Meltem Uzuner ile “Anılara Yolculuk”
Sonhaber.ch: Geçen hafta yaptığımız söyleşi sonrası deneyim ve gözlemlerinizi içeren birikimleri bizimle paylaşmanızı rica etmiştik. Bugün de size “Paskalya ve Hamursuz Bayramları” üzerine anılarınızı sorsak bize neler söylemek istersiniz?
Meltem Uzuner: Bu soru beni gerçekten bayağı bir eskilere götürür. Annemin amcasının Erenköy Ethem Efendi semtinin ilk muhtarı olduğu yıllara… Anneannem de 1910 doğumlu oda Erenköy’de büyümüş… Dedemle evliliklerinde yazları Erenköy kışları Fener semtinde oturmuşlar. Balat da komşuları semt… 1928 doğumlu dayım ve 1934 doğumlu annemin Rum dadıları varmış. Madam Kria… Doğal olarak annem ve dayımın ve tüm mahalle arkadaşlarının, komşularının… Esnaf Rum, Balat kardeş semt… Oradaki bütün Yahudiler de komşu, dedemin yolcu motorları var, galiba ilk motor sahiplerinden ama, sahibi yoksa kullanmayı bilmiyor… Bu sebeple tersaneden dolayı Fenerdeler. Varlığı diğer komşulara göre çok ve onlara hiçbir desteğini esirgemiyor. Onlar da dedeme ‘kapitan’ diyorlar. Anneannem de yemek çok sever. Erenköy’de Çerkez aşçılarla büyümüş o da. Yaptıklarını paylaşarak büyümüşler. 6-7 Eylül olaylarına kadar her türlü görgü ve adetler eski Rumlardan ve Yahudilerden… Böyle bir ortamda yaşları küçük iki çocuğunu Madam Kria’ya teslim etmişler. Böylece her ikisi de Fransızca konuşarak başlamışlar. Annemin oturduğu semtin sakinlerinden bugün Prof. Yarman kardeşler olarak bilinen hocaların anneleri isim annesi annemin. Anneanneleri de doğumuna sebep olan ebesi annemin… Can ismi anneme rahmetli hukukçu Cemile Yarman tarafından takılmış. Fener ve Balat semtlerinde büyümüş ne kadar kadın ve erkek arkadaşları varsa hukuk eğitimi almışlar ya da adliyede zabıt kâtibi olarak çalışıyorlar. Yıllar içinde tüm bu eski kankalar Anadolu yakasında Fenerbahçe – Kalamış – Suadiye ve Caddebostan’da yerleştiler. Ben hep hikayeleri ile büyüdüm. Çoğunu tanıdım ama Türk arkadaşlarının çoğunu, çünkü 6*7 Eylül olaylarında hezimete uğramışlar yalan yanlış devlet politikası ve kötü politikacıların provokasyonları ile sözde o tarihte Atatürk’ün Selanikte’ki evine saldırı düzenlenmiş olduğunu ileri sürerek… (Oysa şimdi liderimizin heykelleri yerlerde sürükleniyor kimse ses çıkarmıyor.) Neden, azınlıklar dediğiniz, örf ve adetlerimizin neredeyse tamamını aldığımız, esas İstanbul’un sahiplerine yapılan onlara yapılmıyor? Vatan toprağından gönderilmeyi bırakın sorguda uzun kalan yok.
Annemlerin gayr-i müslim vatandaşlarla büyümesi değil sadece sevgimin ve kalpten bağlılığımın sebebi… Benim de 1970 yılından itibaren Suadiye’de ve de Yeşilyurt’ta oturan halamlarda da çocukluğumun çoğunu ve tatillerini geçirdiğim Yeşilyurt ve Yeşilköy’deki tüm gayr-i müslim ifadesi ile anılan, azınlık denilen bana göre kardeşlerim olan kişilerle kolej eğitimi sırasında da sınıf arkadaşı, okul arkadaşı, tenis kulübünden arkadaş olmam…
Hiçbir zaman daha fazla dedikodu yapmadılar. Hiçbir zaman derslerde beni kıskanmadılar. Benden kısa, kilolu hiçbir Yahudi kız arkadaşım onu yenince tenis maçında kızmadılar, alay etmediler.
İleri yaşlarda gerek iş ve eğitim yaşamımızda gerek sosyal medyada aynı ülke vatandaşı olan etnik kökeni ne olursa olsun Türk kimliği altında buluşan kadın ve erkekler hep birbirimizi tam okumadan, anlamadan, cevap vermek üzerine hazırlanarak yaşamıyor muyuz? Sokaklarda birbirimize bağırıp, trafikte erkekler, bebek bekleyen eşinin yanında bir erkeğin hatalı olsa da arabasının üstüne çıkıp camları kırıp olayı büyütmüyor muyuz? Kuzeyden, güneyden, batıdan fark eder mi? Biz biziz…
Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Arnavut’u ve yüz yıllık İstanbullu olabileni… Hangimiz olayı alttan alıp, kapatıyoruz. Sadece unutuyoruz yapılanı. Ama bir şeyi hiç unutmamak lazım “Bugün sana yaran bana”, “Gülme komşuna, gelir başına”… Bunlar hep bizim atasözlerimiz. Birine yapan herkese yapar, bugün bana yapan yarın sana… Bize ne mi yaptılar? 2022 Türkiye’sinde her konuda bölündük. Bunu dışlar güçler diye elle gösteremediğimiz, uzaklarda bir yerlerin üstüne atıp kurtulma şansımız var mı? Artık yok… Bizim ülke insanı önce sadece İstanbul’u baz aldı. İstanbul Türkçesi dedik, taşı toprağı altın dedik, ama kimse gelsin istemedik. Kimi geleni Almanya’ya uğurladık, kimini Hollanda’ya, kimini İsviçre’ye… Kimi komşum oldu, kiminin çocuğu arkadaşım, meslektaşım, kimini yıllarca uçaklarda taşıdım. Onları da tam kabul edemedik birbirimizi de… Oysa renklilik güzeldir, çeşitlilik iyidir, çok farklılık büyük lükstür. Bir kıtayı çeşitli ırklardan kuranların karşısına çıkıp ‘biz çok yıllar önce yapmıştık’ diyecek yerde şimdi onlar bizi seyredip ‘Türkler gibi olmayalım!’ diyorlar. Ekonomik sebeplerden gibi görülse de, artık biz de çok yabancı göç alıyoruz. Bütün sahiller savaştan dolayı Rus ve Ukrayna vatandaşı doldu. İstanbul Yeşilköy / Yeşilyurt sahili Suriyeli başta, Orta Doğulu vatandaşlardan geçilmiyor. Herkes orada yaşamak ve yerleşmek istiyor. Zeytinburnu sahilini Qatarlılar doldurmuş, evleri onlar alabiliyorlar.
“Ne oldu da Rumlara ve Yahudilere kıydık biz hiç olmazsa örf adetleri iyiydi, güzeldi.” diye geçiyor insanın aklından. Bunları hatırlatıyor ve düşündürüyor işte sorunuz.