Unutma, adını da iki anaç bir kuzu koy bu yalnızlığın

HomeManşet Haberler

Unutma, adını da iki anaç bir kuzu koy bu yalnızlığın

Kardeşim Fatoş Zafer’e…

Ha benim eski yokuşum diyorum, bakıyorum da eski bir düzlükte sevmişler seni sanki.

Gitmeyi öğreniyorum, hep gitmeyi…

Kanaldan doğru giderken dondurmacı Abdullah Usta’dan hemen biraz ilerde sağa dönüyorsun.

Hüseyin diyoruz yaşama ve sevince dokunur gibi Hüseyin diyoruz, ardımızdan telsiz sesleri, hiç susmuyor…

Ha benim eski yokuşum…

Ha benim eski yokuşum, bir düzlükte unuttuğum o gün işte hatırladım seni. Bazı kentler bazı insanlarla vardır dedim. O insanlar yoksa o kentlere uğramaya da hiç gerek yoktur.

Kaç bıçak yarasıdır bilmiyorsun ama yine de sayıyorsun içinden sana saplanan her bıçağı.

Dökülen bir kelime olup şehrin ortasına saçılıyorsun, yanında esmer kokan kadınlar geçiyor, kerpiç kokan kadınlar…

Acıyı çırparlar balkonlardan, acının dibinde kalanları…

Keşke sen olsan da öyle öldürseydim kendimi iki anaç bir kuzu bu kentte.

İki anaç bir kuzu bu kent şimdi.

Kendimden yukarı çıktığım sokağı hatırlıyorum.

Markete uğruyoruz, kardeşim diyorsun, ahhh kardeşim diyorsun, dönüp sana bakıyor oradan geçen herkes, sokakları yakmak diyoruz ya, yakmak da sevmek gibidir…

Haftanın ilk günü, pazartesi pazarı kurulmuş evinizin hemen arkasında.

Oradan geçiyoruz, o ağaçların önünden geçerken bana bakıp; onlara, o ağaçlara kendini yaz diyorsun.

İlk atkestanesinin üzerine aşk yazacağım o gün; Hürriyet Parkı’ndan çıkarken Bursa’yı hatırlıyorum, Bursa’dan eski bir anının kestaneye benzeyen gözlerinden nasıl düştüğünü hatırlıyorum.

Dönüp dolaşıp yalnızlığı yazıyorsun yine dedin, senin başka bir şeyin yok mu?

Yok, dedim. Benim yalnızlıklardan büyüttüğüm kestane ağaçlarım var dedim. Benim, sokaklarda sakladığım çocukluk anılarım var sadece dedim.

Sonra sağa dönüyoruz ikimiz birlikte, ardımızdan eski telsiz sesleri hâlâ, markete giriyorsun; Hüseyin diyorsun, çocuklar diyorsun, doğurmadığın çocuklara kendin doğurmuşsun gibi eğiliyorsun, beş konaklarda eski bir oyuncakçının hikâyesini hatırlıyoruz.

Eski bir kapının gıcırtısı zamanı aralıyor yalnızlığımıza.

Eve çıkıyorsun, her zaman ki eve, bahçe tarafındaki içinde yasemin olan balkondan gökyüzüne bakıyorsun. Elinde bir sofra bezi, bahçeye silkeliyorsun. Öyle silkeliyorsun ki, anneni sever gibi, Hüseyin der gibi; ahhh abim diyorsun; ben de bu bahçede büyüdüm işte diyorsun hiç büyümediğin halde!

Ekmeği ve hürriyeti birlikte gözetiyoruz seninle akşam olunca.

Bu kent iki anaç bir kuzu…

Biri ekmek öteki hürriyet bizden sonra kalacak olan.

 

Ekmeği unuttum diyorsun diğer markete giriyorsun, elinde rafta kalan son ekmek, hiçbir kadın kefesine küfesine kardeşini koyup annesini babasını alıp eve gitmez, sen gidiyorsun!

O yüzden işte, her şairin bir Fatoş’u olmalı dedim, bir de Bursa’da gözleri bir kestanede kırılmış bir kardeşi…

Düştüm orada, başımı sağa sola çevirdiler, pullu bir tepeyi hatırladım; beni soğuk bir gülün yanına gömün dedim.

İki anaç bir kuzu bu kent şimdi.

Seni bu yazıların başlıklarında hatırladım işte, seni yazıların içinde, seni bana giydirilen eski bir elbiseden hatırladım akşam olunca burada.

İki anaç bir kuzu seviyorum.

İki anaç bir kuzu gidiyorum bu kentten.

Beşkonaklar’a bir yalnızlık büyüt benden sonra.

Ha unutmadan, adını da iki anaç bir kuzu koy bu yalnızlığın.

 

Mazlum Çetinkaya

 

guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments