Cuma, Kasım 7, 2025
Son Haber
  • Yazarlar
  • Manşetler
  • Son Haber Tv
  • Künye
No Result
View All Result
  • Yazarlar
  • Manşetler
  • Son Haber Tv
  • Künye
No Result
View All Result
Son Haber
No Result
View All Result
Home Manşet Haberler

Frankl, Fromm ve Adorno’dan izleklerle varoluşsal boşluk

Mehmet Yeşiltepe by Mehmet Yeşiltepe
30/10/2025
in Manşet Haberler, Yazarlar
A A
0
Frankl, Fromm ve Adorno’dan izleklerle varoluşsal boşluk
0
SHARES
1.2k
VIEWS
Share on FacebookShare on TwitterShare on Whatsapp Send Mail

Ruhsal çölleşme ve yabancılaşma

 

Şimdi herkes kendi çaresizliğine,
Çeşme diye dayamış ağzını.
Boşluk boşluk yutkunarak,
Daha çok kurutuyor, değerlere susamış boğazını.
İnsan belki de ilk kez yaşıyor
Yalnızlığın bu boyutta olanını.
Tarihin en kalabalık toplumunda;
Köleden daha güvencesiz,
Kendi gerçekliğine bile ilgisiz,
Kalabalık ama yalnız,
Bir kuşak yetişiyor.
Metanın tuzağına düşen insanlık,
Kendi kurduğu sehapada,
Geleceğini boğuyor…

 

Bir süre önce “Camus’tan ve Goethe’den izleklerle anlam arayışı”nı yazdım, “Modern insanın düşüşü”nden, “Anlam arayışında Faustyen yolculuk”tan bahsettim.  Ancak gördüm ki bu konu daha uzun süre yazmayı ve konuşmayı gerektirecek.

İçinden geçmekte olduğumuz sürecin belki de en güncel ve insanın düşünsel dünyasında bugün en fazla yer alan konularından biri de varoluşsal boşluktur veya bu boşluğun nasıl doldurulması gerektiğine dair tartışmalardır/arayışlardır. Bu boşluk, öyle kötü şekilde dolmaya başladı ki veya dönemin imkanları çerçevesinde öyle biçimler, yöntemler oluştu ki; bilim, edebiyat, sanat sınırlarının dışına taştı. Piyasa kuralları her yere sızmış durumda, geriye bilinçli direncin imkanları kalıyor.

Direnebildiğiniz oranda dışındasınız yoksa ya rasyonalize eder ya da kendiliğinden parçası olursunuz. Kültür endüstrisi kapsam büyüttüğü oranda her şey metalaştı, metalaşan her şey istismar aracı haline geldi. Bugün artık Adorno’nun dikkat çektiği kitle dolandırıcılığı aşamasına gelinmiştir. Bu konuda bir çeşit vakumla/tuzakla karşı karşıyayız; piyasa kuralları, en kötü en acımasız kurallardır. Buna göre davrandığınızda siz de bir parçası olursunuz.

Frankl’ın “varoluşsal boşluk” olarak tanımladığı şey gerçekte anlam yitimine uğramış insanın ruhsal semptomlarından biridir; günümüzün ortak sorunu ve pek çok insanı içine çeken tuzaklardan da biridir. Aşınan normlar/ölçüler, yerini piyasa kurallarına bıraktığı oranda, insanın önünde bir seçenek çeşitliliği oluştu. Bu, sözünü ettiğimiz seçenekleri kullanabilme imkanlarına sahip olanlar için piyasa diliyle söylersek bir rant çoğaltma alanıdır; görünür olma imkanlarını artıran-Adorno’ca söylersek- kitle dolandırıcılığıdır.

Varoluşsal boşluk kavramın üreticisi Frankl, her koşulda yaşamın bir anlamı olduğunu söylerken piyasa kapsamındaki bir anlam ve değerden değil, insanlığın ürettiği ve ortaklaştığı bir içerikten söz eder. Giderek artan boşluk ve piyasanın boşluk doldurma hegemonyası, bu alanı da bir kar/rant zemini haline getirir. Kişisel gelişim endüstrisi, kişisel başarı hikayeleri, “kendin olmak” üzerine bina edilmiş zorlama yöntemler gerçekte bu boşluğu doldurmak yerine, onu bir kar ve istismar zemini haline getirir. Gerçek anlam, tüketimin antitezidir; sorumluluk almayı, üretimi ve öz-biçim ilişkisinde öze inmeyi gerektirir. Fromm’un iradeyi öne çıkaran önerileri, sevgiye ve “olmaya” dair üretimleri, Frankl’ın haza değil anlama dikkat çeken değerlendirmeleri birleştiğinde insanın yeniden insanlaşma ve toplumsallaşma potansiyelini ortaya çıkarır.

 

Adorno ve Kültür Endüstrisi

Adorno’nun “kültür endüstrisi” kavramı, bugünün dijital ortamında çok daha fazla yaygınlaşma ve karşılık bulma şansına sahiptir. İnternet ve sosyal medya bunun için en uygun zemindir. Her şeyin metalaştığı koşullarda, bilim, sanat ve psikoloji gibi alanlar piyasa mantığına göre biçimlendiriliyor. Örneğin bir psikoloğun sosyal medyada “bir psikolog olarak söylüyorum” diye başlayan, bilimsel derinlikten yoksun ama duygusal olarak manipülatif konuşmaları, artık bir metadır. Bu, bilgi değil, “ilgi” üretimidir. Adorno’nun deyişiyle bu, “kitle dolandırıcılığı”dır; insanlara satılan şey gerçekte boşluktur.

Adorno’nun ifadesiyle “günümüzde kültür her şeye benzerlik bulaştırır.” Kültür endüstrisinin kapitalist ekonominin ayrılmaz bir parçası haline geldiği bu koşullarda, geniş bir yelpazede, kültüre dair hemen her şey alınıp satılır.

“Yanlış hayat doğru yaşanmaz” diyor Adorno. Burada bireysel tercihlerden çok, sistemin ürettiği yanlışların insanı biçimlendirdiğine dikkat çeker.

 

Boşluğun doldurulması mı anlamlandırılması mı?

Varoluşsal boşluk, kelimenin yapacağı ilk çağrışımla, doldurulması gereken bir “çukur” değil, anlamın üretilebileceği bir alan olarak görülmelidir. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı’nda en dezavantajlı koşullarda, acı içinde ve ölüm tehdidi altında olunsa da bir anlam bulunabileceğine dikkat çeker. Bu, aynı zamanda bir eleştiridir. Çünkü bugün insanlar acıdan çok, anlamsızlıktan kaçmakta ve başka bir anlamsızlığa/tuzağa düşmektedir. Tam da bu durum Henri Lefebvre’nin anlattığı, bir yabancılaşmadan kaçarken başka bir yabancılaşmaya düşme durumunu çağrıştırıyor. Mesele boşluğu adeta bir tıkaçla doldurmak, tüketerek veya haz eksenli yaşamak değil, anlamlı bir emekle ve sorumlulukla doldurmaktır.

Bilinçli farkındalık, yüzleşmeyi, direnebilmeyi ve insan kalmayı sağlar. Direnilemediği ve rüzgara kapılarak bir yaşam sürüldüğü takdirde, tam da Fromm’un uyardığı gibi insan “yaşayan makineler”e dönüşür.

Fromm’a göre bugün için insanın temel hastalığı, “sahip olmak” ekseninde şekillenmiş bir varoluş biçimidir. İnsan artık kim olduğu üzerinden değil, neye sahip olduğu üzerinden tanımlamaktadır. Bu kültür, Fromm’un “pazarlanabilir benlik” dediği yeni bir kişilik tipini ortaya çıkarır. Buna göre insan, iç dünyasının derinliğiyle değil, piyasanın talep ettiği kişilik formlarına uyumuyla değerlidir.

Bugün sosyal medya, bu sürecin en görünür biçimidir, bir çeşit laboratuvardır. İnsan, kendisini “sunulabilir” bir meta haline getirerek varoluşsal boşluğu görünürlükle doldurmaya çalışır. Görülmek, sevilmekten; tıklanmak, anlaşılmaktan daha kıymetli hale gelir. Gerçekte bu, nitelikli olanı değil kolay olanı seçmektir. Çünkü tam da Aristo’nun dediği gibi “Ruhun güzelliği bedenin güzelliği kadar çabuk görünmez…”

Piyasanın labirentlerinde yolunu şaşıran insan

Bilginin, hızın, seçeneklerin arttığı ama anlamın azaldığı bir çağdayız. Frankl’ın “varoluşsal boşluk” dediği şey, bireysel bir kriz sınırlarını aşmış; toplumsal bir iklime dönüşmüş durumda.

Bugünün insanı “neden yaşadığını” değil, “nasıl görünmesi gerektiğini” önemsiyor. Bu fark, temel önemde bir kırılmadır. Eskiden anlam, insanın eyleminin içindeydi; şimdi ise, görünürlüğün içinde aranıyor.

Kendini göstermek, kendini gerçekleştirmekten çok daha önemli hale geldi. Sosyal medya, bu yeni varoluş biçiminin mabedi gibi. Herkes orada bir kimlik oluşturuyor, bir benlik kuruyor ve bu deyim yerindeyse içten dışa değil dıştan içe doğru inşa ediliyor. Görülmemek yok olmakla özdeş; görülmek ise yaşamın, yaşıyor olmanın kanıtı.

Erich Fromm yıllar önce bu dönüşümü sezmiş, “Sahip olmak ya da olmak” arasında bir seçim yapmamız gerektiğini söylemişti. Bu aynı zamanda insanın kendini pazarlanabilir bir meta haline getirme olasılığına karşı bir direnişti.

Bugün o kaygı gerçeğe dönüştü. İnsan artık duygularını, düşüncelerini, hatta acılarını bile bir “ürün” gibi sunuyor. Bir psikolog, bir sanatçı, bir yazar, hatta bir bilim insanı bile, kendini görünür kılmak için piyasanın diline sığınabiliyor. Bilim, sanat, psikoloji vb. giderek bir “izlenme ekonomisi”nin parçası haline geliyor. İşte tam da bu noktada Adorno devreye giriyor; “kültür endüstrisi, insanı özgürleştirmez, uyuşturur.”

Bir dönemin yönlendirme araçlarından farkı şu ki, insan artık baskıyla değil, beğeniyle teslim alınıyor. Bir çeşit uyuşma hali yaşanıyor. Eskiden devrede olan otorite bir korku aracıydı; şimdi algoritma gülümsetiyor.

Yukarıda belirttiğimiz örnekteki gibi instagram hesabında psikolog, “bir psikolog olarak söylüyorum” diye söze başlarken gerçekte bir fenomen olmaya çalışıyor. Bir yazar yazmıyor, “içerik üretiyor.” Bir sanatçı yaratmıyor, “trend yakalıyor.” Bilim, estetik ve etik, birer “pazar departmanına” dönüşüyor. Her şey meta; çünkü her şey ölçülüyor. Çünkü ölçülemeyenin değeri, sistemin dilinde “yok.”

Frankl der ki, “İnsanın asıl ihtiyacı gerilimsizlik değil, anlam gerilimidir.” Bu, varolmanın da üretmenin de koşuludur. Ancak bugün onun yerini bir çeşit uyuşma hali almıştır.

Tıklanmak, anlaşılmaktan kolay; bu yüzden insan artık anlaşılmayı istemiyor. Ruhsal alanda veya anlam dünyasında derinleşmek yorucu; hız çağında kimsenin vakti yok derinleşmeye. Böylece varoluşsal boşluk, adım adım kapsam büyütüyor. Anlamın yerini “ilgi” alıyor, ilginin yerini “etkileşim”, etkileşimin yerini “algoritma.” Ve insan, yavaş yavaş makineleşerek kendi kendini kaybediyor.

 

Peki çare nedir; ne yapmalı?

Frankl’a göre insan her koşulda bir anlam bulabilir; yeter ki kaçmak yerine yüzleşmeyi, teslim olmak yerine direnmeyi denesin. Fromm’un dilinde bu, “olmanın cesareti”dir. Adorno ise kurtuluşu sanatta, ama saf sanatta, yani kâr getirmeyen güzellikte arar. Üçünün de ortak noktası kısaca; insan ancak dirençle/iradeyle insan kalır.

