Kaçak olmak

HomeWelt

Kaçak olmak

Islak bir bankın en az su çekmiş kenarına oturdu genç adam. Yaşı yirmi var yok. Belki biraz fazlası da olabilir. Az önce bardaktan boşalırcasına yağdıran kara bulutlar, şimdi yerini sonsuz bir mavilikte dolaşan beyaz pamuk kümelerine bırakarak uzaklaşıp gitmişlerdi.

Bacaklarında yürümekten derman kalmamış olmasa, yine de burada oturmazdı ya, “Yeter artık. Kaç kaç, nereye kadar?’’ diye, derin bir iç geçirerek söylendi kendi kendine.

Nisan güneşinin doğayı yeniden canlandırırken, yeşile can verip renk katan ılık sıcaklığını duyumsadı yüzünde. Gevşeyen kasların bedeninde yarattığı rahatlık, bir uyku sarhoşluğu da oluşturmuştu ki, bankın arkalığına yaslanıp gözlerini kapatarak öylece kaldı bir süre.

Bir geceyi daha atlatmıştı işte. Tam on sekiz ay olmuştu bu kabus dolu günler başlayalı. Gündüzleri neyse, bir şekilde idare edebiliyordu da, şu geceler yok mu? Her gün sabahtan başlardı telaşı ‘’bu akşam kimde kalabilirim?’’ sorusuyla.

Ve her defasında bulunduğu yere en yakın üç ev belirlerdi akşam kapılarını çalabileceği. İlki olmazsa diğeri. O da olmazsa bir diğeri. Hiç tanımadığı insanlar değildi elbet çalacağı kapıların sahipleri. Ya bir akraba, ya bir arkadaş ya da bir şekilde geçmişte kurulmuş bir ilişkinin tanışıklığı.

Gerçi Ahmet Arif ‘’Akşam erken iner mahpushaneye’’ der bir şiirinde ama, kaçakların da erken inerdi akşamları hep. Her çalınan kapı öncesi korku, şüphe, utanç, mahcubiyet gibi duygulardan bitap düşen bir beden bazen kapı ziline uzanacak bir dermansızlık olurdu kaçakların kollarında.

Korkulurdu elbet. Korkulurdu çünkü, kaçak olmanın doğasında vardı korkuyor olmak. Geceleri katlanarak artardı da bu korku. Çünkü artık sadece kendisi için korkmazdı kaçak. Kendisine o akşam kapısını açıp, karnını doyuran gerektiğinde evindeki tek yatağını kendisine sunan ev sahibi veya hane mensupları için de korkmak vicdani bir sorumluluğudur kaçağın. Bilir ki, kendisi ele geçerse eğer, ev sahipleri de nasibini alacak faşizmin tezgahlarından.

Bir şüphe taşır kaçak, her zili çalışında. Özellikle geçmiş ilişkilerden bir tanıdığın kapısıysa çalınan. Ya! ilişki saptanıp içeride veya dışarıda pusu kurulmuşsa bu mekana gelecekler için.

Utandığı zamanlar da olur kaçağın, kaçmakla geçen günlerin pisliğini taşıdığı bir akşamda girdiği evin içine doldurduğu ağır kokusuyla. Hele günlerce ayağından çıkaramadığı, artık kir ve terden katılaşmış çoraplarından ayakkabılarını çıkardığı anda etrafa yayılan kokudan ve merakla kapı ağzında misafirlerine bakan bir çocuğun burnunu tutarak içeriye kaçışından, utanır kaçak! Utanır ve mahcubiyetle bakar kendisine gülümseyerek hoş geldin diyen ev sahiplerine.

Parası pulu da hep sınırlıdır kaçağın. Günde bir öğün yemenin lüks sayılabileceği günleri azımsanmayacak kadar artabilir de bir bölgede sıkışıp kalmışsa eğer. Ve bazen sığındığı bir evde ‘’karnın aç mı?’’ sorusuna ‘’Yoo… çok sağ olun, gelmeden yemiştim bir şeyler’’ demek zorunda da kalabilir, aslında o gün tek lokma bir şey yememişse bile.

En çok da geceyi geçirmek için gittiği evin kapısı açıldığında bazen karşılaştığı yüzler ve mimikler koyar kaçağa. O an geldiğine pişman olmanın dayanılmaz yükü biner omuzlarına. Ama yapacağı bir şey de yoktur artık. ‘’Bizim de başımızı belaya sokacaksın’’ dercesine kendine yönelen bakışlardan kaçınarak kerhen aralanmış kapıdan süzülmek zorunda kalır içeriye. Ve artık sabaha dek sürecek bir pişmanlık ve iç sıkıntısının geçmeyen saatleri.

Ne kadar öylece kaldı genç adam ayrımsayamadı gözlerini açtığında. “Olmaz böyle. Daha nereye ve ne kadar? Yoruldum artık. Nefesim yetmezse eğer, kendimi geçtim, ya başkalarına da bir zarar verirsem! ”in yakıcılığını duyumsadı yüreğinde. Ve bir yolunu bulup uzaklara gitme düşüncesi de o an filizlendi genç adamın beyninde.

Kısmen ıslanmış giysilerinin de kurumuş olduğunun ayırdına vardı ayağa kalkarken. Dudaklarına oturan hafif huzur dolu bir tebessümün nedeni de bu civarda oturan işçi Mustafa’nın varlığını anımsaması oldu o an.

‘’Bu akşam Mustafa amcaya gideyim’’ diye geçirdi içinden. ‘’Sever beni Mustafa amca. Niye geldi bu? demez. Hem özledim de gecekonduda yatmayı.’’

İlyas Zeki Kutlu – Zürih

guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments