Tarih bize gösteriyor ki her tür iktidar ve egemen sistem çok çok organize kuruluşlarla varlığını sürdürür. Bundan dolayıdır ki çakılı kurallar, yüksek disiplin, büyük bağımlılık ve sadakat gündemin en tepesinde tutulur. Kitlelere verilen “bariz rollerinin” dışında vazife bilmemeleri bu çok yönlü sistemi diri tutar.
Bilinçli kişilik etkisiz hal aldıkça, sıradanlık ve “öngörülen kitle” kuşkusuz etkin duruma gelir. Bu kitle kendi istikametindeki duygu ve fikirlerini herkese baskılar. Bu durumdaki toplulukta bilgi, birikim, bilim, sempati, nezaket, hak hukuk erirken; kare duygular ve tesis edilen amaçlar çerçevesindeki bir kuvvete bürünebilir.
Bazen zihnin bilinçli davranışları bu bilinçsiz olanlarla oranlandığında netice bizi ürkütür. Gustave Le Bon’un, “bilinçli davranışlarımızın özellikle kalıtsal etkilerin belirleyici olduğu bilinçsiz bir alt katmandan türediği,” görüşünden hareketle, günlük davranışlarımızı etkileyen (hiç bilmediğimiz) bir çok faktöre rastlanabilir. Yani insan maruz kaldığı uyarıcıların doğası ve derecesine göre değişkenlik gösterir. Kolektif ruh, toplumsal çıkar, insani duyarlılıklar, barışçıl özellikler bu minvalde kazanılan nitelik ile ilintilidir. Ve bu nitelik baskın konuma geldiğinde bu gün ki dünyadan farklı bir dünya; daha koruyucu bir dünya ve doğrunun yönüne eksenini kaydıran bir dünya belirecek.
Gelecek öngörüsü, yüksek algı ve kültür düzeyi ileri entelektüeller uygarlıkların yapımında öncü roller aldılar. Sırf merak duygusuyla yola çıkılmış olsa bile. Soran, soruşturan, fark eden, şüpheli durumların üstüne cesurca gidenler; adaletsiz, baskıcı, sömüren ve efendi hizmetçi ilişkisine dayalı düzeni deşifre etmeyi başarmışlardır.
İnsanlık menfaatine ve doğal akış lehine olan fikirlerin doğal ve olağan ortamlarda oluştuğunu biliyoruz. Sokrates ve Platon’un öğrenme süreçleri dış baskı olmadan ve kurumsal yapılardan bağımsız kalarak; dünyayı sarsacak düşünce zenginliğini ve düşüncenin özünü temellendirdi. Eleştiri, bilim, sanat, yaratı, sezgi ve anlayış o günden bu güne verimli topraklar buldukça zaferle çıktı.
Avucundaki hakikati ve tabiatın işleyişini anlama isteği, bilgi ve birikim heveslileri çoğaldıkça öğrenmeye akın oldu. Bu öz bilincin ürettiği saygın ve alçakgönüllü uyanışlarla ezen ezilen ilişkisine çarpı atıldı. Başını bataklıktan çıkarma iradesi aydınlığı hissettirdi. Böylece üstümüze yığılan karanlıktan ışıltılar sızdı. Sonra, “yaşasın yaşam” çığlıklarımız umuda can verdi.
Her çağın kendine özgü eğitimi erke, güce, iktidara ve otoriterliğe karşı toplumsal tepkide; hür dönüşümler ve zihinsel uyanışlarda önemli rol oynadı. İnsanın ve doğanın durumunu iyileştirmek, hayatı eşit kılmak, özgür ve özgün bireylerle yol almak için eğitim sürüyordu. Kapitalist Çağ’da ise hâkim gücün lehine olan fikir ve anlayışlar eğitim aracılığıyla yaygınlaşıyor. Jules Simon’un deyimiyle; eğitim “ezberlemek, itaat etmek, taklit etmek, tekrarlamak, uslu hale gelmek, karşıdakinin üstünlüğü ve yanılmazlığı üzerine bir yemine dönüşüyor.”
Hermann Hesse ise: “…okul değimiz şey doğal insanı ilkin parçalayıp dağıtıyor, dize getiriyor ve zor kullanarak onu belli sınırlar içine hapsetme görevini yapıyor,” diye haykırıyor. Hesse’ye göre okul, “üst makamlarca benimsenmiş ilkelere uygun bireyler yetiştirme vazifesi görüyor.” Kurallar ve standartlara göre okul hayatına uyumlanan çocukların yaratıcı olamadığını artık gözlememiz gerekiyor. Bunu gözleyemiyorsak bizim de gözleme yeteneğimiz çalınmış demektir.
Türkiye’de okulların açılması ile başlayan ve yıllar yılı eğitime yapılan müdahale, etki ve algılar bu tarihsel birikim, öngörü ve değerlendirmelerden bağımsız olamaz. “Önemli birisi,” eğitimin amacı “şu diyorsa, diğeri bu diyorsa;” hele ki bu öneriler bilimdışı ise, evrensel ölçütlerden uzak ise, farklılıkları esas almıyorsa ve yaratıcılık hedef değilse bizi bekleyen tehlike büyük demektir. Eğitimde programlar, içerik, kitap, sistem, kadrolaşma, yeni okul modelleri aralıksız değişiyorsa bu durumu tesadüfe bağlamak veya bilmezlikle itham etmek yanılgıdır.
Türkiye’deki eğitimin bir diğer sorunu ise, “sürekli kendini veya belirlenen alanları yüceltmeyi amaç edinmeye” indirgenmiş olması. “Öğrencinin tümüyle kendi niteliğini kendi değerlendirebilecek” düzey ve koşullara ulaşması minimize edilmiş. Eğitimdeki olumlu dalga ve nitelik genişletilip, daha önce var olan düşünce biçimleri ile buluşturulamıyor; ortak bir ilişki içerisinde ilerlemeleri engellere çarpıyor.
Eğitim, günlük hayatta ve gelecekte hepimizin işine yaramalı. Yararlılık, iyileştirme, biraradalık, güçlüklerle baş etme iradesine; saygılılığa ve çıkarsız koruma niyetine katkı sunmalı. Eğitim, olası kötülükleri tespit edip şimdiden tedbirler alma ön görüsünü kazandırmalı. Eğitim iyi ile kötüyü, zalimle mazlumu, haklı ile haksızı, savaş ile barışı, otorite ile demokrasiyi ve nefret ile sevgiyi ayırt edebilecek nesillere olanak ve imkânlar sunmalıdır. Öbür türlüsü hepimizin felaketi olacaktır.
Eğitim hayata giden yolları doğrultmalı. Eğitim yürütüldüğü çağa etki yapmalı. Eğitim yaşamdan, yaşatmak yana olmalı. Eğitim çocuktan yana, kadından yana, doğadan yana olmalı. Eğitim, içimizdeki mavi gökyüzünü yeşertmeli.
Ama biz var olan avantajlı(olumlu) durumların farkında olmamak üzerine eğitiliyor olmayalım?
Kaynaklar ve Alıntılamalar:
Çarklar Arasında (Hermann Hesse)
Kitlelerin Psikolojisi (Gustave Le Bon)
Not: Jules Simon (Fransa Milli Eğitim Bakanı-1871)