Direnmek, sistemin hangi kalınlıklarıyla ve kabalıklarıyla kuşatılmış olursa olsun insanın özünü koruyabilmesidir. Direnmek, nerede duracağını da nerede yürüyeceğini de seçmek, tayin etmektir. Direnmek, “beğenilmek için” değil, “inandığın için” üretmektir. Direnmek, görünürlüğün karşısına derinliği  koymaktır; teslim olmamaktır.

Piyasa, hepimizi içine çekmek ister; ama insanın en büyük özgürlüğü, “hayır” diyebilme kapasitesidir. Frankl, toplama kampında bile anlam bulabilmişti; bugün ise insanlar “sonsuz özgürlük”le örtüştürülen piyasa içinde kayboluyor. Çünkü anlam satın alınmaz; ancak yaşanır. Ve yaşanan anlamın sesi, algoritmanın gürültüsünde kaybolmayacak denli güçlü bir duruş, bir felsefeyse; çözümün de kendisidir.

Felsefe, bilgi sevgisidir; devrimcilik, insan sevgisidir; yoldaşlık, sevgi ve güven üzerine bina edilmiş ilişkidir. Felsefe, aynı zamanda neden-sonuç ilişkisidir; olgular arasında bağ kurmaktır; özü biçime feda etmemek, ama biçimi de yok saymamaktır; ezberlemek değil anlamak, kavramak ve hayata geçirmektir. Böyle bir kavrayış, alternatifi üretmeyi de somutlamayı da olanaklı hale getirir.

 

Camus’tan ve Goethe’den İzleklerle Anlam Arayışı

 

Tags: Mehmet Yesiltepe
Previous Post

AKP İstanbul’da sarsıntı: Küçükçekmece ve Bağcılar İlçe Başkanları istifa etti, “görevden alındılar” iddiası gündemde

Next Post

Özgür Özel: “Saray’a itirazın adı CHP’dir, mücadelemiz eşitsizliğe karşıdır”

Next Post
Özgür Özel: “Saray’a itirazın adı CHP’dir, mücadelemiz eşitsizliğe karşıdır”

Özgür Özel: “Saray’a itirazın adı CHP’dir, mücadelemiz eşitsizliğe karşıdır”

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güncel Haberler

AKP’li geçmişiyle bilinen Havvanur Yurtsever yeniden HSK üyesi oldu
Manşet Haberler

AKP’li geçmişiyle bilinen Havvanur Yurtsever yeniden HSK üyesi oldu

07/11/2025
Karadeniz’de gerilim: NATO’dan Romanya’ya ‘güçlü destek’ sözü
Dünya

Karadeniz’de gerilim: NATO’dan Romanya’ya ‘güçlü destek’ sözü

07/11/2025
İstanbul Havalimanı’nda “Benim babam Binali Yıldırım!” krizi
Manşet Haberler

İstanbul Havalimanı’nda “Benim babam Binali Yıldırım!” krizi

07/11/2025
Menenjit Meleği ile Cümbüşün Aşkı
Manşet Haberler

Menenjit Meleği ile Cümbüşün Aşkı

07/11/2025
YÖK’ün 44. yılında üniversiteler ayakta: “YÖK, Kayyum, Polis, Faşist Çeteler — Bu Abluka Dağıtılacak!”
Manşet Haberler

YÖK’ün 44. yılında üniversiteler ayakta: “YÖK, Kayyum, Polis, Faşist Çeteler — Bu Abluka Dağıtılacak!”

07/11/2025

Arşivler

  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Reklam
  • İletişim
  • Söyleşi / Podcast
  • Kitap Önerileri
  • Öykü
  • Manşetler
  • Dosyalar
  • Arşiv

© 2024 Sonhaber / Bağımsız, doğru , gerçek habercilik

No Result
View All Result
  • ANA SAYFA
  • İSVİÇRE
  • TÜRKİYE
  • DÜNYA
    • AVRUPA
    • ORTADOĞU
    • ASYA
    • AMERİKA
    • AFRİKA
  • YAZARLAR
  • POLİTİKA
  • EKONOMİ
  • SÖYLEŞİ
  • YAŞAM
    • EĞİTİM
    • SAĞLIK
    • KADIN
    • LGBT
    • EMEK DÜNYASI
    • Podcast / Röportaj
  • SANAT
  • BİLİM
  • EKOLOJİ
  • FORUM
  • Languages

© 2024 Sonhaber / Bağımsız, doğru , gerçek habercilik