Küresel salgının demokrasi üzerindeki etkisi ne
Korona kriziyle mücadele kapsamında Avrupa ülkelerinin çoğu yurtdışına çıkış yasağı getirdi. Hollanda ve Finlandiya gibi bazı devletler, yasak yerine tavsiyede bulunarak yurttaşların gönüllülüğüne güvenmeyi tercih ediyor. Avrupa medyası hangi tutumun daha akıllıca olduğunu tartışırken olağanüstü hal ilan edilen bir demokrasi ile diktatörlüğü birbirinden ayıran farkları inceliyor.
Çin’in antitezi Hollanda
Koronavirüs önlemlerini sertleştiren Hollanda, baskı yapmak yerine yurttaşlardan işbirliği bekliyor, diyor NRC Handelsblad köşe yazarı Tom-Jan Meeus:
“Siyasetçilerimiz halkı iyi davranışlara özendirmek ve böylece yanlış davranışlarla mücadeleye teşvik etmek istiyor. … Korona krizi, Çin örneğinden esinlenen bütün hükümet başkanları için otoriter yönetim ve baskı kurmak için bir bahaneye dönüştü. … Hollanda ise Korona krizinde Çin’in antitezi sanki. Neden olmasın ki? Katı iş ahlakı ve yüksek verimliliğe sahip bu minik ülke, bu krizle otoriter önlemler alınmaksızın da mücadele edilebileceğini dünyanın geri kalanına gösterebilirse, bunun içinde bulunduğumuz dönemde bir sakıncası olmayacaktır.”
Herkes kendi kararını kendisi vermek zorunda
Helsingin Sanomat, şu günlerde vatandaşların belirleyici bir rol oynadığını düşünüyor:
“Bakanlıkların yeni kısıtlamalar uygulanabileceği yönündeki açıklaması vatandaşa bir çağrı olarak da yorumlanabilir. Bu çağrının temel mesajı, Fin halkının kendi başına ve özgür iradesiyle daha az sokağa çıkmaya karar vermesi gerektiği. Ancak aksi halde belki de kısıtlamalara gidilmesi gerekecek. Ama bu durum, iktidarın tek bir elde toplanması anlamına gelmiyor. Virüsün yayılmasını önlemek için güç ademi merkezileşti. Her Finli bu güce sahip. Önemli olan kişinin kendi kendine verdiği kararlar ve bu kararları resmi kurumların ve siyasetçilerin talimatlarından önce ya da bu talimatlara hiç gerek kalmadan verebilmiş olması.”
Pekin yönetimi neden örnek olamaz?
eldiario.es, otoriter Çin devletinin Koronavirüsle mücadelesini övenlere karşı çıkıyor:
“Çin’in uyguladığı kontrol sisteminin, Covid-19’u durdurmakta çok daha verimli olduğunu tekrarlamaktan vazgeçin artık. Çin’deki rejim önce kamusal alanlarda içki içmeyi, caddede yanlış yerde karşıdan karşıya geçmeyi ve Kuran okumayı yasaklarken, tüm İnfluenza-A virüsü ve SARS deneyimine rağmen egzotik yabani hayvanların satıldığı pazarları kapamayı unuttu. … Totalitarizmin etkinliği -öyle bir şey varsa tabii- yurttaşın korunmasından ziyade rejimin ayakta kalmasını önceliyor.”
Medya ve yurttaşlar dikkatli olmalı
Halkla ilişkiler uzmanı Bartolo Lampret, Večer‘deki yazısında, devasa bilgi akışının yanıltıcı olduğunu söylüyor:
“Haberlerin çoğu Koronavirüsle ilgili olduğundan dünyada bunun dışında ne olup bittiğinden haberimiz yok. Bunun suçlusu bizim medyamız değil. AB’nin kalan kısmında da durum aynı. Hepsi haberleri aynı üç haber ajansından alıyor. Demokrasi kısıtlanıyor, halk yoksullaşıyor ve sert bir neoliberalizm devreye alınıyor. Bu yüzden şu anda sakin kalabilmek, akılcı düşünebilmek ve sosyal medyadaki her habere inanmamak çok önemli. … Medya bugün her zamankinden daha önemli. Herkesin sadece küresel salgını düşündüğü bu günlerde medyanın iktidardakileri denetleme görevi çok daha önemli.”