Ahmet Hulusi Kırım
Humeyni döneminde “devrim” mahkemelerinde solcu mahkumlar için idam kararları veren “Tahran Kasabı” Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi esrarengiz bir helikopter kazasında öldü. Yenilenen erken seçimlerde, köktendinci reformist olarak tanımlanan Mesud Pezeşkiyan Cumhurbaşkanı seçildi. Dört muhafazakâr adayı yenerek, oyların yüzde 53,7’sini aldı. Seçimin ancak ikinci turunda yüzde 49,9 oranında katılımın olması, rejim adına tehlike çanlarının çaldığının yeni bir göstergesi oldu.
İran’ın iyice kök salan teokratik devlet yapılanmasında toplum ve devlet bürokrasisi, sahip oldukları siyasal ve dini görüşleri yönünden esas olarak kabaca” Muhafazakârlar” ve “Reformistler” olarak iki gurupta kategorize edilebilir. Her gurubun da kendi içerisinde çeşitli kanatları vardır. Muhafazakârlar, devlet ve toplumsal hayatın her alanında dini kuralların uygulanmasını, Reformcular ise rejime sadık olmakla birlikte Malezya benzeri “ılımlı bir rejimi savunuyorlar.
İran rejimi şimdiye kadar, halktan yükselen her demokratik talep ve tepkiyi dış güçlerin oyunu/kışkırtması olarak kodlayıp hedefe koyarak, yüzde 30-35 civarındaki kemik tabanını konsolide etti. Ancak Batının yaptırımları ve “Devrim İhracı” adı altında Yemen, Gazze, Lübnan, Irak, Suriye’de silahlı yapıları finanse etme politikasının giderek kabaran faturası, dini rejimin maddi olarak ödüllendirdiği 3-5 milyonluk zengin kesim hariç, yaşam koşulları giderek kötüleşen alt ve orta sınıflarda hoşnutsuzluk ve tepkinin artmasına neden oldu. Molla rejimi değişim ihtiyacını karşılamak yerine daha fazla şiddete başvurdukça halkın muhalefeti de yükseldi.
İran’ın 2009 senesinden beri yaşadığı muhalefet dalgalarında Batı, İran muhalefetini hiçbir zaman laf-ı güzaftan öte desteklemedi. Aksine muhalefet dalgaları ne zaman yükselse, İsrail üzerinden bir “Dış Tehdit” unsuru yaratarak rejimin sokağı bastırmasına ve “Dış Tehdit” bahanesiyle içerdeki muhalefeti ezmesine objektif olarak destek oldu. Batı, çıkarları gereği ikiyüzlü bir politika izliyor. Bir yandan İran’a yaptırımlar uygularken öbür yandan molla rejiminin bölgede statükonun devamındaki rolünün de farkında. Batı, İran’ın Ortadoğu’da kurduğu radikal Şii cepheleşmesini zengin Körfez Arap ülkelerini “terbiye” etmekte kullanıyor. Bu sayede İsrail’i Batı’nın güvenlik şemsiyesi altına aldı. Molla rejimi Batı’nın Ortadoğu’da yerleşik kurumsallaşmasını sağlıyor. İran’da yaşanacak köklü bir değişim, Ortadoğu için yeni bir jeopolitik kırılma olacaktır. İran rejimi, İsrail’in meşruiyetini artıran, Mısır’da Sisi ile BAE’de Muhammed bin Zayed ve S. Arabistan’da Muhammed bin Salman’ı güçlendiren, bölgede demokrasi hedefli Arap devrimlerinin baskılanmasını sağlayan bir kimlik taşıyor.
Batı’nın yaptırımları ve ekonomik sorunlar arttıkça rejimin halk ile olan ilişkisi de zayıflıyordu. Rejimin şiddet kullanmasına karşın halkın geri adım atmaması, Velayet-i Fakih doktrinini meşruiyet krizine sürüklemiş, molla rejimi tıkanmıştı. Sistem, özgürlük, demokrasi istemlerine karşı asker-polis, yargı, idam politikasıyla halka yönelirken; ordu, mollalar, Besic ekonomi çarklarının önemli kısmını ele geçirmişti. Sistem refah yerine yoksulluk ve yolsuzluk yayıyordu. Bu süreçleri besleyen etmenlerin başında güvenlik-savaş politikası ve ordu-mollalar içinde savaş baronlarını palazlandıran savaş ekonomisi geliyordu. Gazze savaşı, Yemen savaşı, Irak ve Suriye’de savaş yürüten Devrim muhafızları ve İran’a bağlı paramiliter güçlere yapılan harcamalar ülke ekonomisini kaosa sürüklemişti. Yoksulluk arttıkça bu savaş ekonomisi politikasına tepkiler artıyor, ayaklanmalara orta sınıf kepenk kapatarak destek veriyor, muhafazakar saflar da etkileniyordu. Tepkileri yatıştırmak için “dış düşman işi” söylemi artık etkili olamıyordu.
Halkın yükselen muhalefeti ve kendi kanatları arasındaki çatışmaların artma tehlikesi nedeniyle mollalar, meşruiyet krizine daha fazla bigane kalamadılar. Rejim bir restorasyon stratejisi, meşruiyet algısı yaratma stratejisi üzerinde yürümeye karar verdi. Demokrasi, özgürlük yönlü girişimleri işkence, idam ve katliamlarla bastırmaya çalışan sistemin kısmen restore edilmemesi halinde çöküş hızlanacaktı. Çürüme, seçmenlerin yarısından fazlasının sandığa gitmemesi ideolojik kırılmalar yaratmıştı. Rejimin tek seçeneği ,siyasi bir reform programına sahip olmayan, kırmızı çizgileri aşmayacak reformist etiketli bir adayı başa geçirmekti. Üst akıl Ayetullah Ali Hamaney tarafından oyun organize edildi. Beş muhafazakar adaya karşı bir “reformist” adayın seçime katılması kabul edildi. Amaç muhafazakar oyların bölünmesi ve tek “reformist” adayın seçilmesiydi.
Seçimin ikinci turunda “reformist aday Mesud Pezeşkiyan, kurgulandığı gibi oyların yüzde 53,7’sini alarak Cumhurbaşkanı seçildi. “Topal ördek” olan Pezeşkiyan’dan rejimin beklentisi, kırmızı çizgileri aşmadan ufak tefek restorasyonlarla geçiş sürecinde muhalefetin gazını almak, kanatlar arasında çatışmayı engelleyip, iç işlerin yeniden düzenlemesine yardımcı olmak olacaktır.