Sevgili Didar Abla,
Bundan yıllar önce 12 Eylül’ün o karanlık günlerinde ak elbisen ile Ankara’nın yollarında aramızdan ayrıldın. Yanında yol arkadaşların, gelinlerin vardı. 1 Eylül’dü. 1 Eylül ‘Dünya Barış Günü’ydü sözüm ona ama sapı demir, demiri ateş bir gündü aynı zamanda. “Çocuklarım” dediğin bizler için ev emekçiliğinden çıkıp, mücadelenin orta yerinde yaşamını yitirdin. O güzel kalbini, o güzel düşüncelerini koruyan vücudun Feriköy’e getirildi.
O sırada biz “çocukların” içerideydik. İçerideyken varlığını her direnişimizde hissediyor, her açlık grevinde varlığın bize umut oluyordu.
Sana layık bir tören düzenlendi. O gün bugündür bizler her yıl Feriköy’de sana geliriz. Karanfiller getiririz. İlk yıllar karanfillerden yattığın yer görünmezdi. Kurucusu olduğun İnsan Hakları Derneğinin genel başkanları, il başkanları, şube başkanları ve çok sayıda üyesi gelirdi sana. Yanında yol arkadaşların ve o çok sevdiğin gelinlerin yani bizlerin eşleri; şiirler okur, mücadelenizi anlatırdı.
Şimdi öyle mi?
Dava arkadaşların Gülizar teyzeler, Leman ablalar… Tek tek ayrıldı aramızdan. Şazimet teyze yaşlandı, Ayten teyze ağırlaştı. Şükriye teyze hala meydanlarda seni temsilen slogan atıyor. Hepimize taş çıkartırcasına Nedime Çevik anamız seni hiç unutmadı. Her 1 Eylülde seni anlatmaya gelir. Gelinlerin Arife, Tülay, Alev, Sultan ve niceleri… Ve çocukların, bizler; her sohbette seni çocuklarımıza, torunlarımıza anlatıyoruz.
Didar Ablam, bugün yine 1 Eylül. Sana geleceğim. Sana gelip seni uzaktan seyredeceğim. Biliyor musun Didar abla, yattığın yeri süsleyen karanfiller azaldıkça gelenlerin sayısı da azalıyor. İHD genel ve il başkanları yerlerini şube başkanlarına bıraktı. Kurucusu olduğun dernek, bir elin parmağını geçmeyen üyesini sana gönderiyor. Seni seven üç beş yol arkadaşın, üç beş te yeni kuşak genç devrimci… Ve yaşları altmışa merdiven dayamış “çocukların” ikişer, bazen de üçer anma yapar. Tamamının toplamı 10’ları geçmez. Sadece tarihi değişmiş bildiriler okunur! Aynı sloganlar atılır ve hep aynı şiir okunur: “Dikkat! Didar Şensoy geçiyor sokaklarınızdan…” denilir.
Ve sen anlatılmaya başlanırsın. Öyle bir anlatırlar ki, ben bile tanıyamam seni. Yiğit, mert, kaya gibi sert, savaşçı… İyi ama Didar Abla, burada bir çelişki yok mu? Bu övgüler arttıkça katılım sayısı artmaz mı? Anma toplantıları, “Didar Şensoy şiir yarışmaları ve günleri” düzenlenmez mi? İHD kültür sanat komisyonlarında ablamızı anlatan türküler, şarkılar bestelenmez mi?
Seni bilen, seni tanıyan katılımcılara kuru ajitatif bir üslupla seni anlatmak neye hizmet eder? Didar Abla, seni bana anlatıyorlar. Bu komik değil mi? Hani başucunda genç bir kitle olsa belki… O da belki… Anlatsınlar.
Didar Abla, Didar ablam, seni ilk gördüğümde siyah beyaz film karelerinden çıkmış biri sanmıştım. Belgin Doruk’a mı benziyordun, yoksa adını telaffuz edemediğin Liz Taylor’a mı? Güzel görünüyordun. Güzel ve bakımlı. Sokakta seni hep Kleopatra makyajı ile görürdüm, evde de. Bir de kokuyordun misler gibi… Çocukluktan sıyrılmış ilk gençliğe adım attığım zamanlardı. En küçük kardeşin Hasan bizden beş, altı yaş büyüktü. Bizlere bir şeyler yapmasını öğretiyordu, yabancısı olduğumuz kelimelerle. İyi şeyler öğretmeye çalışıyordu tabi… Sen de iyi yemekler yapardın. Zeytinyağlılar, tatlılar… Evinin duvarlarını boyatmak için bizlere (Süleyman’a, Tamer’e, Ali’ye) “rüşvet” tatlıları yapardın. Ne tatlılardı ama! Mahpus damı açlık grevlerinde hayallerimizi süsler, damaklarımıza değmese de tadını hatırlardık şekerparenin.
İyi yemek yapan, güzel bir kadındın. Bunu sana söyleyen oldu mu, bilemiyorum… İyi bir anne, iyi bir ablaydın da.
Çok sevdiğin mutfaktan bir gün çıktın. 12 Eylül işte böyle bir şeydi de… Birçok anneyi evdeki feodal (baba) otoriteye kafa tutup, sokağa çıkarttı.
Didar Ablam, sen böyle biriydin. Kardeşin Hasan’ı Hasan’lar yaptın. “Çocuklarım, aslanlarım savaşın kazanacaksınız” diyen eski bir partizan olan anneni aratmadın. “İyi yemek yapar gibi, iyi de savaştın.”
“Annelerimize, eşlerimize, hatta çocuklarımıza nizamiye önlerinde direnmeyi öğrettin.
Didar Abla, sen güzel bir kadın değildin, sen çook güzel bir kadındın.
Çook güzel ve nerede, ne zaman ” hayır ” demesini bilen bir insan…
Bugün seni güzel andık. Azdık ama özdük.”
Memet Sönmez