Sibel Dirik’in, ilk romanı “Mimozalar Açtığında”, toplumsal ve siyasal yakın geçmişimizin izleri üzerinden bir aşk öyküsü anlatıyor; yalın ve apaçık. Aynı zamanda hüznün kokusu yayılıyor, o kendine özgü sarısıyla mimozaların içinden.
Öncelikle şunu söyleyebilirim: yazarın romanın geçtiği mekânlara ait bilgisi tarihi bu güne taşıdığı gibi, ilgiyi de çekiyor. Yazarın iyi bir gözlemci olduğunun kanıtları gibi çıkıyor karşımıza.
Tarih 1940’lar, Avrupa başta, bütün ülkeler İkinci Dünya Savaşının içerisinde; Türkiye’deyse, bu büyük savaşın da bahane gösterilerek, “Varlık Vergisi”nin uygulanmaya konduğu, mimozaların, begonyaların bir arada yaşadığı topraklarda farklı halkların bir arada yaşama haklarının ellerinden alındığı yıllar. Peyami Safa’nın “Azlıklar cenneti” yazısının üzerlerinde yarattığı korkunun sahici sonucu, parçalanan hayatlar! Aşkale yolları… Yunanistan…
Büyükada’da çiçekler içinde iki komşu ev, iki evde yaşıt iki çocuk, biri İclâl diğeri Andreas. Çiçekler salmışken kokusunu, durur mu hiç ilk aşk? Komşu kapısı çalınır da, aşk çalmaz mı kalp kapısını? Peki, itiraz eden olmaz mı, o güzelliğe çomak sokmak isteyen…
Aşkı bilenler onun her hali hakkında muhakkak bir fikre sahiptir. Sonrası, aşkın çetrefilli ilişkileri içinde gidip gelmelerine de… Yaşam, biraz da bu gidip gelmelerin kendisi değil midir?
Bu süreçte yaşananlar, biraz da sonuca göre seçilmiş gibi. İclâl karşısına çıkanı çok kolay kabul ediyor. Bu kabulü, sadece kadın olmanın sıkışmışlığıyla açıklamak -bana göre- zor görünüyor. Her mahallede, her şehirde, hatta tüm ülkede olduğu gibi… aşkın karşısına dikilen çok.
Yolları kesişen dört gencin içerisinde Doğan, ırkçı fikirlere ve davranışlarıyla da en olumsuz karaktere sahip olanı. Gel gör ki “kaderin ağlarını örmesi” sonucunda bir araya gelerek kucaklaşmaları Doğan’ı temize çeken, iyi çocuk yapan bir izlenim yarattı bende. Elbette bir değişimin gerçeklemesi mümkün, fakat Doğan’da bunun emareleri yok. Buna paralel olarak İclâl’in sıkışmışlığının nedeniymiş gibi, onu “entrikalarla” (aşk oyunları olarak görünmeli) bu sona sürükleyenin Andreas olduğu düşüncesinin oluşmasına yol açabilir. Andreas’ın Rum olması, zaten yaşadığımız topraklarda eksik olmayan ötekileştirici, ırkçı düşüncelerin etkisi; Doğan’ı yüceltirken, Andreas’ı hedef haline getirebilir.
Ülkenin önemli tarihsel bir kesitinin, aşkın “bermuda üçgeni”nde boğulmasına gerek duymadan ilerleyebilmesi, romanı daha görünür kılabilir miydi, düşüncesinden kendimi alamadım.
Yazarın aşka bükülen kaleminin Yeşilçam filmlerini hatırlatıyor olması, tam olarak değilse de 1940’ların esas konusundan yazarı uzaklaştırıyor.
Yine de, her ne olursa olsun, hayatta her şey var. Zaten aşk da bunlar içinde yaşanılıyor…
Sibel Dirik
Mimozalar Açtığında
Roman
Odessa Yayınevi, Eylül 2025, 201 s.







