Bu anımı sizlerle paylaşmalıyım!
Atlamışım. Bu edenle geri dönüyor, Hırvatistan ‘ın Adriatic sahil şeridinin şirin kenti Dubrovnik’te yaşadığım güzel bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ama siz, bu satırları okuduğunuzda ben, İtalya’nın aşk kenti Portofino’ da olacağım!
“Seyahat etmenin önündeki tek engel, kapımızın önündeki eşiktir” .
Yolun tatlı yorgunluğuyla Hırvatistan ‘ın Dubrovnik şehrine ulaştım. Dubronik’ in tepeden görüntüsü, insanda, çok uzaklardan gelmiş masalsı bir şehirle karşılaşmış duygu uyandırıyor. O anları sizlere taşımak için birkaç fotoğraf çekiyorum.
Hırvatistan, diyebilirim ki beni hiç şaşırtmadı. Bilirsiniz, hayaller her zaman gerçeklerden daha güzeldir. Dubrovnik hayal ettiğim kadar güzel.
Şimdi bu tepeden baktığım şehir, içindeyken bu kadar güzel mi?
Motorumun parkettim. Kaskı, montumu yanımda. Tarihi kaleyi, etrafındaki 16. 17. yy. ait düzgün restore edilmiş sokaklarında dolaşıyorum. Bu ara karnım aç. Gözüme kestirdiğim restoranların sanki çok anlarmışım gibi menülerine bakıyorum. Anney, o da ne? Yedim, içtim 40 euro! Olmaz! olamaz! Diğer restoranlara yöneliyorum. Buralara yemek yemek bana “haram” olsa gerek. Fiyatlar çok yüksek ve günlük harcama limitlerimin çok üstünde. Domuz pastırması, jambon, sucuk, kaşar, sosis… yemekten bıktım. Aç, aç gezerken şehrin tarihi, taş, dar sokakları beni denize götürdü. Deniz kenarında bir restorant. İsmi dikkatimi çekti: Orhan Restorant!
Aradığımı buldum, dedim. Artık Orhan abi bi kıyak yapar bize!
Elimde kask, mont, seferi bir motorcu haliyle, daldım içeriye.
Orhan abinin restoranında yemek yiyeceğim!
– Selamünaleyküm… Gülüyorum… Genç garson
– What?
– What? Selamünaleyküm, hello… Orhan abi, Orhan abiyi soracaktım. Anlamıyor, tahmin ediyor. Eyvah bunlar Türk değil!
– Orhan abi? Büyük patron. Where is the boss?
– What What? Boss? Ne, ne neee patron? No, no, noo. Hayır, hayır Orhan is the fish?
Orhan, şefin tavsiye ettiği sadece bir balık.
Sıçtım Orhan abi balık çıktı!
Anlıyorum ama bu komik anları uzatıp sinerji oluşturmaya çalışıyorum. Öbür garson, bir diğer garson daha geldi. Ben anladığım konuyu anlamamazlıktan gelerek konuyu uzatıyorum.
– What is the fish?
Tüm garsonlar birlikte gülmeye başladık. Anlaşıldı, Orhan, bir tür balık, bunlar bana Orhan abi yi yedirecekler! Teslim oluyorum. Burda yürüyemeyeceğim.
– Yes, okey. Bir porsiyon Orhan abi sipariş ediyorum.
Bu defa rezervasyona takılıyorum. Üzerinde “rezervli” yazılı masayı gösteriyorum.
-No, no, noo… Genç garson yakışıklı. Bi o kadar da saçları çok güzel. Çat pat İngilizce biliyor o bende de yok. Ulan ne yapmalı, ne etmeli?.. Orhan abi, balık çıktı? Hayır balık olmasaydı mutlaka hemşerisi olurdum. Şimdi selam bile söyleyemiyorum. Garsonu boylu boyunca süzdüm. Çok yakışıklı kereta. Sırma saçlarına baktım. Şapkamı çıkardım dökülen saçlarımı gösterdim.
-Tabi ya, sanin saçların artist saçı. Benimki öyle mi? Pandomim hareketleri ile…
Garsonların gülmeleri, karşılarında duran bu ortayaşlı adamın “komik” halleri. Gülmelerin kahkahaya dönüştürdü. Artık bütün masalar benimdi.
Garson bir müddet sonra gelip balığın, güzel miydi, lezzetli miydi diye sorduğunda, göbeğimi sıvazlayarak:
Brother Orhan is inside of me, now he wants to get out, where is the toilet?
Orhan abi içimde, şimdi çıkmak istiyor, tuvalet nerede?
Güldür güldür programının Selahattin abi içimizde, skecine ithaf olur!
02 09 2023
Memet Sönmez