleri yavaş yavaş açılıyor. Bazı işyerlerine Türk bayrakları asılıyor.
Pencereden bir kadın, “Haber mi topluyorsunuz” diyor, “Evet” deyince “Cezaları kesildi” diyor ve camları kırılmış, kepenkleri inmiş evi, iş yerini gösteriyor. “Daha burada bir şey yok, asıl aşağıda” diyor. “Komşularınız değil miydi ama” diye soruyorum, “Öyle ama bu başka” diyor.
Polis mahalle aralarında dolaşıyor, çekim yapan gazetecilere “Burada çekim yapmayın, talimat var, yasak” diyor. Biz içerilere doğru ilerliyoruz.
“Gitsek nereye gideceğiz?”
İbrahim 40 yaşında, 6 çocuğu var. Tekstilde çalışıyor, iş olmadığında hurda toplamaya gidiyor. Evlerinin durumu fecaat. Camları kırılmış. Eşi, çocuklar, bütün aile korku içerisinde bakıyorlar. Önce biraz temkinliler, bize de güvenmiyorlar. Sonra biraz açılıyorlar.
“Abla biz ne yaptık ya, kimseye bir zararımız mı var. Ben çalışıyorum, çocuklarıma bakıyorum. Bu çocuklar ne yaptı, gece ışıkları kapattık da oturduk. Ne olur bilmiyoruz, gitsek nereye gideceğiz” diyor.
Eşi komşuya gitmiş, birlikte yanına gidiyoruz. O da korku dolu gözlerle bakıyor. Çocukları gösterip, “Ne yapacağız” diye soruyor bana… Öylece bakıyorum. Sorusuna yanıt verebilmeyi, içini rahatlatabilmeyi istiyorum, deniyorum da… Ama….
“Ölmedim diye mi?”
O konuşunca başkaları da geliyor yanımıza. Mustafa, mobilyacı. 4 çocuğu var. 7 yıldır Türkiye’deler. “Abla” diye başlıyor o da söze ve devam ediyor: “Benim ülkemde savaş oldu, ben kaçtım buraya geldim. Benim silahım yok, orada evim kalmadı. Hayatta kaldım, savaşmadım… Ölmedim işte, ne yapayım? Oralar çok karışık.”
Zorlanıyor konuşurken, parça parça kırık Türkçesi ile anlatmayı sürdürüyor, arada gözleri dolarak: “Çok korktuk, kendimizi geçtik… Çocuklar… Çocuklarım olaylar başlayınca üst komşuma gitti. Akşam komşumuzda kaldık. Biz ne yaptık?”
25 günde yıkılacak evde yaşıyor
“Mobilyacıda çalışıyorum, eve bakıyorum, 2 kardeşim Suriye’de, onlara da bakıyorum. Bak ev yıkılmış, kimse kalmıyor burada, biz mecburuz. Belediye geldi, kapıya yazı astı ’25 gün içerisinde boşaltın’ diye. Yıkılacak burası. O kadar kötü durumda ama biz yine de kalıyoruz. Mecbur abla mecbur. Şimdi ev arasam nerede bulacağım, zaten vermiyorlardı. Şimdi iyice… Abla Suriye’de savaş bitince döneceğiz, ben dönerim. Ama şimdi nasıl döneyim…”
Mustafa’nın 12 yaşındaki oğlu Ahmed pencereden bakıyor. Biraz Türkçe biliyor o da. Ağlamaklı sesi, gözünü gösteriyor babası Mustafa’nın, başını sonra ve anlatıyor:
“Olaylar başlayınca buraya da geldiler. Cama vurdular. Ben de o sırada olayları izliyordum. Cam kırılınca, bir parça cam yüzüme geldi. Çok korktuk. Babamın başına da vurdular. Ellerinde bıçak vardı. Evden çıkamıyoruz. Korkuyoruz.”
Karşı binanın önünde camları kırılmış halde duran arabayı gösteriyor: “Bak arabaya. Ne yaptılar bak. Bugün bu evi yakacaklar, öyle dediler. Korkuyoruz.”
Yaklaşık 50 metre ilerliyoruz, Arapça konuşan ve hiç Türkçe bilmeyen 40’larında bir erkek “Biz Müslümanız” diyerek, eliyle yukarıyı işaret ediyor. “Günah” diyor. (Meltem Akyol/Evrensel)