Memet Sönmez
Tarihte, statükoyu bozmak her zaman zor, “böyle gelmiş , böyle gider” demek her zaman kolay olmuştur.
Hayır, demek devrimci eylemdir! “Kral, Kraliçe” hâlâ çıplak! Ve ellerinde asaları, ayaklarında botları aşağı mahalleye koşmaya devam ediyorlar! Ellerinde de bir bavul var! (Bavulun içinde ne var acep?) Biraz kilo almışlar sanki! Rivayet olur! Meksika devriminin liderine bir asker sorar : ” Ya Emilyano, tanrılar neden bu kadar rağbet görüyorlar?” Emilyano Zabata, düşünür gibi yapıp, sağa sola baktıktan sonra: ” Herhalde ortalıkta fazla dolaşmadıklarından” der.
Susmanın altın sayıldığı bir ülkede, ortalıkta görünmemenin de saygınlık kazandığını sanıyoruz. Ya büyük Avrupa’nın küçük çevresinde yaşayanlar? Birbirlerinin içine girmiş, sıkı fıkı olup, bir süre sonra birbirlerini sokakta gördüklerinde yollarını değiştirenler için “Kral, Kraliçe” çoktan soyunmuşlardı! Ama kimse “Kral, Kraliçe” çıplak demiyor, diyemiyor! Kral, Kraliçe Çıplak, dedim. Bunu söylemek çok çok zor, biliyorum. Herkes “Kral Çıplak” diyemez! Masalda, bunu bir çocuk, çocuk cesareti ile söylüyor olsada bu, yetişkinleri için zor, sıradışı bir çığırtkanlıktır.
Doğrusu bunu ilk söylenişinden yüzyıllar sonra, onlarca yıl önce yurtdışına çıkmış ve kendini ben merkezci gören Türk solu için söyleyip, “failini meçhul” bıraktıysam da, “olayı” hemen üslenenler oldu. Ciddi ciddi kendilerini “Kral, Kraliçe” sanıp tepki gösterdiler!
Birkaç ay öncede bir yazı paylaşmış, binlerce okura, yüzlerce yorum ve paylaşıma ulaşmıştı yazım. “Bütün Zamanların En Yakışıklı Devrimcisi Zeki Yumurtacı” başlıklıydı. Yazımda Zeki’nin ölümüne direnişinden bahsederken, adlarını kalbinde mıh gibi sakladığı kişilerin, yakalandıklarında çözüldüklerini anlatmıştım. Ne yalan söyleyeyim, isim vermesem de aklımda beş kişi vardı. O kişiler topluca ortaya çıkıp benimle ilgili tamamı belden aşağı açıklama yaptılar. Böylece nezaket gereği failini meçhul bıraktığım çözülme olayının failleri de ortaya çıkmış oldular. Sonra, bu kendini “Kral ve Kraliçe” sananlar yurtiçindeki köstebekleri aracılığıyla ben bu yazıları yazmıyormuşum, birileri bana yazdırtıyormuş, diyorlar. Ben, yıllardır yazıyorum. Bağımsız kalemim var. Arkadaşlarım, yoldaşlarım beni tanırlar. Sevgili dostlar, aslında yazımın konusu bu değildi. Ben kişilerle ilgilenmedim. Geneli kastettim, İsim vermedim. Yazımın özü, eğer devrim yapacaksanız bunu yurtdışında örgüt kurarak ve bunu örgütün merkezi biziz, diyerek değil; bizzat yurtdışına çıkılan yollarla geri dönüp halkın sorunlarını sahiplenerek olur. Bunun nesi yanlış? Ülkesinde simitin, çayın kaç lira olduğunu bilmeyen bir devrimci, halkına nasıl yol gösterecek? Bu bakış açılarının yanlışlığını anlattım. Ve onları mücadele için yurda davet ettim. Konunun özünü bırakıp, “Memet bunu kime söyledi? Kimden bahsediyor?” Bu işin dedikodusu. Dedikoduyu bırakın. Bunun nesi yanlış? Mahirler, Denizler, İbrahimler yurtdışında mı örgütlendiler? Tamer Ardalar, İbrahim Erdoğanlar… Atilla Ermutlular, Bedri Yağanlar…. çok saygı duyduğum Niyazı Aydınlar, Doğan, Ercan…. 12 Eylül ve sonrasında yurtdışına mı çıktılar? Belki çıkabilirlerdi. Bu başka bir şey, bu yanlış olmazdı o günün koşullarında. Birde başka bir konu: Siz yurtdışında örgüt kurarak kendinizde hak, bizleri de örgütsüz ilan ediyorsunuz. Kardeşler biz örgütlüyüz!
Peki, siz örgütlüsünüz! Biz örgütsüz öyle mi? Siz örgütlüyseniz “örgütsüz” biri ile ne farkınız var? Yani yaşam biçimi olarak? Avrupa ülkesinin insan hakları güvencesi ile sabah kalkıyorsunuz kahve içip, kruvasan yiyorsunuz. Sabahın köründe kapınızın çalınıp, gözaltına alıma ihtimaliniz bile yok. Akşamları şarabınızı içerken örgütsel kararlar alıyorsunuz. Sizlerin damaklarında kahve aroması dolaşırken, bizler ülkemizde, ortak Whatsapp grubundan arkadaşlar,” herkese günaydın” diyerek kollarımızı sıvıyoruz. Sonra, günün etkinlik programlarını paylaşıyoruz. Kim nereye, hangi etkinliğe gidecek… planlıyoruz. Bir bakıyorsunuz İzmir de, bir işçi direnişinde; bir bakıyorsunuz Adana’da basın açıklamasında, bir bakıyorsunuz Manisa Turgutlu’da sevgili Nalanımızın yanında , dostların sofrasındayız. Bir bakıyorsunuz, bildiri dağıtıp afiş asıyoruz. O sırada sizler ne yapıyorsunuz? Cumartesi Anneleri eylemine hiç katıldınız mı? Oradaki annelerimizin gözlerinin içindeki acıyı gördünüz mü hiç? Her hafta gözaltına alındı arkadaşlarımız. İnadına yine gidildi desteğe, yine gözaltına alındılar. Yine gidildi… İşçi direnişleri, sendikalarla görüşmeler… 1 Mayıs, 15,16 Haziran anmaları… yapıldı. Ya sizler? O randevu senin, bu toplantı benim… Sahi ülkemizi bu esaretten, bu yoksulluktan ekmeğin fiyatını bilmeden nasıl kurtaracaksınız? Kurvasanla!
La akıllı olun! Yurtdışında örgüt merkezi mi olur? La bunları biz ’70 li yıllarda konuşmadık mı? Örgüt tüzüklerinde anlatamadık mı? Ha anlıyorum, sorun tüzük değil… Gelinen noktada son düşüncem , son görüşüm: Amman yurda dönmeyin! Bir zamanlar efsane olmuş, hala ülkemizde “itibar” gören kişiler sakın yurda dönmeyin. Daha fazla insanları hayal kırıklığına uğratmayın . Oturun oturduğunuz yerde ve gölge etmeyin! Ortalığa çıkmayın. Bırakın, insanların hayallerinde kalın. Hani “Tanrılar” itibarlarını korumak için ortalıkta gözükmezlermiş ya. Çakozladınız mı?
Sevgili dostlar, “Kral Çıplak” demek zordur. Ben bunu söylemenin bedelini ödüyorum. “Kral Çıplak” diyeni dinleyip, doğrulayıp beğenmek çok daha zor muş. Bunu da öğrendim.
Bu da sevgili okurlar gelsin.
Sevgi ile kalın